سُورَةُالْاَنْعَامِ | ١٣٣ | الجزء ٧ |
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ ﴿ ٥٣ ﴾ وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿ ٥٤ ﴾ وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ ﴿ ٥٥ ﴾ قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ ﴿ ٥٦ ﴾ قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ ﴿ ٥٧ ﴾ قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ ﴿ ٥٨ ﴾ وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ﴿ ٥٩ ﴾
سُورَةُالْاَنْعَامِ | ١٣٣ | الجزء ٧ |
En`âm Sûresi | 133 | Cüz 7 |
53 İşte böylece (insanların maddi durumlarını farklı kılarak) bir kısımlarını diğer bir kısımla imtihan (edenin muamelesine tâbi) ettik ki, o (kâfirle rin zengin ola)nlar(ı, fakir Müslümanlar hakkında): “Allâh’ın aramızdan (bula bula iman ve hidâyet nime tini) kendilerine lütfetmiş olduğu kimseler işte bun lar mıymış?” desinler. Allâh o (iman edip) şükreden leri(n kimler olacağını tâ ezelde) gerçekten en iyi bi len biri değil midir? (Elbette kimin ne olacağını en iyi bilen sadece Allâh olduğu için, zengin-fakir olduğuna bakmaksızın, şükredeceğini bildiği kimseleri doğru yola kavuşturmaktadır, şükretmeyeceğini bildiklerini ise tevfîkınden mahrum bırakmaktadır.)
54 (Habîbim!) Bizim âyetlerimize inanmakta olan o (hakir görülen fakir) kimseler sana geldiği zaman, (onlara) de ki: “Selâm olsun size! Rabbiniz (kullarına acımayı ve) rahmeti (kesin bir vaad olarak fazl-u kere miyle) Kendi (mukaddes) Zât’ına (vacip kılmış ve bu hükmü Arş’ın üstünde bulunan bir kitapta) yazmıştır. Şu bir gerçek ki; içinizden her kim (getireceği za rar hakkında) bilgisizce (veya bilse de, günahı ibadete tercih ettiği için cahillik ederek) bir kötülük yapar da sonra onun ardından tevbe eder ve (yaptığına piş manlık çekerek, bir daha yapmamaya da karar vererek, tevbesini ve amelini) ıslahta bulunursa, şüphesiz ki O (Allâh-u Te`âlâ), (günahlarından tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çokça acıyan bir) Rahîm’dir.”
55 İşte (itaatkârlar, ısrarcı günah kârlar ve tevbekârlar hakkındaki Kur’ân) âyetler(in)i böylece ayrıntılı bir şekilde beyan ediyoruz (ki hak ortaya çıksın), bir de (inkâr suçunu işlemiş olan) o mücrim lerin yolu iyice belirsin (de, sen herkese hak ettiği muameleyi yapasın) diye!
56 (Habîbim!) De ki: “Şüphesiz ben Allâh’ı bırakıp da tapmakta olduklarınıza ibadet etmemden nehyolundum!” (Yine) de ki: “Ben sizin kötü arzula rınıza asla uymam! (Zira sizin din adına uydurdu ğunuz yol, hüdâ değil, hevâdır. Hakkı arayana yakışan ise, körü körüne taklidi bırakıp, huccet ve delile uy maktır.) O (arzularınıza uyduğum) zaman muhakkak ki (doğru yoldan) sapmış olurum ve ben hida yete erenlerden olamam!”
57 (Rasûlüm!) De ki: “Şüphesiz ki ben Rabbimden (gelen ve hakkı bâtıldan ayıran) açık bir delil üzere yim, siz ise (hiçbir delile dayanmadan) onu yalanladı nız. (‘Başımıza gök ten taş yağdır yahut bize acı verici bir azap gönder!’ diyerek) kendisini acele istemekte olduğunuz o şey(i getirme gücü) benim yanımda (mevcut) değildir. (Azâbı acele gönderme veya geciktirme hususunda) hüküm ancak Allâh’a aittir. O, (her hususta olduğu gibi, azâbı gönderme hükmünde de) hakk (ve hikmete uygun olan karar)ı izler/doğruyu anlatır/. (Doğruyla eğrinin arasını) ayıranların hayırlısı ancak O’dur/hüküm verenlerin en iyisi ancak O’dur/!”
58 (Habîbim!) De ki: “Sizin (azapla ilgili) kendisini acele istemekte olduğunuz o şey(i başınıza getirme imkânı) gerçekten benim yanımda (ve elimde) olsay dı, elbette (Rabbim için gazaplanarak, bu isteğinizin hemen peşine sizi helâk ederdim ki, böylece) benimle sizin aranızdaki o iş (çoktan) bitirilmiş olurdu. (Lâ kin bütün işler Allâh-u Te`âlâ’nın elindedir,) Allâh ise o zâlimleri çok iyi bilendir!” (Böylece O, içlerinden kimin acele helâk edilmesi, kime de fırsat tanınması uygun olacağına dâir ezelî ilmi yönünde en doğru mu ameleyi yapar.)
59 (Kullardan gizlenen azap, sevap, rızık ve ecelle ilgili) gayb hazineleri/anahtarları/ ancak O’nun nezdindedir ki, Kendisinden başkası bunları bilemez. Karada ve denizde olan (canlı cansız varlıklar)ı sadece O bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki O onu(n düşüşünden önceki ve sonraki tüm hallerini) bilmesin! Ne yerin karanlıklarındaki tek bir tane, ne yaş, ne de kuru hiç bir şey müstesna olmamak üzere hepsi de mutlaka apaçık bir kitap (olan Levh-i Mahfûz)da (kayıtlı)dır.
Sâlim ibni Abdillah’ın, babasından (Radıyallâhu anhüm) rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfte Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Gayb anahtarları beştir (bunlar da Lokmân Sûresi`nin 34. âyet-i kerîme sinde bildirilmiştir); şüphesiz o kıyâmet ânının bilgisi ancak Allâh nezdindedir, yağmuru O indirir, rahimlerde olanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilemez, kimse nerede öleceğini de bilemez! Şüphesiz ki Allâh hakkıyla bilendir, ziyadesiyle haberdârdır!” (Buhârî, Tefsîr: 124, No: 4351, 4/1693) Gaybın tarifi, beş temel meselesinin izahı, ayrıca peygamberlere ve velîlere bazı gaybların bildirildiği hususundaki deliller için bakınız: Rûhu’l-Furkan: 9/392-420
En`âm Sûresi | 133 | Cüz 7 |