v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
104
Cuz 6
171﴿ Ey Kitap Ehli (olan Yahûdî ve Hristiyanlar)! (Îsâ (Aleyhisselâm)a “Veled-i zinâ” deyip alçaltarak yâhut “Allâh’ın oğlu” demekle haddinden fazla yükselterek) dîniniz hakkında haddi aşmayın ve (eş ve evlattan münezzehlik inancından ibâret olan) o haktan başka bir şeyi Allâh’a karşı söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesîh (Allâh’ın oğlu değildir) ancak Allâh’ın elçisidir, O’nun Meryem’e bırakmış olduğu (“Vâr ol!”) kelimesi(nin bir tezâhürü) ve O’n(un Zâtına âit olan hayat verme sıfatın)dan (vâsıtasız olarak yaratıp beden kisvesine büründürdüğü) bir ruhtur. (Ne var ki; diğer insanlardan farklı olarak babasız bir şekilde yaratılmıştır.) Öyleyse Allâh’a ve rasüllerine îmân edin ve: “(İlâhlar) üçtür” demeyin. Artık (teslis inancınızdan) vazgeçin de sizin için hayırlı olanı (seçin)! Ancak Allâh tek bir İlâh’tır. Kendisine âit bir çocuk bulunmasından O’nu tesbîh ile (tenzîh eder ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu ikrâr ederiz)! Göklerde bulunanlar ve yerde olanlar sâdece O’na âittir (dolayısıyla kimse O’nun evlâdı olamaz. Olsa olsa kulu olur). Zâten (bütün âlemleri gözetip koruyan) bir Vekîl olarak Allâh yeterli olmuştur. Allâh-u Te‘âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de İmrân kızı Meryem dışında hiçbir kadını ismen zikretmemiş, ancak “Meryem” adını otuz küsûr yerde belirtmiştir ki, ulemâ bunun hikmeti hakkında birkaç görüş zikretmişlerdir:
a) Soylu kimseler, insanların ortasında hanımlarının isimlerini açıkça söylemeyip bâzı tâbirlerle kinâye yollu zikrederler ama câriyelerinin adının mecliste anılmasını çirkin saymazlardı, Hristiyanlar Meryem ve oğlu hakkında, Allâh’ın hanımı ve oğlu şeklinde iftirâlar yapınca Allâh-u Te‘âlâ, Meryem adını açıkça zikretmek sûretiyle onlara: “Siz kendi hanımlarınızın ismini açıklamaktan utanırken, Meryem Benim eşim olsaydı Ben onun adını size açıklar mıydım?” buyurmak istemiştir.
b) Îsâ (Aleyhisselâm)ın babası olmadığına inanmak îmân şartlarından biri olması hasebiyle, onun adı Kur’ân-ı Kerîm’de dâimâ annesine nisbetle tekrarlanmıştır ki, böylece onun babasının olmayışı ve lânetli Yahûdîlerin iftirâlarından tertemiz olduğu vurgulanmış olmaktadır.
Âyet-i celîlede geçen “O’ndan bir ruh” ifâdesinden, Îsâ (Aleyhisselâm)ın Allâh’tan bir parça olduğu gibi bir mânâ aslâ çıkartılamaz. Zîrâ Îsâ (Aleyhisselâm)ın yaratılışı diğer insanlarınkiyle benzer biçimde olmamıştır, lâkin o, Allâh-u Te‘âlâ’nın emriyle Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın Hazret-i Meryem’in yakasına üflemesiyle yaratılmıştır ki, bu hususta da kendisi tek değildir, nitekim Âdem (Aleyhisselâm) hem annesiz, hem de babasız olarak yaratılmıştır. Bu yüzden: “Ona rûhumdan üfledim” (el-Hıcr Sûresi:29’dan) tâbiri Âdem (Aleyhisselâm) hakkında da kullanılmıştır. Dolayısıyla “Allâh’tan bir ruh” olma vasfı, aslâ “Allâh’tan bir parça olma” mânâsı taşımamakta, sâdece “Allâh’ın emriyle hârikulâde biçimde yaratılmış olma” anlamına gelmektedir. Nitekim âyet-i kerîmede geçen: “Allâh’ın kelimesi” tâbiri de Îsâ (Aleyhisselâm)ın, Allâh-u Te‘âlâ’nın “Vâr ol” kelimesiyle mûcizevî bir şekilde yaratılmış olduğu hakîkatini açıklamaktadır. Bu âyet-i celîlede geçen: “İlâhlar üçtür demeyin” ifâdesiyle, Hristiyanların teslîs akîdesi reddedilmiştir. Zâten onların bu husustaki görüşleri çok çelişkili ve kapalıdır. Ancak anlaşılan şudur ki; onlar Allâh’ı cevher olarak tek kabûl etseler de bu cevheri üç uknûm (asıl ve esas) diye adlandırdıkları üç sıfatla vasıflanmış bir zat olarak değerlendirmişler, lâkin bu üç sıfatın her birini de başlı başına bir zât gibi addetmişlerdir. Çünkü onlar bu sıfatların Îsâ’ya da Meryem’e de (Aleyhimesselâm) hulûl etmesini câiz görmüşlerdir. Dolayısıyla onlar “Varlık”, “Dirilik” ve “Bilmek” diye adlandırdıkları üç uknûmu, kendi başına durabilen ayrı ayrı zatlar olarak kabûl etmiş ve “Baba”, “Oğul” ve “Rûhu’l-kudüs” tâbirleriyle bu üç uknûmu kastederek kesinlikle kâfir olmuşlardır. İşte bu âyet-i kerîme onların üç uknûm ile üç ilâhı kastettiklerini ifâde buyurarak kendilerini bu teslîs inancından nehyetmiştir.
172﴿ Ne Mesîh (Îsâ (Aleyhisselâm)), ne de o (Cibrîl, Mikâîl ve İsrâfîl (Aleyhimüsselâm) gibi Allâh-u Te‘âlâ’ya ziyâde yakın kılınan) mukarreb melekler Allâh’a âit bir kul olmaktan aslâ kaçınmaz(lar). Zâten kim O’na kulluktan kaçınır ve büyüklenirse muhakkak ki O onları hep birlikte Kendisin(nin bütün kulları hesâba çekeceği mahşer)e toplayacak (ve hak ettikleri cezâya çarptıracak)tır.
173﴿ Artık o kimselere gelince ki; (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; işte O (Allâh-u Te‘âlâ) onlara (hak ettikleri sevap ve) ecirlerini tastamam verecektir ve kendilerine fazl(-u ihsân)ından (kat kat ilâvede ve) ziyâdede bulunacaktır. Ama o kimseler ki (Allâh’a ibâdetten) kaçınmıştırlar ve kibirlenmiştirler; işte O onlara da çok acı verici olan büyük bir azaplandırma ile azap edecektir ve onlar kendileri için Allâh’tan başka hiçbir dost bulamayacaklardır, hiçbir yardımcı da bulamayacaklardır.
174﴿ Ey insanlar! Gerçekten size Rabbinizden büyük bir burhân (olarak, inkârcıları âciz bırakacak mûcizeler gösteren o Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)) gelmiştir. Ayrıca Biz size (âyetlerinin mânâları) çok açık /(doğru hükümleri) açıklayıcı/ büyük bir nûr (olan Kur’ân’ı) indirmişizdir.
175﴿ Artık o kimselere gelince ki; onlar Allâh’a îmân etmiştirler ve o (Kur’â)na sımsıkı sarılmıştırlar, işte onları da Kendi tarafından yüce bir rahmet (mahalli olan cennet)in ve üstün bir fazlın (eseri olan sonsuz nîmetlerin) içine muhakkak girdirecektir ve onları Kendisine yönelen dosdoğru bir yola ulaştıracaktır.
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٦
١٠٤
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا۟ ﴿١٧١
لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْدًا لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعًا ﴿١٧٢
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًاۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا ﴿١٧٣
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ نُورًا مُب۪ينًا ﴿١٧٤
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ ﴿١٧٥
Nisâ Sûresi
104
Cuz 6
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ وَلَا تَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّۜ اِنَّمَا الْمَس۪يحُ ع۪يسَى ابْنُ مَرْيَمَ رَسُولُ اللّٰهِ وَكَلِمَتُهُۚ اَلْقٰيهَٓا اِلٰى مَرْيَمَ وَرُوحٌ مِنْهُۘ فَاٰمِنُوا بِاللّٰهِ وَرُسُلِه۪ۚ وَلَا تَقُولُوا ثَلٰثَةٌۜ اِنْتَهُوا خَيْرًا لَكُمْۜ اِنَّمَا اللّٰهُ اِلٰهٌ وَاحِدٌۜ سُبْحَانَهُٓ اَنْ يَكُونَ لَهُ وَلَدٌۢ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ وَك۪يلًا۟ ﴿١٧١
171﴿ Ey Kitap Ehli (olan Yahûdî ve Hristiyanlar)! (Îsâ (Aleyhisselâm)a “Veled-i zinâ” deyip alçaltarak yâhut “Allâh’ın oğlu” demekle haddinden fazla yükselterek) dîniniz hakkında haddi aşmayın ve (eş ve evlattan münezzehlik inancından ibâret olan) o haktan başka bir şeyi Allâh’a karşı söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesîh (Allâh’ın oğlu değildir) ancak Allâh’ın elçisidir, O’nun Meryem’e bırakmış olduğu (“Vâr ol!”) kelimesi(nin bir tezâhürü) ve O’n(un Zâtına âit olan hayat verme sıfatın)dan (vâsıtasız olarak yaratıp beden kisvesine büründürdüğü) bir ruhtur. (Ne var ki; diğer insanlardan farklı olarak babasız bir şekilde yaratılmıştır.) Öyleyse Allâh’a ve rasüllerine îmân edin ve: “(İlâhlar) üçtür” demeyin. Artık (teslis inancınızdan) vazgeçin de sizin için hayırlı olanı (seçin)! Ancak Allâh tek bir İlâh’tır. Kendisine âit bir çocuk bulunmasından O’nu tesbîh ile (tenzîh eder ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu ikrâr ederiz)! Göklerde bulunanlar ve yerde olanlar sâdece O’na âittir (dolayısıyla kimse O’nun evlâdı olamaz. Olsa olsa kulu olur). Zâten (bütün âlemleri gözetip koruyan) bir Vekîl olarak Allâh yeterli olmuştur. Allâh-u Te‘âlâ Kur’ân-ı Kerîm’de İmrân kızı Meryem dışında hiçbir kadını ismen zikretmemiş, ancak “Meryem” adını otuz küsûr yerde belirtmiştir ki, ulemâ bunun hikmeti hakkında birkaç görüş zikretmişlerdir:
a) Soylu kimseler, insanların ortasında hanımlarının isimlerini açıkça söylemeyip bâzı tâbirlerle kinâye yollu zikrederler ama câriyelerinin adının mecliste anılmasını çirkin saymazlardı, Hristiyanlar Meryem ve oğlu hakkında, Allâh’ın hanımı ve oğlu şeklinde iftirâlar yapınca Allâh-u Te‘âlâ, Meryem adını açıkça zikretmek sûretiyle onlara: “Siz kendi hanımlarınızın ismini açıklamaktan utanırken, Meryem Benim eşim olsaydı Ben onun adını size açıklar mıydım?” buyurmak istemiştir.
b) Îsâ (Aleyhisselâm)ın babası olmadığına inanmak îmân şartlarından biri olması hasebiyle, onun adı Kur’ân-ı Kerîm’de dâimâ annesine nisbetle tekrarlanmıştır ki, böylece onun babasının olmayışı ve lânetli Yahûdîlerin iftirâlarından tertemiz olduğu vurgulanmış olmaktadır.
Âyet-i celîlede geçen “O’ndan bir ruh” ifâdesinden, Îsâ (Aleyhisselâm)ın Allâh’tan bir parça olduğu gibi bir mânâ aslâ çıkartılamaz. Zîrâ Îsâ (Aleyhisselâm)ın yaratılışı diğer insanlarınkiyle benzer biçimde olmamıştır, lâkin o, Allâh-u Te‘âlâ’nın emriyle Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın Hazret-i Meryem’in yakasına üflemesiyle yaratılmıştır ki, bu hususta da kendisi tek değildir, nitekim Âdem (Aleyhisselâm) hem annesiz, hem de babasız olarak yaratılmıştır. Bu yüzden: “Ona rûhumdan üfledim” (el-Hıcr Sûresi:29’dan) tâbiri Âdem (Aleyhisselâm) hakkında da kullanılmıştır. Dolayısıyla “Allâh’tan bir ruh” olma vasfı, aslâ “Allâh’tan bir parça olma” mânâsı taşımamakta, sâdece “Allâh’ın emriyle hârikulâde biçimde yaratılmış olma” anlamına gelmektedir. Nitekim âyet-i kerîmede geçen: “Allâh’ın kelimesi” tâbiri de Îsâ (Aleyhisselâm)ın, Allâh-u Te‘âlâ’nın “Vâr ol” kelimesiyle mûcizevî bir şekilde yaratılmış olduğu hakîkatini açıklamaktadır. Bu âyet-i celîlede geçen: “İlâhlar üçtür demeyin” ifâdesiyle, Hristiyanların teslîs akîdesi reddedilmiştir. Zâten onların bu husustaki görüşleri çok çelişkili ve kapalıdır. Ancak anlaşılan şudur ki; onlar Allâh’ı cevher olarak tek kabûl etseler de bu cevheri üç uknûm (asıl ve esas) diye adlandırdıkları üç sıfatla vasıflanmış bir zat olarak değerlendirmişler, lâkin bu üç sıfatın her birini de başlı başına bir zât gibi addetmişlerdir. Çünkü onlar bu sıfatların Îsâ’ya da Meryem’e de (Aleyhimesselâm) hulûl etmesini câiz görmüşlerdir. Dolayısıyla onlar “Varlık”, “Dirilik” ve “Bilmek” diye adlandırdıkları üç uknûmu, kendi başına durabilen ayrı ayrı zatlar olarak kabûl etmiş ve “Baba”, “Oğul” ve “Rûhu’l-kudüs” tâbirleriyle bu üç uknûmu kastederek kesinlikle kâfir olmuşlardır. İşte bu âyet-i kerîme onların üç uknûm ile üç ilâhı kastettiklerini ifâde buyurarak kendilerini bu teslîs inancından nehyetmiştir.

لَنْ يَسْتَنْكِفَ الْمَس۪يحُ اَنْ يَكُونَ عَبْدًا لِلّٰهِ وَلَا الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ وَمَنْ يَسْتَنْكِفْ عَنْ عِبَادَتِه۪ وَيَسْتَكْبِرْ فَسَيَحْشُرُهُمْ اِلَيْهِ جَم۪يعًا ﴿١٧٢
172﴿ Ne Mesîh (Îsâ (Aleyhisselâm)), ne de o (Cibrîl, Mikâîl ve İsrâfîl (Aleyhimüsselâm) gibi Allâh-u Te‘âlâ’ya ziyâde yakın kılınan) mukarreb melekler Allâh’a âit bir kul olmaktan aslâ kaçınmaz(lar). Zâten kim O’na kulluktan kaçınır ve büyüklenirse muhakkak ki O onları hep birlikte Kendisin(nin bütün kulları hesâba çekeceği mahşer)e toplayacak (ve hak ettikleri cezâya çarptıracak)tır.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَيُوَفّ۪يهِمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۚ وَاَمَّا الَّذ۪ينَ اسْتَنْكَفُوا وَاسْتَكْبَرُوا فَيُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًاۙ وَلَا يَجِدُونَ لَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًا ﴿١٧٣
173﴿ Artık o kimselere gelince ki; (îmân şartlarına şüphesiz bir şekilde) îmân etmiştirler ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; işte O (Allâh-u Te‘âlâ) onlara (hak ettikleri sevap ve) ecirlerini tastamam verecektir ve kendilerine fazl(-u ihsân)ından (kat kat ilâvede ve) ziyâdede bulunacaktır. Ama o kimseler ki (Allâh’a ibâdetten) kaçınmıştırlar ve kibirlenmiştirler; işte O onlara da çok acı verici olan büyük bir azaplandırma ile azap edecektir ve onlar kendileri için Allâh’tan başka hiçbir dost bulamayacaklardır, hiçbir yardımcı da bulamayacaklardır.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَاَنْزَلْنَٓا اِلَيْكُمْ نُورًا مُب۪ينًا ﴿١٧٤
174﴿ Ey insanlar! Gerçekten size Rabbinizden büyük bir burhân (olarak, inkârcıları âciz bırakacak mûcizeler gösteren o Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)) gelmiştir. Ayrıca Biz size (âyetlerinin mânâları) çok açık /(doğru hükümleri) açıklayıcı/ büyük bir nûr (olan Kur’ân’ı) indirmişizdir.
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَاعْتَصَمُوا بِه۪ فَسَيُدْخِلُهُمْ ف۪ي رَحْمَةٍ مِنْهُ وَفَضْلٍۙ وَيَهْد۪يهِمْ اِلَيْهِ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۜ ﴿١٧٥
175﴿ Artık o kimselere gelince ki; onlar Allâh’a îmân etmiştirler ve o (Kur’â)na sımsıkı sarılmıştırlar, işte onları da Kendi tarafından yüce bir rahmet (mahalli olan cennet)in ve üstün bir fazlın (eseri olan sonsuz nîmetlerin) içine muhakkak girdirecektir ve onları Kendisine yönelen dosdoğru bir yola ulaştıracaktır.