v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
111
Cuz 6
24﴿ Onlar da: “Ey Mûsâ! Şüphesiz ki onlar orada durduğu sürece biz oraya kesinlikle ebediyyen girmeyeceğiz. O hâlde sen Rabbinle birlikte git! Artık ikiniz (onlarla) savaşın. Gerçekten de biz işte burada oturucu kimseleriz” dediler.
25﴿ O (zaman Mûsâ (Aleyhisselâm) üzüntü ve şikâyetini dile getirmek üzere): “Ey Rabbim! Şüphesiz ki ben (Senin dînine yardım için) kendimden ve kardeşimden başkasına (söz geçirme imkânına) mâlik olamıyorum. Artık Sen bizim aramızla o (yoldan çıkmış) fâsıklar toplumu arasında ayırım yap (da herkese hak ettiğini ver)” dedi.
26﴿ O (vakit Allâh-u Te‘âlâ): “(Emrime karşı geldikleri için) muhakkak orası(nı fethetmek) onlar üzerine kırk sene yasaklanmıştır. Onlar o (bulundukları) yerde şaşkınca dolaşacaklardır. Artık sen (‘Başlarına niye bu cezâlar geldi’ diye) o fâsıklar topluluğuna karşı mahzun olma. (Çünkü onlar bunu hak ettiler)” buyurdu.
27﴿ O (Ehl-i Kitap’tan seni kıskana)nlara Âdem’in (Hâbîl ve Kābîl ismindeki) iki oğlunun haberini de (dosdoğru ve) hak (bir beyân) ile art arda oku. Hani o ikisi (biri koç, diğeri buğday olmak üzere kendilerini Allâh-u Te‘âlâ’ya yaklaştıracak şeylerden) bir kurban takdîm etmişlerdi de, onların birinden (bu kurbanı) kabûl edilmiş, diğerindense kabûl edilmemişti. O (kurbanı kabûl edilmeyen Kābîl diğerine): “Andolsun ki; seni elbette öldüreceğim” demişti. O da demişti ki: “Allâh ancak takvâ sâhiplerinden (kurbanlarını) kabûl eder. (Senin başına gelen benden değil, takvâyı terk ettiğindendir. Öyleyse sen beni ne diye öldüreceksin?!) İbnü Abbâs ve İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anhüm) gibi birçok sahâbeden nakledildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ hikmeti gereği Âdem (Aleyhisselâm)a kız çocuklarıyla erkek çocuklarını evlendirmeyi meşrû etmişti. Havvâ anamız her hâmile kalışında bir kız bir oğlan doğuruyordu, böylece her erkek, kendi ikiziyle değil de diğer kardeşinin ikiziyle evlenebiliyordu. Netîcede Âdemoğulları dört kuşak sonra amca kızlarıyla evlenmeye başladığında kız kardeşlerle nikâh müsâadesi kaldırıldı. Rivâyetlere göre; Âdem ile Havvâ (Aleyhimesselâm)ın yeryüzüne inişinden yüz sene kadar sonra birleşmeleri netîcesinde, önce Kābil ile ikizi İklîmâ bir batında, iki sene sonra da Hâbil ile ikizi Lübûdâ bir batında dünyâya gelmiştiler. Kābîl ziraatçılıkla, Hâbîl ise hayvancılıkla uğraşmaktaydı. Kābîl’in ikizi olan kız güzel olup, Hâbîl’in ikizi ise çirkin olduğundan Kābîl: “Ben benimle doğan kız kardeşimle evlenme hakkına daha çok sâhibim” diyerek, Hâbîl’in evleneceği kıza tâlip olunca Âdem (Aleyhisselâm) buna râzı olmadı. Fakat Kābîl: “Bu söylediğin, Allâh’ın emri olmayıp senin kendi görüşündür” diyerek babasına îtirâz etti. Bunun üzerine Âdem (Aleyhisselâm) iki oğluna: “Allâh için birer kurban sunun, kimin kurbanı kabûl olursa o kızı onunla evlendireceğim” dedi. Böylece Hâbîl (Aleyhisselâm), sürüsü içindeki en sevdiği koyunu getirdi. Kābîl ise ekini içerisindeki en âdî buğdayları seçti, hattâ cimriliğinden dolayı gözüne çarpan büyük bir başağı ayırıp ovalayarak yedi. O zaman insanlar Allâh’a yaklaşmak için bir şey ortaya koyarlar, Allâh-u Te‘âlâ da kabûl ettiğine ateş gönderir, kabûl olmayanı ise hâli üzere bırakırdı. İşte o sırada gökten bir ateş inerek Hâbîl’in kurbanını yedi (yaktı kül etti), Kābîl’in kurbanına ise dokunmadı. Daha sonra âyet-i kerîmelerde beyân edilen olaylar gelişti ve böylece ilk insan kanı, hem de kardeşinin eliyle dökülmüş oldu. (et-Taberî, et-Tefsîr, 8/322; es-Sa‘lebî, el-Keşf, 11/270-272; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 5/359-363; İbnü ‘Asâkîr, et-Târîh, 64/4; el-Beğavî, et-Tefsîr, 2/39; İbnü Kesîr, 3/76)
28﴿ Andolsun ki; sen beni öldüresin diye elini bana uzatsan da, ben seni öldüreyim diye elimi sana aslâ uzatıcı biri değilim. Çünkü gerçekten ben âlemlerin Rabbi olan Allâh’tan korkmaktayım.
29﴿ Şüphesiz ben isterim ki; sen kendi (kurbanının kabûl edilmemesine neden olan ana-babaya isyan, hased ve kin gibi) günah(lar)ınla birlikte benim günahımı (ve beni öldürmenin cezâsını) da yüklenesin ve böylece o (cehennem) ateşin(in) ayrılmaz adamlarından olasın. Ve işte sana! Zâlimlerin cezâsı ancak budur.” Hâbîl’in, kardeşinin cehennemlik olmasını istemesi, onun Allâh’ın hükmünü reddetmesi sebebiyle kâfir olduğunu bilmesi hasebiyledir. Geniş îzâh için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 6/453-454
30﴿ Nihâyet nefsi ona kardeşini öldürmeyi (süslü göstererek) kolaylaştırdı da o onu öldürdü ve bu yüzden kendisi (dînini de dünyâsını da) kaybedenlerden oldu.
31﴿ Sonra (kātil olan Kābîl, Hâbîl’in ölüsünü ne yapacağını bilmediği için şaşkın bir hâlde dolaşırken) Allâh ona kardeşinin (cesedinin kokmaya başlaması ile ortaya çıkan) kötü hâlini nasıl örteceğini göstersin diye yeri eşeleyen bir karga gönderdi. O (Kābîl diri karganın ölü kargayı nasıl gömdüğünü görünce): “Ey benim helâkim! (Neredesin? Gel, tam senin zamânın. Yazıklar olsun bana!) Ben işte bu karga gibi olmamdan ve kardeşimin (cesedinin) kötü hâlini örtmemden âciz mi oldum?!” dedi. Artık o, (kardeşini öldürdüğüne pişman olacağı yerde uzun süre onun cesedini sırtında taşıdığından ötürü) pişman olan kimselerden oldu.
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٦
١١١
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَٓا اَبَدًا مَا دَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ ﴿٢٤
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ ﴿٢٥
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟ ﴿٢٦
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿٢٧
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٢٨
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓواَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ ﴿٢٩
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٣٠
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ ﴿٣١
Mâide Sûresi
111
Cuz 6
قَالُوا يَا مُوسٰٓى اِنَّا لَنْ نَدْخُلَهَٓا اَبَدًا مَا دَامُوا ف۪يهَا فَاذْهَبْ اَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَٓا اِنَّا هٰهُنَا قَاعِدُونَ ﴿٢٤
24﴿ Onlar da: “Ey Mûsâ! Şüphesiz ki onlar orada durduğu sürece biz oraya kesinlikle ebediyyen girmeyeceğiz. O hâlde sen Rabbinle birlikte git! Artık ikiniz (onlarla) savaşın. Gerçekten de biz işte burada oturucu kimseleriz” dediler.
قَالَ رَبِّ اِنّ۪ي لَٓا اَمْلِكُ اِلَّا نَفْس۪ي وَاَخ۪ي فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ ﴿٢٥
25﴿ O (zaman Mûsâ (Aleyhisselâm) üzüntü ve şikâyetini dile getirmek üzere): “Ey Rabbim! Şüphesiz ki ben (Senin dînine yardım için) kendimden ve kardeşimden başkasına (söz geçirme imkânına) mâlik olamıyorum. Artık Sen bizim aramızla o (yoldan çıkmış) fâsıklar toplumu arasında ayırım yap (da herkese hak ettiğini ver)” dedi.
قَالَ فَاِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ اَرْبَع۪ينَ سَنَةًۚ يَت۪يهُونَ فِي الْاَرْضِ فَلَا تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِق۪ينَ۟ ﴿٢٦
26﴿ O (vakit Allâh-u Te‘âlâ): “(Emrime karşı geldikleri için) muhakkak orası(nı fethetmek) onlar üzerine kırk sene yasaklanmıştır. Onlar o (bulundukları) yerde şaşkınca dolaşacaklardır. Artık sen (‘Başlarına niye bu cezâlar geldi’ diye) o fâsıklar topluluğuna karşı mahzun olma. (Çünkü onlar bunu hak ettiler)” buyurdu.
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ ابْنَيْ اٰدَمَ بِالْحَقِّۢ اِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِنْ اَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الْاٰخَرِۜ قَالَ لَاَقْتُلَنَّكَۜ قَالَ اِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّٰهُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿٢٧
27﴿ O (Ehl-i Kitap’tan seni kıskana)nlara Âdem’in (Hâbîl ve Kābîl ismindeki) iki oğlunun haberini de (dosdoğru ve) hak (bir beyân) ile art arda oku. Hani o ikisi (biri koç, diğeri buğday olmak üzere kendilerini Allâh-u Te‘âlâ’ya yaklaştıracak şeylerden) bir kurban takdîm etmişlerdi de, onların birinden (bu kurbanı) kabûl edilmiş, diğerindense kabûl edilmemişti. O (kurbanı kabûl edilmeyen Kābîl diğerine): “Andolsun ki; seni elbette öldüreceğim” demişti. O da demişti ki: “Allâh ancak takvâ sâhiplerinden (kurbanlarını) kabûl eder. (Senin başına gelen benden değil, takvâyı terk ettiğindendir. Öyleyse sen beni ne diye öldüreceksin?!) İbnü Abbâs ve İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anhüm) gibi birçok sahâbeden nakledildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ hikmeti gereği Âdem (Aleyhisselâm)a kız çocuklarıyla erkek çocuklarını evlendirmeyi meşrû etmişti. Havvâ anamız her hâmile kalışında bir kız bir oğlan doğuruyordu, böylece her erkek, kendi ikiziyle değil de diğer kardeşinin ikiziyle evlenebiliyordu. Netîcede Âdemoğulları dört kuşak sonra amca kızlarıyla evlenmeye başladığında kız kardeşlerle nikâh müsâadesi kaldırıldı. Rivâyetlere göre; Âdem ile Havvâ (Aleyhimesselâm)ın yeryüzüne inişinden yüz sene kadar sonra birleşmeleri netîcesinde, önce Kābil ile ikizi İklîmâ bir batında, iki sene sonra da Hâbil ile ikizi Lübûdâ bir batında dünyâya gelmiştiler. Kābîl ziraatçılıkla, Hâbîl ise hayvancılıkla uğraşmaktaydı. Kābîl’in ikizi olan kız güzel olup, Hâbîl’in ikizi ise çirkin olduğundan Kābîl: “Ben benimle doğan kız kardeşimle evlenme hakkına daha çok sâhibim” diyerek, Hâbîl’in evleneceği kıza tâlip olunca Âdem (Aleyhisselâm) buna râzı olmadı. Fakat Kābîl: “Bu söylediğin, Allâh’ın emri olmayıp senin kendi görüşündür” diyerek babasına îtirâz etti. Bunun üzerine Âdem (Aleyhisselâm) iki oğluna: “Allâh için birer kurban sunun, kimin kurbanı kabûl olursa o kızı onunla evlendireceğim” dedi. Böylece Hâbîl (Aleyhisselâm), sürüsü içindeki en sevdiği koyunu getirdi. Kābîl ise ekini içerisindeki en âdî buğdayları seçti, hattâ cimriliğinden dolayı gözüne çarpan büyük bir başağı ayırıp ovalayarak yedi. O zaman insanlar Allâh’a yaklaşmak için bir şey ortaya koyarlar, Allâh-u Te‘âlâ da kabûl ettiğine ateş gönderir, kabûl olmayanı ise hâli üzere bırakırdı. İşte o sırada gökten bir ateş inerek Hâbîl’in kurbanını yedi (yaktı kül etti), Kābîl’in kurbanına ise dokunmadı. Daha sonra âyet-i kerîmelerde beyân edilen olaylar gelişti ve böylece ilk insan kanı, hem de kardeşinin eliyle dökülmüş oldu. (et-Taberî, et-Tefsîr, 8/322; es-Sa‘lebî, el-Keşf, 11/270-272; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 5/359-363; İbnü ‘Asâkîr, et-Târîh, 64/4; el-Beğavî, et-Tefsîr, 2/39; İbnü Kesîr, 3/76)
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَن۪ي مَٓا اَنَا۬ بِبَاسِطٍ يَدِيَ اِلَيْكَ لِاَقْتُلَكَۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٢٨
28﴿ Andolsun ki; sen beni öldüresin diye elini bana uzatsan da, ben seni öldüreyim diye elimi sana aslâ uzatıcı biri değilim. Çünkü gerçekten ben âlemlerin Rabbi olan Allâh’tan korkmaktayım.
اِنّ۪ٓي اُر۪يدُ اَنْ تَبُٓواَ بِاِثْم۪ي وَاِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِۚ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُا الظَّالِم۪ينَۚ ﴿٢٩
29﴿ Şüphesiz ben isterim ki; sen kendi (kurbanının kabûl edilmemesine neden olan ana-babaya isyan, hased ve kin gibi) günah(lar)ınla birlikte benim günahımı (ve beni öldürmenin cezâsını) da yüklenesin ve böylece o (cehennem) ateşin(in) ayrılmaz adamlarından olasın. Ve işte sana! Zâlimlerin cezâsı ancak budur.” Hâbîl’in, kardeşinin cehennemlik olmasını istemesi, onun Allâh’ın hükmünü reddetmesi sebebiyle kâfir olduğunu bilmesi hasebiyledir. Geniş îzâh için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 6/453-454
فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ اَخ۪يهِ فَقَتَلَهُ فَاَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٣٠
30﴿ Nihâyet nefsi ona kardeşini öldürmeyi (süslü göstererek) kolaylaştırdı da o onu öldürdü ve bu yüzden kendisi (dînini de dünyâsını da) kaybedenlerden oldu.
فَبَعَثَ اللّٰهُ غُرَابًا يَبْحَثُ فِي الْاَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَار۪ي سَوْاَةَ اَخ۪يهِۜ قَالَ يَا وَيْلَتٰٓى اَعَجَزْتُ اَنْ اَكُونَ مِثْلَ هٰذَا الْغُرَابِ فَاُوَارِيَ سَوْاَةَ اَخ۪يۚ فَاَصْبَحَ مِنَ النَّادِم۪ينَۚۛ ﴿٣١
31﴿ Sonra (kātil olan Kābîl, Hâbîl’in ölüsünü ne yapacağını bilmediği için şaşkın bir hâlde dolaşırken) Allâh ona kardeşinin (cesedinin kokmaya başlaması ile ortaya çıkan) kötü hâlini nasıl örteceğini göstersin diye yeri eşeleyen bir karga gönderdi. O (Kābîl diri karganın ölü kargayı nasıl gömdüğünü görünce): “Ey benim helâkim! (Neredesin? Gel, tam senin zamânın. Yazıklar olsun bana!) Ben işte bu karga gibi olmamdan ve kardeşimin (cesedinin) kötü hâlini örtmemden âciz mi oldum?!” dedi. Artık o, (kardeşini öldürdüğüne pişman olacağı yerde uzun süre onun cesedini sırtında taşıdığından ötürü) pişman olan kimselerden oldu.