v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
123
Cuz 7
96﴿ (İhramlı ve ihramsız hâllerinizde) size ve yolculara bir fayda olsun için, (yenen ve yenmeyen cinsten tüm) deniz av(lar)ı(ndan istifâde etmek) ve onu yemek size helâl kılınmıştır. Kara avı ise ihramlı kimseler olmakta dâim olduğunuz sürece size yasaklanmıştır. Ayrıca (Harem bölgesinde ve ihramda avlanma konusunda) O Allâh’tan hakkıyla sakının ki siz ancak O’n(un âhiret yurdun)a haşrolunacaksınız.
97﴿ Allâh Kâ‘be’yi; o (hürmet ve tâzimi gereken) Beyt-i Harâm’ı (da), o (haccın kendisinde eda edildiği) haram ayı da, o (hac kurbanı olarak Mekke’ye hediye edilen) kurbanlıkları da ve (özellikle) gerdanlık(lı olan)ları da insanlar(a maddî-mânevî yararlar sağlamak) için birer kalkınma (vesîlesi) yapmıştır. İşte sana! Bu(nları meşrû etmesi), siz (şu hakîkati yakînen) bilesiniz diyedir ki; şüphesiz Allâh göklerdeki şeyleri de, yerdeki şeyleri de bilmektedir ve muhakkak ki Allâh her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm (olduğu için yasakların vukûundan evvel caydırıcı tedbirler düzenlemiş)dir.
98﴿ Bilin ki; gerçekten Allâh, (Harem bölgesi ve ihram gibi özel birtakım yasakları bulunan İslâm nişanları hakkında belirlenen sınırları çiğneyen ve bunda ısrarcı olup tevbe etmeyenlere karşı) azâbı çok şiddetli olan bir Zâttır, yine muhakkak ki Allâh (hac ibâdetinin yapılmasına vesîle olan kutsal mekânlara tâzim edenlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (yaptıkları yanlışlardan vazgeçenlere ziyâde acıyan bir) Rahîm’dir.
99﴿ O Rasûl üzerine (İslâm’ın hükümlerini açıklayıp) tebliğ (etmek)den başka bir şey yoktur. (O sizin başınızda bekleyip yaptıklarınızı tâkip etmekten sorumlu değildir.) Zâten Allâh açıklamakta olduğunuz şeyleri de, gizlemekte bulunduğunuz şeyleri de bilmektedir.
100﴿ (Habîbim!) De ki: “(Ey ibret nazarıyla olaylara bakan kişi! Kötü ameller, şerli insanlar ve haram kazançlar gibi) pis şeylerin çokluğu seni hayran bırakmış olsa da, pis şey ile temiz şey (hiçbir zaman) eşit olmaz. Artık ey (nefsânî düşüncelerden arınmış) hâlis akılların sâhipleri! (Pisi temize tercih husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının, tâ ki siz (büyük sevaplar ve sonsuz nîmetler kazanarak) felâha erişebilesiniz.”
101﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Birtakım şeyler(in mâhiyetin)den sormayın ki; onlar size açıklanacak olursa sizi üzerler. Yine de siz (vahiy devâm ettiği sürece) Kur’ân peyderpey indirilirken onlar (hakkındaki ahkâm)dan soracak olursanız, onlar(ın hükmü) size açıklanır. (Ama üzerinize vazîfe olmayan şeyleri karıştırırsanız, katlanılması zor olan ağır emirlerle muhâtap olur, onları da yapamayınca kendinizi Allâh’ın gazabına hedef etmiş olursunuz.) Zâten Allâh (geçmişte) onlar (hakkındaki sorularınız)ı afv etmiştir. (O hâlde mükellef tutulmadığınız konularda soru sormayın.) Allâh (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (uyarmaksızın azap etmekte acele davranmayan bir) Halîm’dir. Enes (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiği üzere; bir gün Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ısrarla çok soru sorulunca öfkelenerek minbere çıkıp: “Bugün bana hangi şeyden sorarsanız muhakkak onu size açıklarım” buyurdu. O sıra ben sağa sola bakmaya başladım, bir de gördüm ki herkes başını elbisesinin içine sokmuş vaziyette ağlıyorlar. O sırada (babası Huzâfe olarak bilindiği hâlde), insanlarla kavga ettiği zaman (câhiliyet âdeti üzere nesebinde şüpheye düşürmek için) babasından başkasının adıyla çağrılmakta olan Abdullâh isminde bir zât (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu sözünü fırsat bilip kendi nesebinden töhmeti izâle için) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e babasının kim olduğunu sorunca: “Huzâfe’dir” buyurdu (ve böylece annesini töhmetten kurtarmış oldu). Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh): “Rab olarak Allâh’tan, din olarak İslâm’dan, Rasûl olarak da Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den râzı olduk. Fitnelerden Allâh’a sığınırız” demeye başladı. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Hayır ve şer hakkında bugün gibisini aslâ görmedim. Şüphesiz ki cennet ve cehennem bana gösterildi de ben onları şu mihrap duvarının arkasında gördüm” buyurdu. İşte bunun üzerine müminleri fuzûlî yere soru sormaktan nehyeden bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (el-Buhârî, rakam:6362, 8/77)
102﴿ Gerçekten sizden önce (de İsrâîloğullarına mensup) bir toplum bunlar (gibi uygunsuz sorular)ı sormuştu da, sonra onlar (hakkında peygamberlere vahyedilen cevapları inkâr etmeleri) sebebiyle kâfir kimseler olmuştular.
103﴿ Allâh hiçbir bahîreyi meşrû kılmadı, hiçbir sâibeyi de (meşrû kılıcı) olmadı, hiçbir vasîleyi de (meşrû kılıcı) olmadı, hiçbir hâmı da (meşrû kılıcı) olmadı. Lâkin o kâfir olmuş kimseler (kendi kafalarından bu gibi hükümler uydurup, bunu da Allâh’a isnâd ederek) Allâh’a karşı yalan uydurmaktadırlar. Zâten onların birçoğu(nu teşkil eden sıradan insanlar, helâl-haram diye bir şey) anlamaz (ancak bu hususta körü körüne liderlerine uyup durur)lar. Câhiliyet devrinde Araplar beş kere doğurup son yavrusu erkek olan deveye “Bahîre” adını verirler ve kendisinden istifâdeyi haram kılarlardı, putlar adına âzâd edilip salıverilen deveye “Sâibe” derler, beş batında ikiz dişi doğurup on dişi yavrulayan koyun veyâ deveye “Vasîle” derler ve onu sâdece kadınlara yasak ederlerdi. On sene tohumluk için kullanılıp yasaklanan develere de “Hâm” adını verirler de: “Bunlar sırtını korudu” diyerek binilme ve sağılma sûretiyle bu hayvanlardan istifâdeyi yasaklarlardı. Artık o hayvanlar hiçbir sudan ve meradan kovulmazdı. İşte bu âyet-i kerîmede Allâh-u Te‘âlâ, câhiliyet ehlinin bu uydurmalarının Kendisi nezdinde meşrû bir şey olmadığını beyân ederek, insanların vahye dayanmaksızın kendi kafalarından tâyin ettikleri şeylerin Allâh katında hiçbir meşrûiyeti bulunmadığını, aksine bir akılsızlık eseri olduğunu ortaya koymuştur.
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٧
١٢٣
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًاۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٩٦
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿٩٧
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ ﴿٩٨
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ ﴿٩٩
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟ ﴿١٠٠
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ ﴿١٠١
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ ﴿١٠٢
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٠٣
Mâide Sûresi
123
Cuz 7
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًاۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٩٦
96﴿ (İhramlı ve ihramsız hâllerinizde) size ve yolculara bir fayda olsun için, (yenen ve yenmeyen cinsten tüm) deniz av(lar)ı(ndan istifâde etmek) ve onu yemek size helâl kılınmıştır. Kara avı ise ihramlı kimseler olmakta dâim olduğunuz sürece size yasaklanmıştır. Ayrıca (Harem bölgesinde ve ihramda avlanma konusunda) O Allâh’tan hakkıyla sakının ki siz ancak O’n(un âhiret yurdun)a haşrolunacaksınız.
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلَٓائِدَۜ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿٩٧
97﴿ Allâh Kâ‘be’yi; o (hürmet ve tâzimi gereken) Beyt-i Harâm’ı (da), o (haccın kendisinde eda edildiği) haram ayı da, o (hac kurbanı olarak Mekke’ye hediye edilen) kurbanlıkları da ve (özellikle) gerdanlık(lı olan)ları da insanlar(a maddî-mânevî yararlar sağlamak) için birer kalkınma (vesîlesi) yapmıştır. İşte sana! Bu(nları meşrû etmesi), siz (şu hakîkati yakînen) bilesiniz diyedir ki; şüphesiz Allâh göklerdeki şeyleri de, yerdeki şeyleri de bilmektedir ve muhakkak ki Allâh her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm (olduğu için yasakların vukûundan evvel caydırıcı tedbirler düzenlemiş)dir.
اِعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ شَد۪يدُ الْعِقَابِ وَاَنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌۜ ﴿٩٨
98﴿ Bilin ki; gerçekten Allâh, (Harem bölgesi ve ihram gibi özel birtakım yasakları bulunan İslâm nişanları hakkında belirlenen sınırları çiğneyen ve bunda ısrarcı olup tevbe etmeyenlere karşı) azâbı çok şiddetli olan bir Zâttır, yine muhakkak ki Allâh (hac ibâdetinin yapılmasına vesîle olan kutsal mekânlara tâzim edenlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (yaptıkları yanlışlardan vazgeçenlere ziyâde acıyan bir) Rahîm’dir.
مَا عَلَى الرَّسُولِ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ ﴿٩٩
99﴿ O Rasûl üzerine (İslâm’ın hükümlerini açıklayıp) tebliğ (etmek)den başka bir şey yoktur. (O sizin başınızda bekleyip yaptıklarınızı tâkip etmekten sorumlu değildir.) Zâten Allâh açıklamakta olduğunuz şeyleri de, gizlemekte bulunduğunuz şeyleri de bilmektedir.
قُلْ لَا يَسْتَوِي الْخَب۪يثُ وَالطَّيِّبُ وَلَوْ اَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَب۪يثِۚ فَاتَّقُوا اللّٰهَ يَٓا اُو۬لِي الْاَلْبَابِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ۟ ﴿١٠٠
100﴿ (Habîbim!) De ki: “(Ey ibret nazarıyla olaylara bakan kişi! Kötü ameller, şerli insanlar ve haram kazançlar gibi) pis şeylerin çokluğu seni hayran bırakmış olsa da, pis şey ile temiz şey (hiçbir zaman) eşit olmaz. Artık ey (nefsânî düşüncelerden arınmış) hâlis akılların sâhipleri! (Pisi temize tercih husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının, tâ ki siz (büyük sevaplar ve sonsuz nîmetler kazanarak) felâha erişebilesiniz.”
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَسْـَٔلُوا عَنْ اَشْيَٓاءَ اِنْ تُبْدَ لَكُمْ تَسُؤْكُمْۚ وَاِنْ تَسْـَٔلُوا عَنْهَا ح۪ينَ يُنَزَّلُ الْقُرْاٰنُ تُبْدَ لَكُمْۜ عَفَا اللّٰهُ عَنْهَاۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ حَل۪يمٌ ﴿١٠١
101﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Birtakım şeyler(in mâhiyetin)den sormayın ki; onlar size açıklanacak olursa sizi üzerler. Yine de siz (vahiy devâm ettiği sürece) Kur’ân peyderpey indirilirken onlar (hakkındaki ahkâm)dan soracak olursanız, onlar(ın hükmü) size açıklanır. (Ama üzerinize vazîfe olmayan şeyleri karıştırırsanız, katlanılması zor olan ağır emirlerle muhâtap olur, onları da yapamayınca kendinizi Allâh’ın gazabına hedef etmiş olursunuz.) Zâten Allâh (geçmişte) onlar (hakkındaki sorularınız)ı afv etmiştir. (O hâlde mükellef tutulmadığınız konularda soru sormayın.) Allâh (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (uyarmaksızın azap etmekte acele davranmayan bir) Halîm’dir. Enes (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiği üzere; bir gün Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ısrarla çok soru sorulunca öfkelenerek minbere çıkıp: “Bugün bana hangi şeyden sorarsanız muhakkak onu size açıklarım” buyurdu. O sıra ben sağa sola bakmaya başladım, bir de gördüm ki herkes başını elbisesinin içine sokmuş vaziyette ağlıyorlar. O sırada (babası Huzâfe olarak bilindiği hâlde), insanlarla kavga ettiği zaman (câhiliyet âdeti üzere nesebinde şüpheye düşürmek için) babasından başkasının adıyla çağrılmakta olan Abdullâh isminde bir zât (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bu sözünü fırsat bilip kendi nesebinden töhmeti izâle için) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e babasının kim olduğunu sorunca: “Huzâfe’dir” buyurdu (ve böylece annesini töhmetten kurtarmış oldu). Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh): “Rab olarak Allâh’tan, din olarak İslâm’dan, Rasûl olarak da Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den râzı olduk. Fitnelerden Allâh’a sığınırız” demeye başladı. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Hayır ve şer hakkında bugün gibisini aslâ görmedim. Şüphesiz ki cennet ve cehennem bana gösterildi de ben onları şu mihrap duvarının arkasında gördüm” buyurdu. İşte bunun üzerine müminleri fuzûlî yere soru sormaktan nehyeden bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (el-Buhârî, rakam:6362, 8/77)
قَدْ سَاَلَهَا قَوْمٌ مِنْ قَبْلِكُمْ ثُمَّ اَصْبَحُوا بِهَا كَافِر۪ينَ ﴿١٠٢
102﴿ Gerçekten sizden önce (de İsrâîloğullarına mensup) bir toplum bunlar (gibi uygunsuz sorular)ı sormuştu da, sonra onlar (hakkında peygamberlere vahyedilen cevapları inkâr etmeleri) sebebiyle kâfir kimseler olmuştular.
مَا جَعَلَ اللّٰهُ مِنْ بَح۪يرَةٍ وَلَا سَٓائِبَةٍ وَلَا وَص۪يلَةٍ وَلَا حَامٍۙ وَلٰكِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يَفْتَرُونَ عَلَى اللّٰهِ الْكَذِبَۜ وَاَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿١٠٣
103﴿ Allâh hiçbir bahîreyi meşrû kılmadı, hiçbir sâibeyi de (meşrû kılıcı) olmadı, hiçbir vasîleyi de (meşrû kılıcı) olmadı, hiçbir hâmı da (meşrû kılıcı) olmadı. Lâkin o kâfir olmuş kimseler (kendi kafalarından bu gibi hükümler uydurup, bunu da Allâh’a isnâd ederek) Allâh’a karşı yalan uydurmaktadırlar. Zâten onların birçoğu(nu teşkil eden sıradan insanlar, helâl-haram diye bir şey) anlamaz (ancak bu hususta körü körüne liderlerine uyup durur)lar. Câhiliyet devrinde Araplar beş kere doğurup son yavrusu erkek olan deveye “Bahîre” adını verirler ve kendisinden istifâdeyi haram kılarlardı, putlar adına âzâd edilip salıverilen deveye “Sâibe” derler, beş batında ikiz dişi doğurup on dişi yavrulayan koyun veyâ deveye “Vasîle” derler ve onu sâdece kadınlara yasak ederlerdi. On sene tohumluk için kullanılıp yasaklanan develere de “Hâm” adını verirler de: “Bunlar sırtını korudu” diyerek binilme ve sağılma sûretiyle bu hayvanlardan istifâdeyi yasaklarlardı. Artık o hayvanlar hiçbir sudan ve meradan kovulmazdı. İşte bu âyet-i kerîmede Allâh-u Te‘âlâ, câhiliyet ehlinin bu uydurmalarının Kendisi nezdinde meşrû bir şey olmadığını beyân ederek, insanların vahye dayanmaksızın kendi kafalarından tâyin ettikleri şeylerin Allâh katında hiçbir meşrûiyeti bulunmadığını, aksine bir akılsızlık eseri olduğunu ortaya koymuştur.