سُورَةُالْمَائِدَةِ | ١٠٩ | الجزء ٦ |
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ ﴿ ١٤ ﴾ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ ﴿ ١٥ ﴾ يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿ ١٦ ﴾ لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿ ١٧ ﴾
سُورَةُالْمَائِدَةِ | ١٠٩ | الجزء ٦ |
Mâide Sûresi | 109 | Cüz 6 |
14 (Yahudilerden olduğu gibi) “Gerçekten biz Nasrânîleriz!” demiş olan kimselerden de (Allâh’a ve Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dâhil tüm peygamber lere inanacaklarına dâir) kuvvetli sözlerini aldık. Ama onlar kendisiyle öğütlenmiş oldukları (emir ve yasaklara âit) şeylerden büyük bir hisseyi hemen unu tuverdiler. Biz de düşmanlık ve nefreti kıyâmet gününe ka dar onların arasına yapıştırdık. Yakında Allâh onlara (dünyadayken) sanat hâ linde yapmakta bulunmuş oldukları (söz bozma ve emirleri kırma gibi kötü) şeyleri(n gerçek yüzünü) tam manasıyla haber verecektir.
Âyet-i celîlede, Hristiyanların da Yahudiler gibi Allâh-u Te`âlâ’ya verdikleri sözleri bozduklarına temas edilmiştir. Burada: “Nasârâdan” buyrulmayıp, “Biz Na sârâyız diyenlerden” buyrulması mânidardır. Zira böy lece onların Nasrâniyet dini üzere olduklarını iddia et tikleri, fakat dinlerinin gereğince amel etmedikleri için, özellikle de Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`i müjdeleyen İncîl’e ters düştüklerinden dolayı hakikî din üzere olmadıkları açıklanmak istenmiştir. Ayrıca burada Hristiyanların, kendilerine “Allâh’ın yardımcıları” anlamına gelen “Nasârâ” lakabını taktık larına, fakat yaptıkları işin, Allâh’a değil, şeytana yar dım olduğuna işaret edilmiştir. Dolayısıyla âyet-i celîle den maksat; Allâh’a yardım hususunda kendilerinden alınan sözü bozdukları için Hristiyanları kınamaktır. Burada aralarına kin ve nefret sokulduğu bildirilen fırkalar, Yahudi ve Hristiyanlar olabilir. Nitekim İmam-ı Hasen (Radıyallâhu anh) gibi birtakım müfessirler bu gö rüştedirler. Ama Rabî` (Radıyallâhu anh)dan rivayet edilen, Zeccâc ve Taberî (Rahimehumellâh) tarafından da tercih edilen görüşe göre; aralarına kin ve nefret sokulan topluluklar, Katolik, Ortodoks ve Protestan gibi Hristiyan fırkalarıdır. Nitekim bu âyet-i kerîmenin bir tezâhürü olarak, bu fırkaların her biri, diğerlerini kâfir saymakta ve kendilerine has olan mabetlerine girmelerine izin vermemektedirler.
15 Ey kitap ehli (olan Yahudi ve Hristiyanlar)! Gerçekten de size Rasûlümüz gelmiştir ki; o size kitap(larınızın beyan etmiş olduğu; Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in tanıtımı ve recm âyeti gibi konular)dan gizlemekte bulunmuş olduğunuz şeylerin birçoğunu iyice açıklamaktadır, (açıklanması gerekmeyen meselelerin) birçoklarını da affetmektedir. Muhakkak ki Allâh’tan size (karan lıkları aydınla tan) büyük bir nur (sahibi Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)) ve (gizli gerçekleri) açıklayıcı/(mûcizesi) apaçık/pek yüce bir kitap (olan Kur’ân-ı Kerîm) gelmiştir.
Yahudi ve Hristiyanların kendi kitaplarında bulunan meselelerden gizlemiş oldukları konular, Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in sıfatları, Tevrât’taki recm âyeti, İncîl’de Îsâ (Aleyhisselâm) ın Ahmed (Aleyhisselâm)ı müjdelemesi gibi meselelerdir. Cumartesi günü balık avladıkları için maymuna döndürülen kimselerin kıssası da onların gizlediklerindendir. Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in affettiği birçok mesele ise; dinî bir mecburiyet olmadıkça, onları son derece rezil etmemek için açıklamadığı meselelerdir. Nitekim Yahudi ulemâsından biri bunu denemek üzere Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`e gelerek konu açmış fakat Rasûlullâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirerek kendisine hiç cevap vermemiştir. Bunun üzerine o Yahudi, arkadaşlarına: “Ben onu, söyledikle rinde doğru biri olarak görüyorum. Çünkü onun kitabında bizi rezil edecek şeyleri açıklamayacağı yazılmakta dır ki o da bu vasfa tam uygun hareket etti!” demiştir.
16 Rızasına hakkıyla uymuş bulunanları Allâh onun (okuduğu Kur’ân)la kurtuluş yollarına/ Selâm (olan Allâh-u Te’âlâ’n)ın yollarına/ eriştirir ve Kendi izniyle (dileyip muvaffak kılmasıyla) onları (kâfirliğin) karanlıklar(ın)dan (İslâm’ın) nur (un)a çıkarır, ayrıca kendilerini (Zât’ının rızasına kavuşturacak olan) dosdoğru bir yola eriştirir.
17 Andolsun ki; “Gerçekten Allâh, Meryem oğlu Mesîh’in ta kendisidir!” demiş olan kimseler şüphesiz kâfir olmuştur. (Habîbim! Bu iddiada olanlara) de ki: “Peki O (Allâh-u Te`âlâ), Meryem oğlu Mesîh’i, an nesini ve yerde bulunanları topluca helâk etmek is terse, Allâh’tan (zuhûr edecek bu yöndeki bir irâde ve kudreti geri çevirme hususunda) en ufak bir şeye kim mâlik olabilir?! (Diğer mümkin varlıklar gibi, İlâhî kudrete bağımlı olup, yok olmaya mahkûm olan yaratıkların ilâhlıkla ne alâkası olabilir?!)” Göklerin, yer(ler)in ve ikisi arasındakilerin mülkü (saltanat ve hükümrânlığı) ancak Allâh’a âittir. O dilediğini yaratır. Allâh (Âdem (Aleyhisselâm)ı erkeksiz ve dişisiz, eşini dişisiz, Îsâ (Aleyhisselâm)ı ise erkeksiz yaratmak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
Mâide Sûresi | 109 | Cüz 6 |