v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
113
Cuz 6
37﴿ Onlar o (cehennemdeki) ateşten çıkmak isteyecekler, oysa kendileri ondan aslâ çıkacak kimseler değildirler. Onlar için sürekli olan pek büyük bir azap da vardır.
38﴿ Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadın(a gelince); her ikisinin (çalıp) kazanmış oldukları şeye karşılık Allâh’tan bir cezâ ve caydırıcı bir azap olsun için ikisinin de (sağ) ellerini (bileklerinden) kesin! Zâten Allâh (Kendi kānunlarına îtirâz edilemeyecek güce sâhip bir) Azîz’dir, (hırsızın kolunun kesilmesi gibi, teşrî ettiği tüm hükümlerde tam isâbet sâhibi bir) Hakîm’dir.
39﴿ Fakat (hırsızlardan) her kim (insanlara yaptığı bu) zulmünün ardından tevbe eder ve (kul haklarını ödeyerek işini) düzeltirse, şüphesiz ki Allâh onun tevbesini kabûl eder. Çünkü gerçekten Allâh (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (bozuk hâllerini düzeltenlere ziyâde acıyan bir) Rahîm’dir. Hırsızın elinin kesilmesini emreden bu hüküm; birçok münkir tarafından İslâm aleyhine kullanılan konuların başlıcalarındandır. İş kendilerine dokunduğunda hırsızın kafasını koparmaktan aşağı bir cezâya râzı olmayan bu kimseler; İslâm’ın, toplumun emniyeti için koyduğu böyle hikmetli bir hükme îtirâz ederek, bencilliklerini ortaya koymaktadırlar. Nitekim bu kişiler, yolda bulduğunu alana yâhut açlıktan ölecek durumda olana dahî bu hükmün uygulandığı gibi görüşler ortaya atarak İslâm’ı kötülemekte ve böyle önemli bir konuyu basite indirmektedirler. Hâlbuki İslâm’ın diğer cezâları gibi bu hükmün uygulanması da ağırlaştırılmış birtakım şartlara bağlı olmakla birlikte, hafifletici birçok husus da Şâri‘ tarafından açıklanmıştır ki bu meseleleri; Rûhu’l-Furkān Tefsîri’nin 7/77-97’de tafsîlâtlı bir şekilde bulabilirsiniz. Artık günümüzde hırsızlardan inim inim inleyen ve onlara verilen cezâları caydırıcı bulmayan, hapishâneleri de vazgeçirici olmaktan öte kötü yolda eğitici bulan okurlarımıza, Allâh’ın bu hükmünün hikmetini anlatmak için uzun söze hâcet olmasa gerektir!
40﴿ (Ey Habîbim ve ey muhâtap!) Bilmedin mi ki; şüphesiz Allâh (var ya); göklerin ve yerin mülkiyeti sâdece O’na âittir. O dilediğine azap eder, dilediği içinse (günahlarını) bağışlamada bulunur. Zâten Allâh (azap etme ve bağışlama dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
41﴿ Ey o Rasûl(-i zîşânım)! Kalpleri îmân etmediği hâlde dilleriyle “Îmân ettik” demiş olan o (münâfık) kişilerden ve o Yahûdî olmuş kimseler içerisinden, kendileri kâfirlik içinde (alabildiğine) koşuşan o kişiler(in İslâm’a karşı takındıkları hîlekârca tutum) seni üzmesin. (Bu kişiler hahamlarının uydurduğu) yalanı çokça dinley(ip kabûl ed)enlerdir /(senin sözlerine) yalan (yanlış şeyler katmak) için dikkatlice dinleyenlerdir/, (kibir ve nefretlerinin aşırılığından dolayı) sana gelmemiş diğer bir (Yahûdî) kavim (hesâbına câsusluk yapıp, senden duyduklarını onlara bildirmek) için de iyice dinleyenlerdir. Bu kişiler (kitaplarının) kelimeleri(ni Allâh tarafından) konulan yerlerinden sonra (oralardan kaydırıp) değiştirirler ve (sana fetvâ sormak için gönderdikleri kimselere): “İşte eğer size bu (bizim verdiğimiz hüküm) verilirse onu hemen alın. Eğer size bu (fetvâ) verilmezse (kabûlünden) sakının” derler. Zâten Allâh her kimin (kötü yolu seçtiğini bildiği için onun) fitne(lenme)sini (ve sapıtmasını) irâde ederse, (Habîbim!) artık sen onun için, Allâh’tan (gelecek irâdeyi savuşturmak husûsunda) aslâ hiçbir şeye mâlik olamazsın. İşte sana! Onlar ancak o kimselerdir ki; Allâh (kâfirliği seçtiklerini bildiği için) onların kalplerini (inkârdan) temizlemeyi murâd etmemiştir. Üstelik onlar için dünyâda büyük bir rüsvaylık vardır. Bu kişiler için âhirette de pek büyük bir azap vardır. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Hayber Yahûdîlerinin eşrâfından evlilik geçirmiş bir kadınla bir erkek zinâ ettiler. Tevrât’ta onların cezâsı recim idi. Yahûdîler onları recmetmek istemeyince: “Muhammed’in komşuları ve antlaşmalıları olan kardeşlerimiz Kureyzaoğullarına adam gönderip bu meseleyi sorduralım, zîrâ o, kolaylık içeren bir şerîatla gönderilmiş peygamberdir, eğer recimden başka bir cezâ verirse onu kabûl eder ve ‘Peygamberlerinden birinin fetvâsıdır’ diyerek onu Allâh nezdinde delil getiririz” deyip içlerinden bir cemâati yola çıkardılar ve onlara: “Eğer Muhammed size sopa cezâsını emredecek olursa kabûl edin, recmi emrederse ondan sakının” diyerek zinâ eden iki kişiyi de onlarla berâber gönderdiler. Kureyza ve Nadîroğulları onlara “Ona sorarsanız size istemediğiniz şeyi emredecektir” dedilerse de, onların ısrârı üzerine Kâ‘b ibnü Eşref’in de aralarında bulunduğu bir topluluk Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e geldiler. O kendilerine recim hükmünü verince bunu kabûl etmediler. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara Tevrât’taki hükmü sorunca “Biz zinâ edenleri rezil ederiz ve sopa cezâsına çarptırırız” dediler. Bunun üzerine Yahûdî ulemâsından İslâm’ı kabûl etmiş olan Abdullâh ibnü Selâm (Radıyallâhu Anh): “Yalan söylediniz, şüphesiz ki Tevrât’ta recim vardır” deyince Tevrât’ı getirip açtılar. O sırada içlerinden biri elini recim âyetinin üzerine koyarak öncesini ve sonrasını okurken orayı atlamak isteyince İbnü Selâm (Radıyallâhu Anh) ona: “Elini kaldır” dedi. Elini kaldırınca recmi emreden âyeti orada gördüler ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğru söylediğini anladılar ve bu durum karşısında hakîkati gizleyemeyen kâfirler Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hükmüne râzı olmak durumunda kaldılar, böylece o iki Yahûdî recmedildiler. (el-Buhârî, el-Menâkıb:23, rakam:3436, 3/1330; Müslim, el-Hudûd:6, rakam:1700, 3/1327) İşte bu ve sonrasındaki iki âyet-i kerîme bu konuda nâzil olmuştur. Kıssanın tafsîlâtı için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/105-109 Âyet-i celîlede geçen: “Onlar için dünyâda rüsvaylık vardır” cümle-i celîlesinin tefsîrinde müfessirler: “Bu hüküm dünyâda tahakkuk etmiştir nitekim bu yüzden münâfıklar dâimâ perdelerinin yırtılması (ve gizli kâfir olduklarının açığa çıkması) endişesiyle yaşarlar ve İslâm’ın yükselmesini gördükçe acı çekerler. Yahûdîlerse; yalan ve değiştirmeleri açığa çıktıkça bu rezâleti yaşarlar ve dâimâ Müslümanlara cizye ödemeye mahkûm kalırlar” demişlerdir.
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٦
١١٣
يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ ﴿٣٧
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٣٨
فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣٩
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٤٠
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿٤١
Mâide Sûresi
113
Cuz 6
يُر۪يدُونَ اَنْ يَخْرُجُوا مِنَ النَّارِ وَمَا هُمْ بِخَارِج۪ينَ مِنْهَاۘ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُق۪يمٌ ﴿٣٧
37﴿ Onlar o (cehennemdeki) ateşten çıkmak isteyecekler, oysa kendileri ondan aslâ çıkacak kimseler değildirler. Onlar için sürekli olan pek büyük bir azap da vardır.
وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُٓوا اَيْدِيَهُمَا جَزَٓاءً بِمَا كَسَبَا نَكَالًا مِنَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٣٨
38﴿ Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadın(a gelince); her ikisinin (çalıp) kazanmış oldukları şeye karşılık Allâh’tan bir cezâ ve caydırıcı bir azap olsun için ikisinin de (sağ) ellerini (bileklerinden) kesin! Zâten Allâh (Kendi kānunlarına îtirâz edilemeyecek güce sâhip bir) Azîz’dir, (hırsızın kolunun kesilmesi gibi, teşrî ettiği tüm hükümlerde tam isâbet sâhibi bir) Hakîm’dir.
فَمَنْ تَابَ مِنْ بَعْدِ ظُلْمِه۪ وَاَصْلَحَ فَاِنَّ اللّٰهَ يَتُوبُ عَلَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٣٩
39﴿ Fakat (hırsızlardan) her kim (insanlara yaptığı bu) zulmünün ardından tevbe eder ve (kul haklarını ödeyerek işini) düzeltirse, şüphesiz ki Allâh onun tevbesini kabûl eder. Çünkü gerçekten Allâh (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (bozuk hâllerini düzeltenlere ziyâde acıyan bir) Rahîm’dir. Hırsızın elinin kesilmesini emreden bu hüküm; birçok münkir tarafından İslâm aleyhine kullanılan konuların başlıcalarındandır. İş kendilerine dokunduğunda hırsızın kafasını koparmaktan aşağı bir cezâya râzı olmayan bu kimseler; İslâm’ın, toplumun emniyeti için koyduğu böyle hikmetli bir hükme îtirâz ederek, bencilliklerini ortaya koymaktadırlar. Nitekim bu kişiler, yolda bulduğunu alana yâhut açlıktan ölecek durumda olana dahî bu hükmün uygulandığı gibi görüşler ortaya atarak İslâm’ı kötülemekte ve böyle önemli bir konuyu basite indirmektedirler. Hâlbuki İslâm’ın diğer cezâları gibi bu hükmün uygulanması da ağırlaştırılmış birtakım şartlara bağlı olmakla birlikte, hafifletici birçok husus da Şâri‘ tarafından açıklanmıştır ki bu meseleleri; Rûhu’l-Furkān Tefsîri’nin 7/77-97’de tafsîlâtlı bir şekilde bulabilirsiniz. Artık günümüzde hırsızlardan inim inim inleyen ve onlara verilen cezâları caydırıcı bulmayan, hapishâneleri de vazgeçirici olmaktan öte kötü yolda eğitici bulan okurlarımıza, Allâh’ın bu hükmünün hikmetini anlatmak için uzun söze hâcet olmasa gerektir!
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٤٠
40﴿ (Ey Habîbim ve ey muhâtap!) Bilmedin mi ki; şüphesiz Allâh (var ya); göklerin ve yerin mülkiyeti sâdece O’na âittir. O dilediğine azap eder, dilediği içinse (günahlarını) bağışlamada bulunur. Zâten Allâh (azap etme ve bağışlama dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
يَٓا اَيُّهَا الرَّسُولُ لَا يَحْزُنْكَ الَّذ۪ينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ مِنَ الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاَفْوَاهِهِمْ وَلَمْ تُؤْمِنْ قُلُوبُهُمْۚ وَمِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ اٰخَر۪ينَۙ لَمْ يَأْتُوكَۜ يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِنْ بَعْدِ مَوَاضِعِه۪ۚ يَقُولُونَ اِنْ اُو۫ت۪يتُمْ هٰذَا فَخُذُوهُ وَاِنْ لَمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواۜ وَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ فِتْنَتَهُ فَلَنْ تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَمْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿٤١
41﴿ Ey o Rasûl(-i zîşânım)! Kalpleri îmân etmediği hâlde dilleriyle “Îmân ettik” demiş olan o (münâfık) kişilerden ve o Yahûdî olmuş kimseler içerisinden, kendileri kâfirlik içinde (alabildiğine) koşuşan o kişiler(in İslâm’a karşı takındıkları hîlekârca tutum) seni üzmesin. (Bu kişiler hahamlarının uydurduğu) yalanı çokça dinley(ip kabûl ed)enlerdir /(senin sözlerine) yalan (yanlış şeyler katmak) için dikkatlice dinleyenlerdir/, (kibir ve nefretlerinin aşırılığından dolayı) sana gelmemiş diğer bir (Yahûdî) kavim (hesâbına câsusluk yapıp, senden duyduklarını onlara bildirmek) için de iyice dinleyenlerdir. Bu kişiler (kitaplarının) kelimeleri(ni Allâh tarafından) konulan yerlerinden sonra (oralardan kaydırıp) değiştirirler ve (sana fetvâ sormak için gönderdikleri kimselere): “İşte eğer size bu (bizim verdiğimiz hüküm) verilirse onu hemen alın. Eğer size bu (fetvâ) verilmezse (kabûlünden) sakının” derler. Zâten Allâh her kimin (kötü yolu seçtiğini bildiği için onun) fitne(lenme)sini (ve sapıtmasını) irâde ederse, (Habîbim!) artık sen onun için, Allâh’tan (gelecek irâdeyi savuşturmak husûsunda) aslâ hiçbir şeye mâlik olamazsın. İşte sana! Onlar ancak o kimselerdir ki; Allâh (kâfirliği seçtiklerini bildiği için) onların kalplerini (inkârdan) temizlemeyi murâd etmemiştir. Üstelik onlar için dünyâda büyük bir rüsvaylık vardır. Bu kişiler için âhirette de pek büyük bir azap vardır. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Hayber Yahûdîlerinin eşrâfından evlilik geçirmiş bir kadınla bir erkek zinâ ettiler. Tevrât’ta onların cezâsı recim idi. Yahûdîler onları recmetmek istemeyince: “Muhammed’in komşuları ve antlaşmalıları olan kardeşlerimiz Kureyzaoğullarına adam gönderip bu meseleyi sorduralım, zîrâ o, kolaylık içeren bir şerîatla gönderilmiş peygamberdir, eğer recimden başka bir cezâ verirse onu kabûl eder ve ‘Peygamberlerinden birinin fetvâsıdır’ diyerek onu Allâh nezdinde delil getiririz” deyip içlerinden bir cemâati yola çıkardılar ve onlara: “Eğer Muhammed size sopa cezâsını emredecek olursa kabûl edin, recmi emrederse ondan sakının” diyerek zinâ eden iki kişiyi de onlarla berâber gönderdiler. Kureyza ve Nadîroğulları onlara “Ona sorarsanız size istemediğiniz şeyi emredecektir” dedilerse de, onların ısrârı üzerine Kâ‘b ibnü Eşref’in de aralarında bulunduğu bir topluluk Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e geldiler. O kendilerine recim hükmünü verince bunu kabûl etmediler. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlara Tevrât’taki hükmü sorunca “Biz zinâ edenleri rezil ederiz ve sopa cezâsına çarptırırız” dediler. Bunun üzerine Yahûdî ulemâsından İslâm’ı kabûl etmiş olan Abdullâh ibnü Selâm (Radıyallâhu Anh): “Yalan söylediniz, şüphesiz ki Tevrât’ta recim vardır” deyince Tevrât’ı getirip açtılar. O sırada içlerinden biri elini recim âyetinin üzerine koyarak öncesini ve sonrasını okurken orayı atlamak isteyince İbnü Selâm (Radıyallâhu Anh) ona: “Elini kaldır” dedi. Elini kaldırınca recmi emreden âyeti orada gördüler ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in doğru söylediğini anladılar ve bu durum karşısında hakîkati gizleyemeyen kâfirler Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hükmüne râzı olmak durumunda kaldılar, böylece o iki Yahûdî recmedildiler. (el-Buhârî, el-Menâkıb:23, rakam:3436, 3/1330; Müslim, el-Hudûd:6, rakam:1700, 3/1327) İşte bu ve sonrasındaki iki âyet-i kerîme bu konuda nâzil olmuştur. Kıssanın tafsîlâtı için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/105-109 Âyet-i celîlede geçen: “Onlar için dünyâda rüsvaylık vardır” cümle-i celîlesinin tefsîrinde müfessirler: “Bu hüküm dünyâda tahakkuk etmiştir nitekim bu yüzden münâfıklar dâimâ perdelerinin yırtılması (ve gizli kâfir olduklarının açığa çıkması) endişesiyle yaşarlar ve İslâm’ın yükselmesini gördükçe acı çekerler. Yahûdîlerse; yalan ve değiştirmeleri açığa çıktıkça bu rezâleti yaşarlar ve dâimâ Müslümanlara cizye ödemeye mahkûm kalırlar” demişlerdir.