v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
120
Cuz 6
77﴿ (Habîbim!) De ki: “Ey Kitap Ehli! (Kiminiz Îsâ (Aleyhisselâm)ı ilâhlığa yükselterek, kiminiz de peygamberliğini inkâr ederek) dîniniz husûsunda (kendinizce de) hak olmayan bir şeyle haddi aşmayın. Bir topluluğun kötü arzularına da (aslâ) uymayın ki, gerçekten onlar (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in gönderilişinden) daha önce (kendi şerîatlarını yaşamaktan) sapmıştılar, (kendilerine uyan kimselerden) birçoğunu da saptırmıştılar ve (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gönderilince onu kıskanıp yalanlayarak) yolun doğrusundan sapıtmıştılar.”
78﴿ İsrâîloğullarından o kâfir olmuş kimseler, hem Dâvûd’un hem de Meryem oğlu Îsâ’nın lisânı üzere (indirilmiş olan Zebûr ve İncîl’de) lânetlenmiştir. İşte sana! Bu (lânete çarpılmaları), şu nedenledir ki; onlar (emirlere) isyân etmiştirler ve (Allâh tarafından konulan) haddi sürekli aşmakta bulunmuşturlar. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)nın beyânına göre; İsrâîloğullarının kâfirleri tüm peygamberlerin diliyle lânetlenmiştir. Nitekim Mûsâ (Aleyhisselâm)ın diliyle Tevrât’ta, Dâvûd (Aleyhisselâm)ın devrinde Zebûr’da, Îsâ (Aleyhisselâm) döneminde İncîl’de, Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in lisânıyla da Kur’ân-ı Kerîm’de bu lânet kendilerine ulaşmıştır. Dâvûd (Aleyhisselâm)ın lâneti, ashâb-ı sebt hakkında olmuştur. Cumartesi günü balık avlayarak haram işleyen bu kişiler Dâvûd (Aleyhisselâm)ın kavmi olup, Eyle denen yerde yaşamaktaydılar. A‘râf Sûresi’nin 163-166. âyet-i kerîmelerinde belirtildiği üzere; bu kavim haddi aşınca Dâvûd (Aleyhisselâm) onlara: “Ey Allâh! Onlara lâneti elbise gibi ve eteklikteki bağ yerlerine takılan kemer gibi giydir. Öyle ki; onları yarattıklarına bir âyet ve bir ibret yap” diye bedduâda bulunmuş, bunun üzerine o toplum maymunlara ve domuzlara dönüşmüştür. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/55; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 6/211) Îsâ (Aleyhisselâm) da, gökten inen sofradan yiyip içtikten sonra hâlâ inanmayan toplum hakkında: “Ey Allâh! Sofradan yedikten sonra kâfir olanlara, âlemlerden hiçbirine yapmadığın bir azap ile azap et ve cumartesi ashâbına lânet ettiğin gibi onlara da lânet et” diye bedduâda bulununca, aralarında hiçbir kadın ve çocuk bulunmayan beş bin kişilik topluluk domuzlar hâline gelmiştir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 2/327; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 7/357) Ayrıca Îsâ (Aleyhisselâm): “Ey Allâh! Bana ve anneme iftirâ edenlere lânet et ve onları alçak kimseler ve maymunlar yap” diye İsrâîloğullarına genel mânâda lânette bulunmuştur. (et-Taberî, rakam:12305-12306, 4/656)
79﴿ Onlar kendisini işlemiş oldukları bir münker(in benzerini işlemek)den birbirlerini engellemiyorlardı. Yapmakta oldukları bu (günahlara karşı nemelâzımcılık)(i), yemîn olsun ki; elbette ne kadar kötü olmuştu. İyiliği emredip kötülükten nehyetme vazîfelerini ihmâl edenlerin zemmi hakkındaki hadîs-i şerîf ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/403-415
80﴿ (Habîbim!) Sen o (Yahûdî ve Hristiya)nlardan birçoğunu (sana ve müminlere karşı kızgınlıklarından dolayı), o kâfir olmuş (müşrik ve kitapsız) kimselerle dostluk eder oldukları hâlde görürsün. Yemîn olsun ki; nefislerinin kendileri için önceden hazırlamış olduğu (bile bile inkârdan ibâret) o şey elbette ne kötü olmuştur ki, böylece Allâh kendilerine gazap etmiştir, bu nedenle de onlar azap içinde ebedî kalıcı kimselerdir.
81﴿ Eğer onlar Allâh’a da, o Nebî’ye de, ona indirilmiş olan (Kur’ân)a da (doğru dürüst) îmân etmiş olsalardı, o (müşrik ola)nları dostlar edinmezlerdi. Velâkin onlardan birçoğu (kendi dinlerine bağlılıktan bile çıkmış) fâsık kimselerdir.
82﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; îmân etmiş kimselere düşmanlık yönünden elbette insanların en şiddetlisi olarak gerçekten Yahûdîleri ve o şirk koşmuş olan kimseleri bulacaksın. Ama yemîn olsun ki; o îmân etmiş kimselere sevgi bakımından elbette o (insa)nların en yakını olarak da: “Şüphesiz biz Hristiyanlarız” demiş olan kimseleri bulacaksın. İşte sana! Bu (yakınlık), şu sebepledir ki; şüphesiz onlardan bir kısmı (ilim ve ibâdetle meşgul olan) keşişler ve (âhiret korkusuyla dünyâyı bırakıp manastıra kapanan) rahiplerdir, bir de gerçekten onlar (Yahûdîlerden farklı olarak, doğruyu anladıklarında hakkı kabûl etmekten ve ona uymaktan) büyüklük taslamazlar. Ebû Hayyân (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; bu âyet-i celîlede Hristiyanların, Müslümanlara dost olduğu açıklanmamış, ancak onların Yahûdîlerden ve müşriklerden daha yakın olduğu bildirilmiştir. Yahûdîlerin düşmanlıklarının şiddeti îzâha muhtaç değildir, zîrâ onların bâtıl inançlarına göre; din bakımından kendilerinden olmayan kimselere hangi yol ve şartla olursa olsun kötülük yapmak farzdır. Böylece öldürebildiklerini öldürürler, değilse malları gasp etmek, hırsızlık yapmak veyâhut çeşitli hîle, tuzak ve desîseler kurmak sûretiyle insanlara ellerinden gelen zararı yapmaya çalışırlar. Hristiyanların inancı ise böyle değildir; aksine onların dînine göre, başkalarına eziyet yapmak haramdır. Ama şu bilinmelidir ki; Hristiyanlar inanç konusunda Yahûdîlerden daha kötü durumdadırlar, zîrâ Yahûdîlerin inancının bozukluğu peygamberlik konusundayken, Hristiyanlarınki ise ilâhlık mevzuundadır. Cessâs ve Beğavî (Rahimehümellâh) gibi âlimler âyet-i kerîmenin bütün Hristiyanları kastetmediğini, bilakis Necâşî ve arkadaşları gibi İslâm’ı seçen bir tâife hakkında indiğini açıkladıktan sonra: “Müslümanları öldürmek, esir etmek, şehirlerini harap etmek, mescitlerini yıkmak ve mushaflarını yakmak gibi zulümler husûsunda Hristiyanlar da Yahûdîler gibidir” demişlerdir. Sebeb-i nüzulle ilgili rivâyetler de bu görüşü doğrular niteliktedir. Tafsîlât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/420-449
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٦
١٢٠
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يرًا وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟ ﴿٧٧
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ ﴿٧٨
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿٧٩
تَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ ﴿٨٠
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ فَاسِقُونَ ﴿٨١
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَانًا وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ﴿٨٢
Mâide Sûresi
120
Cuz 6
قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لَا تَغْلُوا ف۪ي د۪ينِكُمْ غَيْرَ الْحَقِّ وَلَا تَتَّبِعُٓوا اَهْوَٓاءَ قَوْمٍ قَدْ ضَلُّوا مِنْ قَبْلُ وَاَضَلُّوا كَث۪يرًا وَضَلُّوا عَنْ سَوَٓاءِ السَّب۪يلِ۟ ﴿٧٧
77﴿ (Habîbim!) De ki: “Ey Kitap Ehli! (Kiminiz Îsâ (Aleyhisselâm)ı ilâhlığa yükselterek, kiminiz de peygamberliğini inkâr ederek) dîniniz husûsunda (kendinizce de) hak olmayan bir şeyle haddi aşmayın. Bir topluluğun kötü arzularına da (aslâ) uymayın ki, gerçekten onlar (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in gönderilişinden) daha önce (kendi şerîatlarını yaşamaktan) sapmıştılar, (kendilerine uyan kimselerden) birçoğunu da saptırmıştılar ve (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) gönderilince onu kıskanıp yalanlayarak) yolun doğrusundan sapıtmıştılar.”
لُعِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى لِسَانِ دَاوُ۫دَ وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۜ ذٰلِكَ بِمَا عَصَوْا وَكَانُوا يَعْتَدُونَ ﴿٧٨
78﴿ İsrâîloğullarından o kâfir olmuş kimseler, hem Dâvûd’un hem de Meryem oğlu Îsâ’nın lisânı üzere (indirilmiş olan Zebûr ve İncîl’de) lânetlenmiştir. İşte sana! Bu (lânete çarpılmaları), şu nedenledir ki; onlar (emirlere) isyân etmiştirler ve (Allâh tarafından konulan) haddi sürekli aşmakta bulunmuşturlar. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)nın beyânına göre; İsrâîloğullarının kâfirleri tüm peygamberlerin diliyle lânetlenmiştir. Nitekim Mûsâ (Aleyhisselâm)ın diliyle Tevrât’ta, Dâvûd (Aleyhisselâm)ın devrinde Zebûr’da, Îsâ (Aleyhisselâm) döneminde İncîl’de, Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in lisânıyla da Kur’ân-ı Kerîm’de bu lânet kendilerine ulaşmıştır. Dâvûd (Aleyhisselâm)ın lâneti, ashâb-ı sebt hakkında olmuştur. Cumartesi günü balık avlayarak haram işleyen bu kişiler Dâvûd (Aleyhisselâm)ın kavmi olup, Eyle denen yerde yaşamaktaydılar. A‘râf Sûresi’nin 163-166. âyet-i kerîmelerinde belirtildiği üzere; bu kavim haddi aşınca Dâvûd (Aleyhisselâm) onlara: “Ey Allâh! Onlara lâneti elbise gibi ve eteklikteki bağ yerlerine takılan kemer gibi giydir. Öyle ki; onları yarattıklarına bir âyet ve bir ibret yap” diye bedduâda bulunmuş, bunun üzerine o toplum maymunlara ve domuzlara dönüşmüştür. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/55; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 6/211) Îsâ (Aleyhisselâm) da, gökten inen sofradan yiyip içtikten sonra hâlâ inanmayan toplum hakkında: “Ey Allâh! Sofradan yedikten sonra kâfir olanlara, âlemlerden hiçbirine yapmadığın bir azap ile azap et ve cumartesi ashâbına lânet ettiğin gibi onlara da lânet et” diye bedduâda bulununca, aralarında hiçbir kadın ve çocuk bulunmayan beş bin kişilik topluluk domuzlar hâline gelmiştir. (el-Beyzâvî, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 2/327; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 7/357) Ayrıca Îsâ (Aleyhisselâm): “Ey Allâh! Bana ve anneme iftirâ edenlere lânet et ve onları alçak kimseler ve maymunlar yap” diye İsrâîloğullarına genel mânâda lânette bulunmuştur. (et-Taberî, rakam:12305-12306, 4/656)
كَانُوا لَا يَتَنَاهَوْنَ عَنْ مُنْكَرٍ فَعَلُوهُۜ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿٧٩
79﴿ Onlar kendisini işlemiş oldukları bir münker(in benzerini işlemek)den birbirlerini engellemiyorlardı. Yapmakta oldukları bu (günahlara karşı nemelâzımcılık)(i), yemîn olsun ki; elbette ne kadar kötü olmuştu. İyiliği emredip kötülükten nehyetme vazîfelerini ihmâl edenlerin zemmi hakkındaki hadîs-i şerîf ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/403-415
تَرٰى كَث۪يرًا مِنْهُمْ يَتَوَلَّوْنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ لَبِئْسَ مَا قَدَّمَتْ لَهُمْ اَنْفُسُهُمْ اَنْ سَخِطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَفِي الْعَذَابِ هُمْ خَالِدُونَ ﴿٨٠
80﴿ (Habîbim!) Sen o (Yahûdî ve Hristiya)nlardan birçoğunu (sana ve müminlere karşı kızgınlıklarından dolayı), o kâfir olmuş (müşrik ve kitapsız) kimselerle dostluk eder oldukları hâlde görürsün. Yemîn olsun ki; nefislerinin kendileri için önceden hazırlamış olduğu (bile bile inkârdan ibâret) o şey elbette ne kötü olmuştur ki, böylece Allâh kendilerine gazap etmiştir, bu nedenle de onlar azap içinde ebedî kalıcı kimselerdir.
وَلَوْ كَانُوا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالنَّبِيِّ وَمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْهِ مَا اتَّخَذُوهُمْ اَوْلِيَٓاءَ وَلٰكِنَّ كَث۪يرًا مِنْهُمْ فَاسِقُونَ ﴿٨١
81﴿ Eğer onlar Allâh’a da, o Nebî’ye de, ona indirilmiş olan (Kur’ân)a da (doğru dürüst) îmân etmiş olsalardı, o (müşrik ola)nları dostlar edinmezlerdi. Velâkin onlardan birçoğu (kendi dinlerine bağlılıktan bile çıkmış) fâsık kimselerdir.
لَتَجِدَنَّ اَشَدَّ النَّاسِ عَدَاوَةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الْيَهُودَ وَالَّذ۪ينَ اَشْرَكُواۚ وَلَتَجِدَنَّ اَقْرَبَهُمْ مَوَدَّةً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا الَّذ۪ينَ قَالُٓوا اِنَّا نَصَارٰىۜ ذٰلِكَ بِاَنَّ مِنْهُمْ قِسّ۪يس۪ينَ وَرُهْبَانًا وَاَنَّهُمْ لَا يَسْتَكْبِرُونَ ﴿٨٢
82﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; îmân etmiş kimselere düşmanlık yönünden elbette insanların en şiddetlisi olarak gerçekten Yahûdîleri ve o şirk koşmuş olan kimseleri bulacaksın. Ama yemîn olsun ki; o îmân etmiş kimselere sevgi bakımından elbette o (insa)nların en yakını olarak da: “Şüphesiz biz Hristiyanlarız” demiş olan kimseleri bulacaksın. İşte sana! Bu (yakınlık), şu sebepledir ki; şüphesiz onlardan bir kısmı (ilim ve ibâdetle meşgul olan) keşişler ve (âhiret korkusuyla dünyâyı bırakıp manastıra kapanan) rahiplerdir, bir de gerçekten onlar (Yahûdîlerden farklı olarak, doğruyu anladıklarında hakkı kabûl etmekten ve ona uymaktan) büyüklük taslamazlar. Ebû Hayyân (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; bu âyet-i celîlede Hristiyanların, Müslümanlara dost olduğu açıklanmamış, ancak onların Yahûdîlerden ve müşriklerden daha yakın olduğu bildirilmiştir. Yahûdîlerin düşmanlıklarının şiddeti îzâha muhtaç değildir, zîrâ onların bâtıl inançlarına göre; din bakımından kendilerinden olmayan kimselere hangi yol ve şartla olursa olsun kötülük yapmak farzdır. Böylece öldürebildiklerini öldürürler, değilse malları gasp etmek, hırsızlık yapmak veyâhut çeşitli hîle, tuzak ve desîseler kurmak sûretiyle insanlara ellerinden gelen zararı yapmaya çalışırlar. Hristiyanların inancı ise böyle değildir; aksine onların dînine göre, başkalarına eziyet yapmak haramdır. Ama şu bilinmelidir ki; Hristiyanlar inanç konusunda Yahûdîlerden daha kötü durumdadırlar, zîrâ Yahûdîlerin inancının bozukluğu peygamberlik konusundayken, Hristiyanlarınki ise ilâhlık mevzuundadır. Cessâs ve Beğavî (Rahimehümellâh) gibi âlimler âyet-i kerîmenin bütün Hristiyanları kastetmediğini, bilakis Necâşî ve arkadaşları gibi İslâm’ı seçen bir tâife hakkında indiğini açıkladıktan sonra: “Müslümanları öldürmek, esir etmek, şehirlerini harap etmek, mescitlerini yıkmak ve mushaflarını yakmak gibi zulümler husûsunda Hristiyanlar da Yahûdîler gibidir” demişlerdir. Sebeb-i nüzulle ilgili rivâyetler de bu görüşü doğrular niteliktedir. Tafsîlât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 7/420-449