v02.01.25 Geliştirme Notları
Nisâ Sûresi
105
Cuz 6
176﴿ (Habîbim!) Senden fetvâ istiyorlar. De ki: “(Babası ve çocuğu olmayanın mîrâsı anlamına gelen) kelâle husûsunda Allâh size fetvâ veriyor. Eğer kendisine âit çocuk bulunmayan bir er kişi ölürse, onun (ana-baba bir yâhut baba) bir kız kardeşi de varsa, işte onun (mîras olarak) bırakmış olduğu şeyin yarısı o (bacısı)na âittir. Ama (bunun aksi olur da kız kardeş ölür, erkek kalırsa ve) o (bacısı)na âit bir çocuk bulunmuyorsa, o (erkek) on(un bıraktıklarının tamâmın)a vâris olur. Fakat o ikisi iki kız (kardeş veyâ daha fazla) olurlarsa, artık (onların yaşına başına bakılmaksızın, erkek kardeşlerinin) bırakmış olduğu şeyden üçte ikisi o ikisine âittir. Eğer (sâdece kardeşliğe dayalı olarak birbirlerine vâris olan) o kişiler erkekler ve kadınlar hâlinde birçok kardeşler ise, bu durumda erkek için iki dişinin payının misli (kadar mîrastan hak) vardır. Allâh (hak olan hükümleri hakkında) sizin için iyice beyanda bulunuyor, tâ ki (bu gibi meselelerde doğrudan) sapmayasınız. Zâten Allâh (kullarının hayatlarında da, ölümlerinden sonra da haklarında hayırlı olan şeyler dâhil) her şeyi (yaratılmadan önce de, yaratıldıktan sonra da gerçek mânâda bilen bir) Alîm’dir.”



BEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Mâide
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 120 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! (Gözetilmesi Allâh tarafından size gerekli kılınan helâl ve haram hükümleriyle alâkalı, bir de sizin kendi aranızda vefâ sözü verdiğiniz emânetler ve muâmelelerle ilgili tüm) akitleri(n gereğini) yerine getirin. Siz ihramlı kişilerken avı helâl saymayan (ve avlanmayan) kimseler olarak (hareket ettikten sonra), hayvanların davarları (olan; deve, sığır, koyun ve keçi türleri) sizin için helâl kılınmıştır. Ancak (Kur’ân’da haramlığı hakkında) sizin üzerinize (âyet) okunacak olanlar müstesnâ! Şüphesiz ki Allâh (serbest kılacağı ve yasak edeceği şeyler husûsunda) dilediği şeye hükmeder (ve kimse îtirâz edemez).
2﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Allâh’ın (dîninin icrâsı için tâyin ettiği) nişanların(a, özellikle de hac ibâdetinin icrâ edildiği kutsal mekânlardaki vazîfelere riâyet etmeyerek onlara saygısızlığ)ı da, o (kendilerinde savaş yapmak) haram (kılınmış olan receb, zülka‘de, zülhıcce ve muharremden ibâret) aylar(da savaş yaparak veyâ onlardan birinin haramlığını helâl bir aya aktararak onlara saygısızlığ)ı da, kurbanlıklar(a saldırmay)ı da, (kurbanlıkları belirlemek üzere boyunlarına takılan) gerdanlıklar(a dokunmay)ı bile ve (hac yolculuğunda alışveriş yapmak üzere) Rablerinden (almış oldukları müsâade ile elde edecekleri) bir lütfu (ticâret ve kârı) ve rızâyı (İlâhî hoşnutluğu) arayan kimseler olarak (hac veyâ umre niyetiyle) o Beyt-i Harâm’ı (ziyâreti) kastedenler(e hücûm etmey)i de helâl saymayın. İhramdan çıktığınız da ise artık (isterseniz) avlanın. (Hudeybiye senesi) sizi Mescid-i Harâm(da umre yapmak)dan engellediler diye bir kavme olan şiddetli öfke(niz) aslâ sizi (onlardan intikam alma konusunda) haddi aşmanıza sevk etmesin. Böylece siz (bağışlama ve göz yumma gibi birtakım) iyilik(leri) yapma ve (haramlardan sakınma vasfı olan) takvâ üzere yardımlaşın. Ama (zulüm yapmak gibi) günah (yolunda) ve (intikamda) haddi aşmak üzere yardımlaşmayın ve (koyduğu sınırları aşma husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının. Şüphesiz ki Allâh, (emrine isyân edenlere karşı) azap (ve intikām)ı çok şiddetli olan Zâttır. Âyet-i kerîmede geçen: “Şe‘âir”, kelimesi “Şa‘îre” kelimesinin çoğuludur ki; herhangi bir şeye nişan kılınan şeye şa‘îre denir. Burada kastedilen mânâ hakkında farklı görüşler varsa da, genel mânâda Allâh-u Te‘âlâ’nın kullarına farz kıldığı tüm mükellefiyetler, özellikle de hacla ilgili ibâdetler, onların icrâ mekânları, bâhusus Safâ ve Merve tepeleri ve Kâ‘be’ye gönderilen kurbanlıklar, âyet-i kerîme içinde geçen diğer hükümlerle münâsebet arz etmektedir. “Haram aylar”; zülka‘de, zülhıcce, muharrem ve receb aylarından ibâret dört aydır ki bunların birinin haramlığının başka bir aya aktarılması ve bunlarda savaş yapılması yasaklanmıştır. “Hedy”; Harem bölgesinde kesilmek üzere oraya gönderilen deve, sığır, koyun ve keçi gibi davarlardır. “Kalâid” ise; nalın veyâ ağaç kabuğu gibi şeylerden mâmul olup deve ve diğer kurbanlıkların boyunlarına bağlanan şeylerdir ki burada maksad; boynuna gerdanlık takılarak alâmetlenmiş kurbanlıklara özellikle îtinâ gösterilmesine dikkat çekmektir. Böylece sanki “Kurbanlıklar şöyle dursun, onların gerdanlıklarına bile hürmetsizlik yapmayın” buyrulmuş olmaktadır. “Kâ‘be’yi ziyâret kastedenlere de hürmetsizlik yapmayın” ifâdesinden, özellikle Müslümanların kastedilmesi durumunda burada bir nesh söz konusu olmaz. Bu durumda onların aradıkları “Fazl (kâr)”; hac yolculuğunda yaptıkları meşrû ticâret olarak değerlendirilir ve böylece kendilerinin ticâretine mâni olunmaması emredilmiş olur.
سُورَةُ النِّسَاءِ
الجزء ٦
١٠٥
يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٧٦
سُورَةُالْمَائِدَةِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ ﴿١
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًاۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٢
Nisâ Sûresi
105
Cuz 6
يَسْتَفْتُونَكَۜ قُلِ اللّٰهُ يُفْت۪يكُمْ فِي الْكَلَالَةِۜ اِنِ امْرُؤٌا هَلَكَ لَيْسَ لَهُ وَلَدٌ وَلَهُٓ اُخْتٌ فَلَهَا نِصْفُ مَا تَرَكَۚ وَهُوَ يَرِثُهَٓا اِنْ لَمْ يَكُنْ لَهَا وَلَدٌۜ فَاِنْ كَانَتَا اثْنَتَيْنِ فَلَهُمَا الثُّلُثَانِ مِمَّا تَرَكَۜ وَاِنْ كَانُٓوا اِخْوَةً رِجَالًا وَنِسَٓاءً فَلِلذَّكَرِ مِثْلُ حَظِّ الْاُنْثَيَيْنِۜ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اَنْ تَضِلُّواۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٧٦
176﴿ (Habîbim!) Senden fetvâ istiyorlar. De ki: “(Babası ve çocuğu olmayanın mîrâsı anlamına gelen) kelâle husûsunda Allâh size fetvâ veriyor. Eğer kendisine âit çocuk bulunmayan bir er kişi ölürse, onun (ana-baba bir yâhut baba) bir kız kardeşi de varsa, işte onun (mîras olarak) bırakmış olduğu şeyin yarısı o (bacısı)na âittir. Ama (bunun aksi olur da kız kardeş ölür, erkek kalırsa ve) o (bacısı)na âit bir çocuk bulunmuyorsa, o (erkek) on(un bıraktıklarının tamâmın)a vâris olur. Fakat o ikisi iki kız (kardeş veyâ daha fazla) olurlarsa, artık (onların yaşına başına bakılmaksızın, erkek kardeşlerinin) bırakmış olduğu şeyden üçte ikisi o ikisine âittir. Eğer (sâdece kardeşliğe dayalı olarak birbirlerine vâris olan) o kişiler erkekler ve kadınlar hâlinde birçok kardeşler ise, bu durumda erkek için iki dişinin payının misli (kadar mîrastan hak) vardır. Allâh (hak olan hükümleri hakkında) sizin için iyice beyanda bulunuyor, tâ ki (bu gibi meselelerde doğrudan) sapmayasınız. Zâten Allâh (kullarının hayatlarında da, ölümlerinden sonra da haklarında hayırlı olan şeyler dâhil) her şeyi (yaratılmadan önce de, yaratıldıktan sonra da gerçek mânâda bilen bir) Alîm’dir.”




BEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Mâide
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 120 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ ﴿١
1﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! (Gözetilmesi Allâh tarafından size gerekli kılınan helâl ve haram hükümleriyle alâkalı, bir de sizin kendi aranızda vefâ sözü verdiğiniz emânetler ve muâmelelerle ilgili tüm) akitleri(n gereğini) yerine getirin. Siz ihramlı kişilerken avı helâl saymayan (ve avlanmayan) kimseler olarak (hareket ettikten sonra), hayvanların davarları (olan; deve, sığır, koyun ve keçi türleri) sizin için helâl kılınmıştır. Ancak (Kur’ân’da haramlığı hakkında) sizin üzerinize (âyet) okunacak olanlar müstesnâ! Şüphesiz ki Allâh (serbest kılacağı ve yasak edeceği şeyler husûsunda) dilediği şeye hükmeder (ve kimse îtirâz edemez).
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحِلُّوا شَعَٓائِرَ اللّٰهِ وَلَا الشَّهْرَ الْحَرَامَ وَلَا الْهَدْيَ وَلَا الْقَلَٓائِدَ وَلَٓا آٰمّ۪ينَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنْ رَبِّهِمْ وَرِضْوَانًاۜ وَاِذَا حَلَلْتُمْ فَاصْطَادُواۜ وَلَا يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَاٰنُ قَوْمٍ اَنْ صَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اَنْ تَعْتَدُواۢ وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٢
2﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Allâh’ın (dîninin icrâsı için tâyin ettiği) nişanların(a, özellikle de hac ibâdetinin icrâ edildiği kutsal mekânlardaki vazîfelere riâyet etmeyerek onlara saygısızlığ)ı da, o (kendilerinde savaş yapmak) haram (kılınmış olan receb, zülka‘de, zülhıcce ve muharremden ibâret) aylar(da savaş yaparak veyâ onlardan birinin haramlığını helâl bir aya aktararak onlara saygısızlığ)ı da, kurbanlıklar(a saldırmay)ı da, (kurbanlıkları belirlemek üzere boyunlarına takılan) gerdanlıklar(a dokunmay)ı bile ve (hac yolculuğunda alışveriş yapmak üzere) Rablerinden (almış oldukları müsâade ile elde edecekleri) bir lütfu (ticâret ve kârı) ve rızâyı (İlâhî hoşnutluğu) arayan kimseler olarak (hac veyâ umre niyetiyle) o Beyt-i Harâm’ı (ziyâreti) kastedenler(e hücûm etmey)i de helâl saymayın. İhramdan çıktığınız da ise artık (isterseniz) avlanın. (Hudeybiye senesi) sizi Mescid-i Harâm(da umre yapmak)dan engellediler diye bir kavme olan şiddetli öfke(niz) aslâ sizi (onlardan intikam alma konusunda) haddi aşmanıza sevk etmesin. Böylece siz (bağışlama ve göz yumma gibi birtakım) iyilik(leri) yapma ve (haramlardan sakınma vasfı olan) takvâ üzere yardımlaşın. Ama (zulüm yapmak gibi) günah (yolunda) ve (intikamda) haddi aşmak üzere yardımlaşmayın ve (koyduğu sınırları aşma husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının. Şüphesiz ki Allâh, (emrine isyân edenlere karşı) azap (ve intikām)ı çok şiddetli olan Zâttır. Âyet-i kerîmede geçen: “Şe‘âir”, kelimesi “Şa‘îre” kelimesinin çoğuludur ki; herhangi bir şeye nişan kılınan şeye şa‘îre denir. Burada kastedilen mânâ hakkında farklı görüşler varsa da, genel mânâda Allâh-u Te‘âlâ’nın kullarına farz kıldığı tüm mükellefiyetler, özellikle de hacla ilgili ibâdetler, onların icrâ mekânları, bâhusus Safâ ve Merve tepeleri ve Kâ‘be’ye gönderilen kurbanlıklar, âyet-i kerîme içinde geçen diğer hükümlerle münâsebet arz etmektedir. “Haram aylar”; zülka‘de, zülhıcce, muharrem ve receb aylarından ibâret dört aydır ki bunların birinin haramlığının başka bir aya aktarılması ve bunlarda savaş yapılması yasaklanmıştır. “Hedy”; Harem bölgesinde kesilmek üzere oraya gönderilen deve, sığır, koyun ve keçi gibi davarlardır. “Kalâid” ise; nalın veyâ ağaç kabuğu gibi şeylerden mâmul olup deve ve diğer kurbanlıkların boyunlarına bağlanan şeylerdir ki burada maksad; boynuna gerdanlık takılarak alâmetlenmiş kurbanlıklara özellikle îtinâ gösterilmesine dikkat çekmektir. Böylece sanki “Kurbanlıklar şöyle dursun, onların gerdanlıklarına bile hürmetsizlik yapmayın” buyrulmuş olmaktadır. “Kâ‘be’yi ziyâret kastedenlere de hürmetsizlik yapmayın” ifâdesinden, özellikle Müslümanların kastedilmesi durumunda burada bir nesh söz konusu olmaz. Bu durumda onların aradıkları “Fazl (kâr)”; hac yolculuğunda yaptıkları meşrû ticâret olarak değerlendirilir ve böylece kendilerinin ticâretine mâni olunmaması emredilmiş olur.