v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
121
Cuz 7
83﴿ (Habîbim! Hristiyan olan Habeşistan hükümdârı Necâşî ve yanında bulunan rahipler) o Rasûl’e indirilmiş olan (Kur’ân)ı (sahabe-i kirâmdan) işittikleri zaman, (kendi kitaplarından bildikleri için kolayca) tanımış oldukları o haktan dolayı sen onların (yanında olsaydın) gözlerini yaştan dolup taşar hâlde görürsün. Diyorlardı ki: “Ey Rabbimiz! Biz (işittiğimiz Kur’ân’a ve onu getiren Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e) îmân ettik. Artık bizi de (kıyâmet günü diğer ümmetler hakkında) şâhitlik yapacak olan /(İslâm’ın hak din olduğuna inanıp) şâhit olan/ (Müslüman topluluk)larla birlikte yaz. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; bu âyet-i kerîme Necâşî (Radıyallâhu Anh) ve arkadaşlarından bahsetmektedir, zira Ca‘fer-i Tayyâr (Radıyallâhu Anh) onlara Meryem ve Tâhâ sûrelerinden bâzı âyetler okuduğunda Necâşî (Radıyallâhu Anh) yerden bir saman çöpü alarak: “Allâh’a yemîn olsun ki; bu okunan, Allâh-u Te‘âlâ’nın İncîl’de buyurduğuna şu kadarcık bile ilâvede bulunmadı” dedi ve Ca‘fer (Radıyallâhu Anh) kırâatini bitirinceye kadar o heyet ağlamayı sürdürdü. Yine böylece Ca‘fer (Radıyallâhu Anh) ile birlikte Habeşistan’dan gelen heyete Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Yâsîn-i Şerîf okuduğunda onlar da ağladılar.
84﴿ Ne oldu bize de, Allâh’a ve bize gelmiş olan o hakka îmân etmeyelim?! Hâlbuki biz Rabbimizin bizi (peygamberler ve müminlerden oluşan) sâlihler topluluğu ile birlikte (cennete) girdirmesini arzulamaktayız /sâlihler topluluğu arasına girdirmesini arzulamaktayız/.”
85﴿ İşte (îtikatlarını belirtmek üzere) söylemiş oldukları şeyden dolayı Allâh onları, içinde ebediyyen kalıcı (olmaları takdîr edilmiş) kimseler olarak pek kıymetli cennetlerle mükâfatlandırmıştır ki; onların (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. (Ey muhâtap!) İşte sana! Bu (kıymetli sevaplar), ancak (îtikād ve amel bakımından) güzel iş yapanların (ve îtikādı düzgün olup amelleri güzel olanların) karşılığıdır.
86﴿ Ama o kimseler ki kâfir olmuşturlar ve Bizim âyetlerimizi yalanlamıştırlar, işte sana! Onlar ancak şiddetle tutuşturulmuş o (cehennem) ateşin(in) ayrılmaz arkadaşlarıdır.
87﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! (Râhipliğe özenip de, uyuma, eşinize yanaşma, et yeme ve koku sürme gibi) Allâh’ın sizin için helâl kılmış olduğu o temiz ve lezzetli şeyleri (kendinize) haram kılmayın ve (helâl-haramın tespiti hususunda ve helâlleri fazla tüketme noktasında) haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allâh haddi (hudûdu ve koyduğu sınırları) aşanları sevmez (onların yaptıklarına rızâ göstermez ve cezâlarını verir).
88﴿ Bir de Allâh’ın sizi rızıklandırmış olduğu şeylerden helâl, temiz ve lezzetli olanını yiyin ve O Allâh(ın hükümlerine isyan)dan hakkıyla sakının ki siz sâdece O’na îmân edici kimselersiniz.
89﴿ (Yanılma ve yanlış anlama yüzünden doğru sanıp da yaptığınız) yeminlerinizdeki lağiv sebebiyle Allâh sizi (cezâlandırmak üzere herhangi bir keffâretle) sorumlu tutmaz velâkin (kalplerinizin azmi sonucu) yeminleri sıkıca bağlamanız nedeniyle sizi mesûl tutar. Artık bunu (akdedip, bozmanızı)n keffâreti; âilenize yedirmekte olduğunuz şeyin orta (tabaka)-sından on fakiri yedirmektir yâhut onları giydirmektir ya da bir köle âzâd etmektir. Ama her kim (bunları yerine getirme imkânı) bulamazsa, (onun yapması gereken) üç gün oruç tutmaktır. (Ey mümin kişi!) İşte sana! Yemîn ettiğiniz (ve bozduğunuz) zaman yeminlerinizin keffâreti ancak budur. Ayrıca siz yeminlerinizi koruyun (önemli önemsiz her şeye yemîn etmeyin, yemîn ettiğiniz zaman -bozmak hayırlı değilse- bozmayın, aslında mümkün mertebe hiç yemîn etmeyin, bozduğunuzda da keffâret ödeyin) /yeminlerinizi (bozmak gerektiği zaman keffâret verebilmeniz için nasıl yaptığınızı unutmayıp) hâfızada tutun/. İşte sana! Allâh size (şerîat hükümlerini ortaya koyan) âyetlerini böylece (eşsiz bir beyanla) açıklıyor, tâ ki siz (dîniniz hakkındaki bu bilgilere erişme ve yaptığınız yanlışlardan kolayca kurtuluş yolunu öğrenme nîmetine) şükredesiniz. Yeminler; bozulduğunda keffâret gerektiren ve gerektirmeyen, bir de yemîn edenin hiçbir şekilde sorumlu olmayacağı yeminler olmak üzere üçe ayrılır. Keffâret gerektiren ve “Yemîn-i mün‘akide” diye adlandırılan birinci kısım, kişinin bir şeyi yapıp yapmayacağına dâir ettiği yeminlerdir ki; yemînini bozması durumunda âyet-i kerîmede beyân edilen dört türlü keffâretten biri gerekir. Keffâret gerektirmeyen yeminler ise; kişinin kasıtlı bir şekilde yalan yere yaptığı yeminlerdir ki; “Yemîn-i ğamûs” diye adlandırılan bu tür yeminler hiçbir keffâretle temizlenemeyecek kadar büyük bir günah olduğu için tevbe ve istiğfardan başka bir çıkış yolu yoktur. Ama kişi, doğru bildiğini sanarak bir şeye yemîn eder de, sonra onun öyle olmadığı anlaşılırsa, işte buna “Yemîn-i lağiv” denilir ki, bundan dolayı ne bir keffâret, ne de bir günah söz konusu değildir.
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٧
١٢١
وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿٨٣
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ ﴿٨٤
فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٨٥
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟ ﴿٨٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ ﴿٨٧
وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ ﴿٨٨
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٨٩
Mâide Sûresi
121
Cuz 7
وَاِذَا سَمِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَى الرَّسُولِ تَرٰٓى اَعْيُنَهُمْ تَف۪يضُ مِنَ الدَّمْعِ مِمَّا عَرَفُوا مِنَ الْحَقِّۚ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اٰمَنَّا فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿٨٣
83﴿ (Habîbim! Hristiyan olan Habeşistan hükümdârı Necâşî ve yanında bulunan rahipler) o Rasûl’e indirilmiş olan (Kur’ân)ı (sahabe-i kirâmdan) işittikleri zaman, (kendi kitaplarından bildikleri için kolayca) tanımış oldukları o haktan dolayı sen onların (yanında olsaydın) gözlerini yaştan dolup taşar hâlde görürsün. Diyorlardı ki: “Ey Rabbimiz! Biz (işittiğimiz Kur’ân’a ve onu getiren Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e) îmân ettik. Artık bizi de (kıyâmet günü diğer ümmetler hakkında) şâhitlik yapacak olan /(İslâm’ın hak din olduğuna inanıp) şâhit olan/ (Müslüman topluluk)larla birlikte yaz. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; bu âyet-i kerîme Necâşî (Radıyallâhu Anh) ve arkadaşlarından bahsetmektedir, zira Ca‘fer-i Tayyâr (Radıyallâhu Anh) onlara Meryem ve Tâhâ sûrelerinden bâzı âyetler okuduğunda Necâşî (Radıyallâhu Anh) yerden bir saman çöpü alarak: “Allâh’a yemîn olsun ki; bu okunan, Allâh-u Te‘âlâ’nın İncîl’de buyurduğuna şu kadarcık bile ilâvede bulunmadı” dedi ve Ca‘fer (Radıyallâhu Anh) kırâatini bitirinceye kadar o heyet ağlamayı sürdürdü. Yine böylece Ca‘fer (Radıyallâhu Anh) ile birlikte Habeşistan’dan gelen heyete Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Yâsîn-i Şerîf okuduğunda onlar da ağladılar.
وَمَا لَنَا لَا نُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَمَا جَٓاءَنَا مِنَ الْحَقِّۙ وَنَطْمَعُ اَنْ يُدْخِلَنَا رَبُّنَا مَعَ الْقَوْمِ الصَّالِح۪ينَ ﴿٨٤
84﴿ Ne oldu bize de, Allâh’a ve bize gelmiş olan o hakka îmân etmeyelim?! Hâlbuki biz Rabbimizin bizi (peygamberler ve müminlerden oluşan) sâlihler topluluğu ile birlikte (cennete) girdirmesini arzulamaktayız /sâlihler topluluğu arasına girdirmesini arzulamaktayız/.”
فَاَثَابَهُمُ اللّٰهُ بِمَا قَالُوا جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ وَذٰلِكَ جَزَٓاءُ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٨٥
85﴿ İşte (îtikatlarını belirtmek üzere) söylemiş oldukları şeyden dolayı Allâh onları, içinde ebediyyen kalıcı (olmaları takdîr edilmiş) kimseler olarak pek kıymetli cennetlerle mükâfatlandırmıştır ki; onların (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli nehirler akmaktadır. (Ey muhâtap!) İşte sana! Bu (kıymetli sevaplar), ancak (îtikād ve amel bakımından) güzel iş yapanların (ve îtikādı düzgün olup amelleri güzel olanların) karşılığıdır.
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَكَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَح۪يمِ۟ ﴿٨٦
86﴿ Ama o kimseler ki kâfir olmuşturlar ve Bizim âyetlerimizi yalanlamıştırlar, işte sana! Onlar ancak şiddetle tutuşturulmuş o (cehennem) ateşin(in) ayrılmaz arkadaşlarıdır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُحَرِّمُوا طَيِّبَاتِ مَٓا اَحَلَّ اللّٰهُ لَكُمْ وَلَا تَعْتَدُواۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ ﴿٨٧
87﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! (Râhipliğe özenip de, uyuma, eşinize yanaşma, et yeme ve koku sürme gibi) Allâh’ın sizin için helâl kılmış olduğu o temiz ve lezzetli şeyleri (kendinize) haram kılmayın ve (helâl-haramın tespiti hususunda ve helâlleri fazla tüketme noktasında) haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allâh haddi (hudûdu ve koyduğu sınırları) aşanları sevmez (onların yaptıklarına rızâ göstermez ve cezâlarını verir).
وَكُلُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُ حَلَالًا طَيِّبًاۖ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اَنْتُمْ بِه۪ مُؤْمِنُونَ ﴿٨٨
88﴿ Bir de Allâh’ın sizi rızıklandırmış olduğu şeylerden helâl, temiz ve lezzetli olanını yiyin ve O Allâh(ın hükümlerine isyan)dan hakkıyla sakının ki siz sâdece O’na îmân edici kimselersiniz.
لَا يُؤَاخِذُكُمُ اللّٰهُ بِاللَّغْوِ ف۪ٓي اَيْمَانِكُمْ وَلٰكِنْ يُؤَاخِذُكُمْ بِمَا عَقَّدْتُمُ الْاَيْمَانَۚ فَكَفَّارَتُهُٓ اِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاك۪ينَ مِنْ اَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ اَهْل۪يكُمْ اَوْ كِسْوَتُهُمْ اَوْ تَحْر۪يرُ رَقَبَةٍۜ فَمَنْ لَمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلٰثَةِ اَيَّامٍۜ ذٰلِكَ كَفَّارَةُ اَيْمَانِكُمْ اِذَا حَلَفْتُمْۜ وَاحْفَظُٓوا اَيْمَانَكُمْۜ كَذٰلِكَ يُبَيِّنُ اللّٰهُ لَكُمْ اٰيَاتِه۪ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ ﴿٨٩
89﴿ (Yanılma ve yanlış anlama yüzünden doğru sanıp da yaptığınız) yeminlerinizdeki lağiv sebebiyle Allâh sizi (cezâlandırmak üzere herhangi bir keffâretle) sorumlu tutmaz velâkin (kalplerinizin azmi sonucu) yeminleri sıkıca bağlamanız nedeniyle sizi mesûl tutar. Artık bunu (akdedip, bozmanızı)n keffâreti; âilenize yedirmekte olduğunuz şeyin orta (tabaka)-sından on fakiri yedirmektir yâhut onları giydirmektir ya da bir köle âzâd etmektir. Ama her kim (bunları yerine getirme imkânı) bulamazsa, (onun yapması gereken) üç gün oruç tutmaktır. (Ey mümin kişi!) İşte sana! Yemîn ettiğiniz (ve bozduğunuz) zaman yeminlerinizin keffâreti ancak budur. Ayrıca siz yeminlerinizi koruyun (önemli önemsiz her şeye yemîn etmeyin, yemîn ettiğiniz zaman -bozmak hayırlı değilse- bozmayın, aslında mümkün mertebe hiç yemîn etmeyin, bozduğunuzda da keffâret ödeyin) /yeminlerinizi (bozmak gerektiği zaman keffâret verebilmeniz için nasıl yaptığınızı unutmayıp) hâfızada tutun/. İşte sana! Allâh size (şerîat hükümlerini ortaya koyan) âyetlerini böylece (eşsiz bir beyanla) açıklıyor, tâ ki siz (dîniniz hakkındaki bu bilgilere erişme ve yaptığınız yanlışlardan kolayca kurtuluş yolunu öğrenme nîmetine) şükredesiniz. Yeminler; bozulduğunda keffâret gerektiren ve gerektirmeyen, bir de yemîn edenin hiçbir şekilde sorumlu olmayacağı yeminler olmak üzere üçe ayrılır. Keffâret gerektiren ve “Yemîn-i mün‘akide” diye adlandırılan birinci kısım, kişinin bir şeyi yapıp yapmayacağına dâir ettiği yeminlerdir ki; yemînini bozması durumunda âyet-i kerîmede beyân edilen dört türlü keffâretten biri gerekir. Keffâret gerektirmeyen yeminler ise; kişinin kasıtlı bir şekilde yalan yere yaptığı yeminlerdir ki; “Yemîn-i ğamûs” diye adlandırılan bu tür yeminler hiçbir keffâretle temizlenemeyecek kadar büyük bir günah olduğu için tevbe ve istiğfardan başka bir çıkış yolu yoktur. Ama kişi, doğru bildiğini sanarak bir şeye yemîn eder de, sonra onun öyle olmadığı anlaşılırsa, işte buna “Yemîn-i lağiv” denilir ki, bundan dolayı ne bir keffâret, ne de bir günah söz konusu değildir.