v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
101
Cuz 6
148﴿ Zulme uğratılan kimse(nin, zâlime karşı açıkça yaptığı bedduâsı ve ondan şikâyetlenmesi) dışında Allâh kimsenin kötü sözü açıkça yapmasını sevmez. Zâten Allâh (mazlumun sözlerini) dâimâ (çok iyi işiten bir) Semî‘ ve (zâlimin zulmünü hakkıyla bilen bir) Alîm olmuştur.
149﴿ (Sözlü veyâ fiilî olarak) herhangi bir hayrı açıklarsanız yâhut onu gizlerseniz (ve herhangi bir iyiliği açıkça veyâ gizlice yaparsanız) ya da (size karşı işlenen) bir kötülüğü afv ederseniz (elbette bu sizin için çok hayırlı olur), zîrâ şüphesiz ki Allâh (günahkârları) dâimâ (çokça afv eden bir) Afüvv ve (dilediğinde onlara da size de cezâ vermeye hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr olmuştur.
150﴿ Şüphesiz o (Yahûdî ve Hristiyanlara mensup) kimseler ki; Allâh’ı ve rasüllerini inkâr ederler ve Allâh ile rasülleri arasında ayırım yapmak isterler de: “(Peygamberlerle kitaplardan) bir kısm(ın)a inanırız, bir kısmı(nı) inkâr ederiz” derler ve (Habîbim!) işte sana! Onlar, bu (anlatıla)n (küfürle îmân yol)lar(ı) arasında (bâtıl) bir yol edinmek isterler.
151﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar hakîkaten kâfirlerin ta kendileridir. Biz de (izzet ve şerefi inkârda arayan) o kâfirler için çok alçaltıcı pek büyük bir azap hazırlamışızdır. Bu âyet-i celîlelerden anlaşıldığı üzere; peygamberlerin birine dahî inanmayarak aralarında ayırım gözetenler gerçek mânâda kâfirlerdir. Dolayısıyla günümüzdeki bâzı âlim geçinen kimselerin Bakara Sûresi’nin 62. âyet-i kerîmesinde zikredilen “Allâh’a ve âhiret gününe îmân”, bir de “Sâlih amel işlemek” şartlarıyla yetinerek, peygamberlerin tümüne îmân şartı gözetmeksizin Yahûdî ve Hristiyanların da cennete gireceklerini söylemeleri öyle bir dalâlettir ki, asr-ı saâdetten günümüze değin hiçbir Müslüman böyle bir şey söylememiş ve bu fikirde bulunmamıştır. Bilindiği üzere; Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri arasında hiçbir çelişki söz konusu olamaz. Ama bu husus, âyetlerin tamâmı birlikte değerlendirildiği zaman meydana çıkar. Yoksa bir âyette bulunan bâzı şartlarla yetinip, diğer âyetlerde bulunan şartları göz ardı etmek, insanı inanç ve amel yönünden büyük yanlışlara götürür. Nitekim burada; Allâh’a îmândan sonra, peygamberlere îmân şartı özellikle belirtilmiş ve onlardan hiçbiri arasında îmân bakımından ayırım yapmamak gerektiği, aksi takdirde kişinin hakîkî mânâda kâfir olacağı ifâde edilmiştir. Bir sonraki âyet-i kerîmede de, peygamberler arasında ayırım yapmadan hepsine îmân edenlere mükâfât verileceği açıkça zikredilmiştir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gibi en büyük peygambere îmân etmedikleri için Allâh-u Te‘âlâ’nın kâfir olarak nitelediği ve alçaltıcı azap tehdîdinde bulunduğu kâfirleri, özellikle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e düşmanlık ve hakārette ileri giden Yahûdî ve Hristiyanları cennetle müjdelemek, hem de bunu Kur’ân-ı Kerîm’in bu konudaki sarîh beyanlarına rağmen yapmak, kişinin îmânını sağlam bırakmayacak bir îmân tehlikesidir. Bu konuda farklı bilgiler için bakınız: el-Bakara Sûresi:62; el-A‘râf Sûresi:158
152﴿ Ama o kimseler ki; Allâh’a ve rasüllerine îmân etmiştirler, o (gönderilmiş ola)nlardan hiçbirinin arasında ayırım da yapmamıştırlar, işte sana! Onlar ki, O (Rableri) onlara ecirlerini mutlaka verecektir. Zâten Allâh (bu kullarının evvelce yaptıkları günahları) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kendilerine ziyâde acıdığı için sevaplarını kat kat artıran bir) Rahîm olmuştur.
153﴿ (Habîbim!) Ehl-i Kitap (olan Yahûdî ve Hristiyanlar) senden, (dâvânı doğrulayan bir delil olarak) üzerlerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. İşte sana! Gerçekten onlar bundan daha büyüğünü de Mûsâ’dan istemiştiler ve: “Allâh’ı bize açıkça göster” demiştiler. Ama bu (istekte ısrarcı olarak işledikleri o) zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım yakalayıvermişti. Sonra onlar kendilerine (Tevrât gibi büyük bir kitap ve Mûsâ (Aleyhisselâm)ın dokuz mûcizesi gibi) çok açık deliller gelmesinin ardından (Sâmirî’nin yaptığı) o (altın) buzağıyı (ilâh olarak) kabullenmiştiler, işte sana! Nihâyet (tevbe ettikleri zaman) Biz bunu da afv etmiştik ve Biz Mûsâ’ya (kendisine muhâlefet edenlere karşı) pek açık güçlü bir delil vermiştik (ki güneş gibi parlayan beyaz ele sâhip olması, asâyı yılana dönüştürmesi ve denizi yarması bunlardan bâzısı idi).
154﴿ Ayrıca Biz (gönderdiğimiz kitaptaki hükümlerle amel edeceklerine dâir vermiş oldukları) kesin sözleri(ne uymamaları) sebebiyle onların üzerine Tûr’u kaldırmış ve onlara: “(Eğilerek) secde eden kimseler hâlinde o (Erîhâ) kapı(sın)dan (Kudüs’e) girin” buyurmuştuk. Yine Biz (Dâvûd (Aleyhisselâm) vâsıtasıyla) onlara: “Cumartesi (günün)de (size haram kılınmışken balık avlayarak) haddi aşmayın” buyurmuştuk ve onlardan (bu hükümlere riâyet edeceklerine dâir) pek ağır ve kuvvetli bir söz almıştık.
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٦
١٠١
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعًا عَل۪يمًا ﴿١٤٨
اِنْ تُبْدُوا خَيْرًا اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُٓوءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُوًّا قَد۪يرًا ﴿١٤٩
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍۙ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلًاۙ ﴿١٥٠
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّاۚ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا مُه۪ينًا ﴿١٥١
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ﴿١٥٢
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَانًا مُب۪ينًا ﴿١٥٣
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِم۪يثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقًا غَل۪يظًا ﴿١٥٤
Nisâ Sûresi
101
Cuz 6
لَا يُحِبُّ اللّٰهُ الْجَهْرَ بِالسُّٓوءِ مِنَ الْقَوْلِ اِلَّا مَنْ ظُلِمَۜ وَكَانَ اللّٰهُ سَم۪يعًا عَل۪يمًا ﴿١٤٨
148﴿ Zulme uğratılan kimse(nin, zâlime karşı açıkça yaptığı bedduâsı ve ondan şikâyetlenmesi) dışında Allâh kimsenin kötü sözü açıkça yapmasını sevmez. Zâten Allâh (mazlumun sözlerini) dâimâ (çok iyi işiten bir) Semî‘ ve (zâlimin zulmünü hakkıyla bilen bir) Alîm olmuştur.
اِنْ تُبْدُوا خَيْرًا اَوْ تُخْفُوهُ اَوْ تَعْفُوا عَنْ سُٓوءٍ فَاِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَفُوًّا قَد۪يرًا ﴿١٤٩
149﴿ (Sözlü veyâ fiilî olarak) herhangi bir hayrı açıklarsanız yâhut onu gizlerseniz (ve herhangi bir iyiliği açıkça veyâ gizlice yaparsanız) ya da (size karşı işlenen) bir kötülüğü afv ederseniz (elbette bu sizin için çok hayırlı olur), zîrâ şüphesiz ki Allâh (günahkârları) dâimâ (çokça afv eden bir) Afüvv ve (dilediğinde onlara da size de cezâ vermeye hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr olmuştur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَكْفُرُونَ بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَيَقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍۙ وَيُر۪يدُونَ اَنْ يَتَّخِذُوا بَيْنَ ذٰلِكَ سَب۪يلًاۙ ﴿١٥٠
150﴿ Şüphesiz o (Yahûdî ve Hristiyanlara mensup) kimseler ki; Allâh’ı ve rasüllerini inkâr ederler ve Allâh ile rasülleri arasında ayırım yapmak isterler de: “(Peygamberlerle kitaplardan) bir kısm(ın)a inanırız, bir kısmı(nı) inkâr ederiz” derler ve (Habîbim!) işte sana! Onlar, bu (anlatıla)n (küfürle îmân yol)lar(ı) arasında (bâtıl) bir yol edinmek isterler.
اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّاۚ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا مُه۪ينًا ﴿١٥١
151﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar hakîkaten kâfirlerin ta kendileridir. Biz de (izzet ve şerefi inkârda arayan) o kâfirler için çok alçaltıcı pek büyük bir azap hazırlamışızdır. Bu âyet-i celîlelerden anlaşıldığı üzere; peygamberlerin birine dahî inanmayarak aralarında ayırım gözetenler gerçek mânâda kâfirlerdir. Dolayısıyla günümüzdeki bâzı âlim geçinen kimselerin Bakara Sûresi’nin 62. âyet-i kerîmesinde zikredilen “Allâh’a ve âhiret gününe îmân”, bir de “Sâlih amel işlemek” şartlarıyla yetinerek, peygamberlerin tümüne îmân şartı gözetmeksizin Yahûdî ve Hristiyanların da cennete gireceklerini söylemeleri öyle bir dalâlettir ki, asr-ı saâdetten günümüze değin hiçbir Müslüman böyle bir şey söylememiş ve bu fikirde bulunmamıştır. Bilindiği üzere; Kur’ân-ı Kerîm’in âyetleri arasında hiçbir çelişki söz konusu olamaz. Ama bu husus, âyetlerin tamâmı birlikte değerlendirildiği zaman meydana çıkar. Yoksa bir âyette bulunan bâzı şartlarla yetinip, diğer âyetlerde bulunan şartları göz ardı etmek, insanı inanç ve amel yönünden büyük yanlışlara götürür. Nitekim burada; Allâh’a îmândan sonra, peygamberlere îmân şartı özellikle belirtilmiş ve onlardan hiçbiri arasında îmân bakımından ayırım yapmamak gerektiği, aksi takdirde kişinin hakîkî mânâda kâfir olacağı ifâde edilmiştir. Bir sonraki âyet-i kerîmede de, peygamberler arasında ayırım yapmadan hepsine îmân edenlere mükâfât verileceği açıkça zikredilmiştir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gibi en büyük peygambere îmân etmedikleri için Allâh-u Te‘âlâ’nın kâfir olarak nitelediği ve alçaltıcı azap tehdîdinde bulunduğu kâfirleri, özellikle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e düşmanlık ve hakārette ileri giden Yahûdî ve Hristiyanları cennetle müjdelemek, hem de bunu Kur’ân-ı Kerîm’in bu konudaki sarîh beyanlarına rağmen yapmak, kişinin îmânını sağlam bırakmayacak bir îmân tehlikesidir. Bu konuda farklı bilgiler için bakınız: el-Bakara Sûresi:62; el-A‘râf Sûresi:158
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ وَلَمْ يُفَرِّقُوا بَيْنَ اَحَدٍ مِنْهُمْ اُو۬لٰٓئِكَ سَوْفَ يُؤْت۪يهِمْ اُجُورَهُمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا۟ ﴿١٥٢
152﴿ Ama o kimseler ki; Allâh’a ve rasüllerine îmân etmiştirler, o (gönderilmiş ola)nlardan hiçbirinin arasında ayırım da yapmamıştırlar, işte sana! Onlar ki, O (Rableri) onlara ecirlerini mutlaka verecektir. Zâten Allâh (bu kullarının evvelce yaptıkları günahları) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kendilerine ziyâde acıdığı için sevaplarını kat kat artıran bir) Rahîm olmuştur.
يَسْـَٔلُكَ اَهْلُ الْكِتَابِ اَنْ تُنَزِّلَ عَلَيْهِمْ كِتَابًا مِنَ السَّمَٓاءِ فَقَدْ سَاَلُوا مُوسٰٓى اَكْبَرَ مِنْ ذٰلِكَ فَقَالُٓوا اَرِنَا اللّٰهَ جَهْرَةً فَاَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ بِظُلْمِهِمْۚ ثُمَّ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَتْهُمُ الْبَيِّنَاتُ فَعَفَوْنَا عَنْ ذٰلِكَۚ وَاٰتَيْنَا مُوسٰى سُلْطَانًا مُب۪ينًا ﴿١٥٣
153﴿ (Habîbim!) Ehl-i Kitap (olan Yahûdî ve Hristiyanlar) senden, (dâvânı doğrulayan bir delil olarak) üzerlerine gökten bir kitap indirmeni istiyor. İşte sana! Gerçekten onlar bundan daha büyüğünü de Mûsâ’dan istemiştiler ve: “Allâh’ı bize açıkça göster” demiştiler. Ama bu (istekte ısrarcı olarak işledikleri o) zulümleri sebebiyle hemen onları yıldırım yakalayıvermişti. Sonra onlar kendilerine (Tevrât gibi büyük bir kitap ve Mûsâ (Aleyhisselâm)ın dokuz mûcizesi gibi) çok açık deliller gelmesinin ardından (Sâmirî’nin yaptığı) o (altın) buzağıyı (ilâh olarak) kabullenmiştiler, işte sana! Nihâyet (tevbe ettikleri zaman) Biz bunu da afv etmiştik ve Biz Mûsâ’ya (kendisine muhâlefet edenlere karşı) pek açık güçlü bir delil vermiştik (ki güneş gibi parlayan beyaz ele sâhip olması, asâyı yılana dönüştürmesi ve denizi yarması bunlardan bâzısı idi).
وَرَفَعْنَا فَوْقَهُمُ الطُّورَ بِم۪يثَاقِهِمْ وَقُلْنَا لَهُمُ ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُلْنَا لَهُمْ لَا تَعْدُوا فِي السَّبْتِ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقًا غَل۪يظًا ﴿١٥٤
154﴿ Ayrıca Biz (gönderdiğimiz kitaptaki hükümlerle amel edeceklerine dâir vermiş oldukları) kesin sözleri(ne uymamaları) sebebiyle onların üzerine Tûr’u kaldırmış ve onlara: “(Eğilerek) secde eden kimseler hâlinde o (Erîhâ) kapı(sın)dan (Kudüs’e) girin” buyurmuştuk. Yine Biz (Dâvûd (Aleyhisselâm) vâsıtasıyla) onlara: “Cumartesi (günün)de (size haram kılınmışken balık avlayarak) haddi aşmayın” buyurmuştuk ve onlardan (bu hükümlere riâyet edeceklerine dâir) pek ağır ve kuvvetli bir söz almıştık.