v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
109
Cuz 6
14﴿ “Gerçekten biz Nasrânîleriz” demiş olan kimselerden de (Yahûdîlerden aldığımız gibi, Allâh’a ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dâhil tüm peygamberlere inanacaklarına dâir) kuvvetli sözlerini almıştık. Ama onlar kendisiyle öğütlenmiş oldukları (emir ve yasaklara âit) şeylerden büyük bir hisseyi hemen bırakıverdiler. Biz de düşmanlık ve nefreti kıyâmet gününe kadar onların arasına yapıştırdık. Yakında Allâh onlara (dünyâdayken) sanat hâlinde yapmakta bulunmuş oldukları (söz bozma ve emirleri kırma gibi kötü) şeyleri(n gerçek yüzünü) tam mânâsıyla haber verecektir. Âyet-i celîlede, Hristiyanların da Yahûdîler gibi Allâh-u Te‘âlâ’ya verdikleri sözleri bozduklarına temâs edilmiştir. Burada “Nasârâdan” buyrulmayıp, “Biz Nasârâyız diyenlerden” buyrulması mânidardır. Zîrâ böylece onların nasrâniyet dîni üzere olduklarını iddiâ ettikleri, fakat dinlerinin gereğince amel etmedikleri için, özellikle de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i müjdeleyen İncîl’e ters düştüklerinden dolayı hakîkî din üzere olmadıkları açıklanmak istenmiştir. Ayrıca burada Hristiyanların, kendilerine “Allâh’ın yardımcıları” anlamına gelen “Nasârâ” lakabını taktıklarına, fakat yaptıkları işin Allâh’a değil, şeytana yardım olduğuna işâret edilmiştir. Dolayısıyla âyet-i celîleden maksad; Allâh’a yardım husûsunda kendilerinden alınan sözü bozdukları için Hristiyanları kınamaktır. Burada aralarına kin ve nefret sokulduğu bildirilen fırkalar, Yahûdî ve Hristiyanlar olabilir. Nitekim İmâm-ı Hasen (Radıyallâhu Anh) gibi birtakım müfessirler bu görüştedirler. Ama Rabî‘ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen, Zeccâc ve Taberî (Rahimehumellâh) tarafından da tercih edilen görüşe göre; aralarına kin ve nefret sokulan topluluklar Hristiyanlarıdır. Nitekim bu âyet-i kerîmenin bir tezâhürü olarak Katolik, Ortodoks ve Protestan gibi Hristiyan fırkalarından her biri diğerlerini kâfir saymakta ve kendilerine has olan mâbetlerine girmelerine bile izin vermemektedirler.
15﴿ Ey Kitap Ehli (olan Yahûdî ve Hristiyanlar)! Gerçekten de size Rasûlümüz gelmiştir ki; o size kitap(larınızın beyân etmiş olduğu; Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in tanıtımı ve recm âyeti gibi konular)dan gizlemekte bulunmuş olduğunuz şeylerin birçoğunu iyice açıklamaktadır, (açıklanması gerekmeyen meselelerin) birçokların(ı yüzünüze vurmak)dan da vazgeçmektedir. Muhakkak ki Allâh’tan size (karanlıkları aydınlatan) büyük bir nûr (sâhibi Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)) ve (gizli gerçekleri) açıklayıcı/(mûcizesi) apaçık/ pek yüce bir kitap (olan Kur’ân-ı Kerîm) gelmiştir. Yahûdî ve Hristiyanların kendi kitaplarında bulunan meselelerden gizlemiş oldukları konular, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sıfatları, Tevrât’taki recm âyeti, İncîl’de Îsâ (Aleyhisselâm)ın Ahmed (Aleyhisselâm)ı müjdelemesi gibi meselelerdir. Cumartesi günü balık avladıkları için maymuna döndürülen kimselerin kıssası da onların gizlediklerindendir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in afv ettiği birçok konu ise; dînî bir mecbûriyet olmadıkça onları son derece rezil etmemek için açıklamadığı meselelerdir. Nitekim Yahûdî ulemâsından biri bunu denemek üzere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek konu açmış fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirerek kendisine hiç cevap vermemiştir. Bunun üzerine o Yahûdî, arkadaşlarına: “Ben onu, söylediklerinde doğru biri olarak görüyorum. Çünkü onun kitabında bizi rezil edecek şeyleri açıklamayacağı yazılmaktadır ki o da bu vasfa tam uygun hareket etti” demiştir.
16﴿ Rızâsına (ulaştıracak inanç ve amellere) hakkıyla tâbi olmuş kimseleri Allâh onun (okuduğu Kur’ân)la kurtuluş yollarına /selâm (olan Allâh-u Te‘âlâ’n)ın yollarına/ eriştirir ve Kendi izni (ve dileyip muvaffak kılması) ile onları (kâfirliğin) karanlıklar(ın)dan (İslâm’ın) nûr(un)a çıkarır, ayrıca kendilerini (Zâtının rızâsına kavuşturacak olan) dosdoğru bir yola eriştirir.
17﴿ Andolsun ki; “Gerçekten Allâh, Meryem oğlu Mesîh’in ta kendisidir” demiş olan kimseler şüphesiz kâfir olmuştur. (Habîbim! Bu iddiâda olanlara) de ki: “Peki O (Allâh-u Te‘âlâ), Meryem oğlu Mesîh’i de, annesini de, yerde bulunanları da topluca helâk etmek isterse, artık Allâh’tan (zuhûr edecek bu yöndeki bir irâde ve kudreti geri çevirme husûsunda) en ufak bir şeye kim mâlik olabilir?! (Varlığı ve yokluğu İlâhî kudrete bağımlı olup, yok olmaya mahkûm olan yaratılmışların ilâhlıkla ne alâkası olabilir?!)” Hâlbuki göklerin, yer(ler)in ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti (saltanat ve hükümrânlığı) ancak Allâh’a âittir. O dilediğini yaratır. Zâten Allâh (Âdem (Aleyhisselâm)ı babasız ve annesiz, eşini annesiz, Îsâ (Aleyhisselâm)ı ise babasız yaratmak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٦
١٠٩
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ ﴿١٤
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ ﴿١٥
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿١٦
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١٧
Mâide Sûresi
109
Cuz 6
وَمِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰٓى اَخَذْنَا م۪يثَاقَهُمْ فَنَسُوا حَظًّا مِمَّا ذُكِّرُوا بِه۪ۖ فَاَغْرَيْنَا بَيْنَهُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَٓاءَ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِۜ وَسَوْفَ يُنَبِّئُهُمُ اللّٰهُ بِمَا كَانُوا يَصْنَعُونَ ﴿١٤
14﴿ “Gerçekten biz Nasrânîleriz” demiş olan kimselerden de (Yahûdîlerden aldığımız gibi, Allâh’a ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) dâhil tüm peygamberlere inanacaklarına dâir) kuvvetli sözlerini almıştık. Ama onlar kendisiyle öğütlenmiş oldukları (emir ve yasaklara âit) şeylerden büyük bir hisseyi hemen bırakıverdiler. Biz de düşmanlık ve nefreti kıyâmet gününe kadar onların arasına yapıştırdık. Yakında Allâh onlara (dünyâdayken) sanat hâlinde yapmakta bulunmuş oldukları (söz bozma ve emirleri kırma gibi kötü) şeyleri(n gerçek yüzünü) tam mânâsıyla haber verecektir. Âyet-i celîlede, Hristiyanların da Yahûdîler gibi Allâh-u Te‘âlâ’ya verdikleri sözleri bozduklarına temâs edilmiştir. Burada “Nasârâdan” buyrulmayıp, “Biz Nasârâyız diyenlerden” buyrulması mânidardır. Zîrâ böylece onların nasrâniyet dîni üzere olduklarını iddiâ ettikleri, fakat dinlerinin gereğince amel etmedikleri için, özellikle de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i müjdeleyen İncîl’e ters düştüklerinden dolayı hakîkî din üzere olmadıkları açıklanmak istenmiştir. Ayrıca burada Hristiyanların, kendilerine “Allâh’ın yardımcıları” anlamına gelen “Nasârâ” lakabını taktıklarına, fakat yaptıkları işin Allâh’a değil, şeytana yardım olduğuna işâret edilmiştir. Dolayısıyla âyet-i celîleden maksad; Allâh’a yardım husûsunda kendilerinden alınan sözü bozdukları için Hristiyanları kınamaktır. Burada aralarına kin ve nefret sokulduğu bildirilen fırkalar, Yahûdî ve Hristiyanlar olabilir. Nitekim İmâm-ı Hasen (Radıyallâhu Anh) gibi birtakım müfessirler bu görüştedirler. Ama Rabî‘ (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen, Zeccâc ve Taberî (Rahimehumellâh) tarafından da tercih edilen görüşe göre; aralarına kin ve nefret sokulan topluluklar Hristiyanlarıdır. Nitekim bu âyet-i kerîmenin bir tezâhürü olarak Katolik, Ortodoks ve Protestan gibi Hristiyan fırkalarından her biri diğerlerini kâfir saymakta ve kendilerine has olan mâbetlerine girmelerine bile izin vermemektedirler.
يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ ﴿١٥
15﴿ Ey Kitap Ehli (olan Yahûdî ve Hristiyanlar)! Gerçekten de size Rasûlümüz gelmiştir ki; o size kitap(larınızın beyân etmiş olduğu; Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in tanıtımı ve recm âyeti gibi konular)dan gizlemekte bulunmuş olduğunuz şeylerin birçoğunu iyice açıklamaktadır, (açıklanması gerekmeyen meselelerin) birçokların(ı yüzünüze vurmak)dan da vazgeçmektedir. Muhakkak ki Allâh’tan size (karanlıkları aydınlatan) büyük bir nûr (sâhibi Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)) ve (gizli gerçekleri) açıklayıcı/(mûcizesi) apaçık/ pek yüce bir kitap (olan Kur’ân-ı Kerîm) gelmiştir. Yahûdî ve Hristiyanların kendi kitaplarında bulunan meselelerden gizlemiş oldukları konular, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sıfatları, Tevrât’taki recm âyeti, İncîl’de Îsâ (Aleyhisselâm)ın Ahmed (Aleyhisselâm)ı müjdelemesi gibi meselelerdir. Cumartesi günü balık avladıkları için maymuna döndürülen kimselerin kıssası da onların gizlediklerindendir. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in afv ettiği birçok konu ise; dînî bir mecbûriyet olmadıkça onları son derece rezil etmemek için açıklamadığı meselelerdir. Nitekim Yahûdî ulemâsından biri bunu denemek üzere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek konu açmış fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirerek kendisine hiç cevap vermemiştir. Bunun üzerine o Yahûdî, arkadaşlarına: “Ben onu, söylediklerinde doğru biri olarak görüyorum. Çünkü onun kitabında bizi rezil edecek şeyleri açıklamayacağı yazılmaktadır ki o da bu vasfa tam uygun hareket etti” demiştir.
يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪ وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿١٦
16﴿ Rızâsına (ulaştıracak inanç ve amellere) hakkıyla tâbi olmuş kimseleri Allâh onun (okuduğu Kur’ân)la kurtuluş yollarına /selâm (olan Allâh-u Te‘âlâ’n)ın yollarına/ eriştirir ve Kendi izni (ve dileyip muvaffak kılması) ile onları (kâfirliğin) karanlıklar(ın)dan (İslâm’ın) nûr(un)a çıkarır, ayrıca kendilerini (Zâtının rızâsına kavuşturacak olan) dosdoğru bir yola eriştirir.
لَقَدْ كَفَرَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْمَس۪يحُ ابْنُ مَرْيَمَۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ اَنْ يُهْلِكَ الْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًاۜ وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١٧
17﴿ Andolsun ki; “Gerçekten Allâh, Meryem oğlu Mesîh’in ta kendisidir” demiş olan kimseler şüphesiz kâfir olmuştur. (Habîbim! Bu iddiâda olanlara) de ki: “Peki O (Allâh-u Te‘âlâ), Meryem oğlu Mesîh’i de, annesini de, yerde bulunanları da topluca helâk etmek isterse, artık Allâh’tan (zuhûr edecek bu yöndeki bir irâde ve kudreti geri çevirme husûsunda) en ufak bir şeye kim mâlik olabilir?! (Varlığı ve yokluğu İlâhî kudrete bağımlı olup, yok olmaya mahkûm olan yaratılmışların ilâhlıkla ne alâkası olabilir?!)” Hâlbuki göklerin, yer(ler)in ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti (saltanat ve hükümrânlığı) ancak Allâh’a âittir. O dilediğini yaratır. Zâten Allâh (Âdem (Aleyhisselâm)ı babasız ve annesiz, eşini annesiz, Îsâ (Aleyhisselâm)ı ise babasız yaratmak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.