سُورَةُالْاِسْرَاۤءِ | ٢٨٥ | الجزء ١٥ |
ذٰلِكَ مِمَّٓا اَوْحٰٓى اِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ الْحِكْمَةِۜ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهًا اٰخَرَ فَتُلْقٰى ف۪ي جَهَنَّمَ مَلُومًا مَدْحُورًا ﴿ ٣٩ ﴾ اَفَاَصْفٰيكُمْ رَبُّكُمْ بِالْبَن۪ينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلٰٓئِكَةِ اِنَاثًاۜ اِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلًا عَظ۪يمًا۟ ﴿ ٤٠ ﴾ وَلَقَدْ صَرَّفْنَا ف۪ي هٰذَا الْقُرْاٰنِ لِيَذَّكَّرُواۜ وَمَا يَز۪يدُهُمْ اِلَّا نُفُورًا ﴿ ٤١ ﴾ قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُٓ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لَابْتَغَوْا اِلٰى ذِي الْعَرْشِ سَب۪يلًا ﴿ ٤٢ ﴾ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَب۪يرًا ﴿ ٤٣ ﴾ تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَالْاَرْضُ وَمَنْ ف۪يهِنَّۜ وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا يُسَبِّحُ بِحَمْدِه۪ وَلٰكِنْ لَا تَفْقَهُونَ تَسْب۪يحَهُمْۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا ﴿ ٤٤ ﴾ وَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ حِجَابًا مَسْتُورًاۙ ﴿ ٤٥ ﴾ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْاٰنِ وَحْدَهُ وَلَّوْا عَلٰٓى اَدْبَارِهِمْ نُفُورًا ﴿ ٤٦ ﴾ نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِه۪ٓ اِذْ يَسْتَمِعُونَ اِلَيْكَ وَاِذْ هُمْ نَجْوٰٓى اِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ اِنْ تَتَّبِعُونَ اِلَّا رَجُلًا مَسْحُورًا ﴿ ٤٧ ﴾ اُنْظُرْ كَيْفَ ضَرَبُوا لَكَ الْاَمْثَالَ فَضَلُّوا فَلَا يَسْتَط۪يعُونَ سَب۪يلًا ﴿ ٤٨ ﴾ وَقَالُٓوا ءَاِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَد۪يدًا ﴿ ٤٩ ﴾
سُورَةُالْاِسْرَاۤءِ | ٢٨٥ | الجزء ١٥ |
İsrâ Sûresi | 285 | Cüz 15 |
39 İşte bu (yirmi beş haslete ulaşan hükümlerin tamamı), (akıl tarafından doğruluğuna hükmedilen, rûhî yönden de tatbîki uygun görülen bir) hikmet olarak Rabbinin sana vahyetmiş bulunduklarındandır. (Ey insan!) Allâh ile birlikte başka bir ilâh tanıma! Sonra (melekler ve müminler nezdinde) kınanmış ve (İlâhî rahmetten) uzaklaştırılmış bir halde cehenneme bırakılırsın.
Zira İslâm’ın başı da sonu da tevhîdden ibârettir. Hikmetin temeli de ancak ona dayanır. Niyetsiz amel edenin tüm yaptıkları boşa gideceği gibi, yaptığı veya bıraktığı herhangi bir işte Allâh-u Te`âlâ’dan başkasını kastedenin de, tüm gayretleri karşılıksız kalacaktır.
40 (Ey melekleri Allâh’ın kızları olarak tanıyan müşrikler!) Rabbiniz sizi oğullarla seçkin kıldı da, Kendisi (evlat olarak) meleklerden bir takım dişi ler mi edindi? Gerçekten de siz elbette (gökleri çatlatacak, yer leri paramparça edecek ve dağları devirecek kadar) pek büyük bir söz söylemektesiniz!
41 Andolsun ki; iyice öğütlensinler diye Biz işte bu Kur’ân’da elbette (ibretler, hikmetler, hükümler, misaller ve nice deliller hususunda, teşvik, tehdit, emir ve nehiy gibi) türlü türlü (farklı ve etkili) şekillerle tekrar tekrar iyice açıklamada bulunduk. Ama bu onların büyük bir uzaklaşmadan başka bir şeyleri ni artırmamaktadır.
42 (Habîbim! Allâh’a ortak koşanların bâtıl inançlarını reddetmek üzere) de ki: “Eğer onların söyle mekte olduğu gibi O’nunla birlikte başka ilâhlar ol saydı, (dünya kralları birbirinin gücünü gidermek üze re çatıştıkları gibi) o takdirde elbette onlar Arş’ın sahibine (ulaşıp Kendisini mağlup etmek için) bir yol ararlardı.”
43 (Ortaklardan ve tüm noksan sıfatlardan son derece uzaklık, arılık, tenzîh, takdîs ve) tesbîh O’na! O onların söylemekte oldukları şeylerden pek büyük bir yücelikle dâima çok yüce olmuştur.
44 Yedi (kat) göklerle yer ve onlarda bulunan (melekler, cinler ve insan)lar sürekli O’nu tesbîh (ve tak dîs ederek; Zât’ına yakışmayan tüm vasıflardan ve sonradan yaratılmış olmanın bütün îcaplarından son derece uzak olduğunu, dilleriyle de halleriyle de ifade) etmek tedir(ler). (Denizdeki balıklara ve havadaki kuşlara, kapı ve tavan gıcırtısına varıncaya kadar canlıcansız) hiçbir şey yoktur ki; (“Sübhânallâhi ve bihamdihi” zikrini yaparak) O’nun ham di (ve övgüsü)yle birlikte tes bîhte bulunmuş olmasın! Lâkin (dillerinizin farklılığından ve tefekkürünüze mâni olacak bir gaflete tutulduğunuzdan dolayı) siz onların tesbîhini iyice anlayamazsınız. Şüphesiz ki O dâima (hiç acele etmeyen bir Zât ol duğu için, kudret delillerini düşünmemekle hak etmiş olduğunuz peşin azâbı geciktiren bir) Halîm ve (geç miş taksirâtınızdan tevbe etmeniz durumunda kusur larınızı çokça bağışlayan bir) Ğafûr olmuştur.
45 (Habîbim! Ebû Leheb’in karısı Ümm-ü Cemîl eline taş alıp sana saldırmak üzere sohbet etmekte bulun duğun cemaatin yanına geldiği zaman yaptığımız gibi, birçok defa) sen Kur’ân okuduğunda Biz seninle, âhirete inan mamakta bulunan o kimselerin arasına örten bir perde/ (onların göremediği) örtülü bir perde/ koyarız.
46 Biz onların (duyularını hakkı bulup hidâyete uyma yolunda kullanmadıklarını gördüğümüz için) kalp leri üzerine o (okuduğu)nu iyice anlayamasınlar di ye birçok perdeler, kulakları içerisine de büyük bir ağırlık (ve kuvvetli bir sağırlık) koymuşuzdur. (Bu yüz den) sen Kur’ân’da Rabbini tek olduğu halde andı ğın zaman onlar kaçmak için arkalarına dönerler.
47 Onlar sana kulak verirlerken, hani onlar (senin aleyhine) fısıldaşan bir toplulukken, o zâlimler (müminlere): “Siz büyülenmiş bir şahıstan başkasına uymamaktasınız!” derken, Biz onların (eğlence, ha fife alma ve dalga geçme gibi) ne türlü nedenlerle (seni) dinlemekte olduklarını pekâlâ biliciyiz!
48 Bak ki onlar (şâir, sâhir, kâhin ve mecnun gibi tabirlerle) sana nasıl örnekler açıkladılar da böylece sapıttılar. Artık onlar (doğruya ulaştıracak) bir yola (girmeye) imkân bulamazlar.
49 Onlar: “(Çürümüş) bir takım kemikler ve ufalanmış bir toprak olduğumuz zaman mı ger çekten Biz mi, elbette yepyeni bir yaratılışla diril tilecek kimseleriz!” dediler.
İsrâ Sûresi | 285 | Cüz 15 |