v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
116
Cuz 6
51﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Yahûdîleri ve Hristiyanları (kendiniz için güvenecek, yardım edip yardım isteyecek ve ahbap gibi geçinecek) dostlar edinmeyin. (Çünkü) onların bir kısmı (size karşı) diğer bir kısmın dostlarıdır. Ama içinizden kim onları dost edinirse, artık şüphesiz ki o da onlardan (sayılacak)dır. Gerçekten Allâh (kâfirlerle dostluk kurarak hem kendilerine hem de müminlere haksızlık yapmış olan) o zâlimler toplumunu (doğruyu bulmaya) hidâyet etmez.
52﴿ (Habîbim!) Böylece sen kalplerinde (münâfıklık gibi) bir tür hastalık bulunan o (Abdullâh ibnü Übeyy gibi) kimselerin o (kâfir ola)nlar(a dostluk ve destek faaliyetleri) hakkında koşuştuklarını görürsün. (Bir yandan da) onlar (özür beyân etmek üzere): “(Kâfirlerin kazanması hâlinde bugünkü durumu tersine çevirecek) dönüp dolaşan bir felâket bize isâbet eder diye korkuyoruz” derler. Artık Allâh kesinlikle (Müslümanların lehine) bir fetih ya da (münâfıkların iç yüzünü ortaya çıkarıp onların öldürülmesiyle alâkalı) Kendi nezdinden bir emir getirecek de böylece onlar içlerinde gizlemiş oldukları (bu şüphecilik ve kâfirlik gibi kötü) şeylere karşı pişmanlık duyan kimseler olacaklardır.
53﴿ Îmân etmiş olan kimseler de (o fetih geldiği zaman birbirlerine münâfıkları göstererek, onların hâllerinden şaşkınlıklarını ifâde etmek üzere): “İşte bunlar, sizinle mutlaka berâber olduklarına dâir yeminlerinin en kuvvetlisiyle gerçekten Allâh’a and etmiş olan kimseler miydi?!” diyecek (ve böylece Allâh’ın kendilerine bahşetmiş olduğu ihlâs nîmetine hamdedecekler)dir. (İşte) bunların (inanarak değil de, gösteriş için yaptıkları bütün iyi) amelleri boşa gitmiştir, bu sebeple de onlar hüsrâna uğrayan (ve iki cihanı da kaybeden) kimseler olmuşturlar.
54﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! İçinizden her kim (İslâm) dîninden (ayrılıp, eski kâfirliğine) geri dönerse, (şunu iyi bilsin ki Allâh’a hiçbir zarar veremez. Çünkü Allâh’ın ona ihtiyâcı yoktur. Nitekim) yakında muhakkak Allâh (onları helâk ettikten sonra yerlerine) öyle değerli bir toplum getirecektir ki; O onları sevmektedir, onlar da O’nu sevmektedirler, müminlere karşı çok tevâzuludurlar, kâfirlere karşı çok serttirler, onlar Allâh yolunda cihâd ederler ve hiçbir tenkitçinin en ufak bir kınamasından korkmazlar. (Habîbim!) İşte sana! Bu (üstün sıfatlar), ancak Allâh’ın fazl(-u ihsân)ıdır ki onu dilediği kimseye verir. Zâten Allâh (her türlü geniş imkâna mâlik olan ve sâhip olduğu şeylerin bitmesinden korkmayan bir) Vâsi‘dir, (lütfuna kimin lâyık olduğu husûsu dâhil, her şeyi bilen bir) Alîm’dir. Kurtubî ve Hâzin gibi mûteber tefsirlerde zikredildiği üzere; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefât edince Medîne ve Mekke ehliyle, Abdikaysoğullarından olan Bahreyn ehlinin dışındaki bütün Araplar irtidâd ettiler. Lâkin bunların dinden dönmeleri iki kısım üzere oldu. Bir kısmı şerîat hükümlerinin tümünü terk ederek dinden çıktılar, Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) da Hâlid ibnü Velîd (Radıyallâhu Anh)ı ordularıyla birlikte onların üzerine gönderdi. Diğer birtakımları ise: “Namaz kılarız, oruç tutarız ama zekât vermeyiz. Allâh bizim mallarımızı gasp edemez” diyerek zekâtın farziyetini inkâr ettikleri için mürted oldular. Bunun üzerine Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) onlarla harp etmek isteyince sahâbe-i kirâm, kıble ehliyle savaşı hoş karşılamadılar. Fakat Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh): “Vallâhi namazla zekâtın arasını ayıranlarla harbedeceğim. Yemîn olsun ki; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ödedikleri bir keçi yavrusunu bile bana vermeyecek olurlarsa onlarla harbederim ve kimse gelmese tek başıma giderim” buyurarak birtakım orduları bu kabîlelerin üzerine yolladı. Böylece hepsi zekâtı kabûl ettiler. Bundan dolayı Ebû Husayn (Radıyallâhu Anh): “Peygamberlerden sonra Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh)dan daha üstün kimse doğmadı. Muhakkak ki o, mürtedlerle savaşma konusunda bir peygamber vazîfesi yaptı” demiştir. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/61) Bu âyet-i kerîmede mürtedlerin yerine getirileceği vaad edilen ve üstün sıfatlarla methedilen kavmin; ensâr, Yemen ehli, Farslar ve Türkler olduğuna dâir mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/200-207
55﴿ (Ey Müslümanlar!) Sizin velîniz (ve asıl dostunuz) ancak Allâh’tır, O’nun (dostluğuna tâbi olarak, O’ndan sonra gelen dostlarınız da) Rasûlüdür ve îmân etmiş olan o kimselerdir ki; onlar o (beş vakit olan farz) namazları dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler, bir de onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerine karşı tam bir teslîmiyetle) boyun eğici kimselerdir.
56﴿ Her kim de Allâh’ı, O’nun Rasûlünü ve îmân etmiş olan o kimseleri dost edinirse, şüphesiz ki (onlar Allâh’ın taraftarlarıdır ki) işte Allâh’ın hızbi (olan bu kişiler); ancak onlar gâlip (gelecek)lerdir.
57﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! O sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan dîniniz(le ilgili meseleler)i bir eğlence ve bir oyun (malzemesi) edinmiş bulunanları da, (diğer) kâfirleri de dostlar edinmeyin ve (kâfirlerle dostluk husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının. Eğer (gerçek mânâda) mümin kimseler olduysanız (kâfirlerle dostluktan el çekmeniz gerekir. Zîrâ hakîkî îmân din düşmanlarını dost edinmekle bağdaşmaz).
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٦
١١٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥١
فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ ﴿٥٢
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْۜ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِر۪ينَ ﴿٥٣
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٥٤
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ﴿٥٥
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟ ﴿٥٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٥٧
Mâide Sûresi
116
Cuz 6
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارٰٓى اَوْلِيَٓاءَۢ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۜ وَمَنْ يَتَوَلَّهُمْ مِنْكُمْ فَاِنَّهُ مِنْهُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥١
51﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Yahûdîleri ve Hristiyanları (kendiniz için güvenecek, yardım edip yardım isteyecek ve ahbap gibi geçinecek) dostlar edinmeyin. (Çünkü) onların bir kısmı (size karşı) diğer bir kısmın dostlarıdır. Ama içinizden kim onları dost edinirse, artık şüphesiz ki o da onlardan (sayılacak)dır. Gerçekten Allâh (kâfirlerle dostluk kurarak hem kendilerine hem de müminlere haksızlık yapmış olan) o zâlimler toplumunu (doğruyu bulmaya) hidâyet etmez.
فَتَرَى الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ ف۪يهِمْ يَقُولُونَ نَخْشٰٓى اَنْ تُص۪يبَنَا دَٓائِرَةٌۜ فَعَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ اَوْ اَمْرٍ مِنْ عِنْدِه۪ فَيُصْبِحُوا عَلٰى مَٓا اَسَرُّوا ف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ نَادِم۪ينَۜ ﴿٥٢
52﴿ (Habîbim!) Böylece sen kalplerinde (münâfıklık gibi) bir tür hastalık bulunan o (Abdullâh ibnü Übeyy gibi) kimselerin o (kâfir ola)nlar(a dostluk ve destek faaliyetleri) hakkında koşuştuklarını görürsün. (Bir yandan da) onlar (özür beyân etmek üzere): “(Kâfirlerin kazanması hâlinde bugünkü durumu tersine çevirecek) dönüp dolaşan bir felâket bize isâbet eder diye korkuyoruz” derler. Artık Allâh kesinlikle (Müslümanların lehine) bir fetih ya da (münâfıkların iç yüzünü ortaya çıkarıp onların öldürülmesiyle alâkalı) Kendi nezdinden bir emir getirecek de böylece onlar içlerinde gizlemiş oldukları (bu şüphecilik ve kâfirlik gibi kötü) şeylere karşı pişmanlık duyan kimseler olacaklardır.
وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْۙ اِنَّهُمْ لَمَعَكُمْۜ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْ فَاَصْبَحُوا خَاسِر۪ينَ ﴿٥٣
53﴿ Îmân etmiş olan kimseler de (o fetih geldiği zaman birbirlerine münâfıkları göstererek, onların hâllerinden şaşkınlıklarını ifâde etmek üzere): “İşte bunlar, sizinle mutlaka berâber olduklarına dâir yeminlerinin en kuvvetlisiyle gerçekten Allâh’a and etmiş olan kimseler miydi?!” diyecek (ve böylece Allâh’ın kendilerine bahşetmiş olduğu ihlâs nîmetine hamdedecekler)dir. (İşte) bunların (inanarak değil de, gösteriş için yaptıkları bütün iyi) amelleri boşa gitmiştir, bu sebeple de onlar hüsrâna uğrayan (ve iki cihanı da kaybeden) kimseler olmuşturlar.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَنْ يَرْتَدَّ مِنْكُمْ عَنْ د۪ينِه۪ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّٰهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُٓ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِر۪ينَۘ يُجَاهِدُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَلَا يَخَافُونَ لَوْمَةَ لَٓائِمٍۜ ذٰلِكَ فَضْلُ اللّٰهِ يُؤْت۪يهِ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٥٤
54﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! İçinizden her kim (İslâm) dîninden (ayrılıp, eski kâfirliğine) geri dönerse, (şunu iyi bilsin ki Allâh’a hiçbir zarar veremez. Çünkü Allâh’ın ona ihtiyâcı yoktur. Nitekim) yakında muhakkak Allâh (onları helâk ettikten sonra yerlerine) öyle değerli bir toplum getirecektir ki; O onları sevmektedir, onlar da O’nu sevmektedirler, müminlere karşı çok tevâzuludurlar, kâfirlere karşı çok serttirler, onlar Allâh yolunda cihâd ederler ve hiçbir tenkitçinin en ufak bir kınamasından korkmazlar. (Habîbim!) İşte sana! Bu (üstün sıfatlar), ancak Allâh’ın fazl(-u ihsân)ıdır ki onu dilediği kimseye verir. Zâten Allâh (her türlü geniş imkâna mâlik olan ve sâhip olduğu şeylerin bitmesinden korkmayan bir) Vâsi‘dir, (lütfuna kimin lâyık olduğu husûsu dâhil, her şeyi bilen bir) Alîm’dir. Kurtubî ve Hâzin gibi mûteber tefsirlerde zikredildiği üzere; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefât edince Medîne ve Mekke ehliyle, Abdikaysoğullarından olan Bahreyn ehlinin dışındaki bütün Araplar irtidâd ettiler. Lâkin bunların dinden dönmeleri iki kısım üzere oldu. Bir kısmı şerîat hükümlerinin tümünü terk ederek dinden çıktılar, Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) da Hâlid ibnü Velîd (Radıyallâhu Anh)ı ordularıyla birlikte onların üzerine gönderdi. Diğer birtakımları ise: “Namaz kılarız, oruç tutarız ama zekât vermeyiz. Allâh bizim mallarımızı gasp edemez” diyerek zekâtın farziyetini inkâr ettikleri için mürted oldular. Bunun üzerine Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) onlarla harp etmek isteyince sahâbe-i kirâm, kıble ehliyle savaşı hoş karşılamadılar. Fakat Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh): “Vallâhi namazla zekâtın arasını ayıranlarla harbedeceğim. Yemîn olsun ki; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ödedikleri bir keçi yavrusunu bile bana vermeyecek olurlarsa onlarla harbederim ve kimse gelmese tek başıma giderim” buyurarak birtakım orduları bu kabîlelerin üzerine yolladı. Böylece hepsi zekâtı kabûl ettiler. Bundan dolayı Ebû Husayn (Radıyallâhu Anh): “Peygamberlerden sonra Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh)dan daha üstün kimse doğmadı. Muhakkak ki o, mürtedlerle savaşma konusunda bir peygamber vazîfesi yaptı” demiştir. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/61) Bu âyet-i kerîmede mürtedlerin yerine getirileceği vaad edilen ve üstün sıfatlarla methedilen kavmin; ensâr, Yemen ehli, Farslar ve Türkler olduğuna dâir mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/200-207
اِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ يُق۪يمُونَ الصَّلٰوةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ ﴿٥٥
55﴿ (Ey Müslümanlar!) Sizin velîniz (ve asıl dostunuz) ancak Allâh’tır, O’nun (dostluğuna tâbi olarak, O’ndan sonra gelen dostlarınız da) Rasûlüdür ve îmân etmiş olan o kimselerdir ki; onlar o (beş vakit olan farz) namazları dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler, bir de onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın emirlerine karşı tam bir teslîmiyetle) boyun eğici kimselerdir.
وَمَنْ يَتَوَلَّ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا فَاِنَّ حِزْبَ اللّٰهِ هُمُ الْغَالِبُونَ۟ ﴿٥٦
56﴿ Her kim de Allâh’ı, O’nun Rasûlünü ve îmân etmiş olan o kimseleri dost edinirse, şüphesiz ki (onlar Allâh’ın taraftarlarıdır ki) işte Allâh’ın hızbi (olan bu kişiler); ancak onlar gâlip (gelecek)lerdir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ اَوْلِيَٓاءَۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿٥٧
57﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! O sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan dîniniz(le ilgili meseleler)i bir eğlence ve bir oyun (malzemesi) edinmiş bulunanları da, (diğer) kâfirleri de dostlar edinmeyin ve (kâfirlerle dostluk husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının. Eğer (gerçek mânâda) mümin kimseler olduysanız (kâfirlerle dostluktan el çekmeniz gerekir. Zîrâ hakîkî îmân din düşmanlarını dost edinmekle bağdaşmaz).