v02.01.25 Geliştirme Notları
Mâide Sûresi
125
Cuz 7
109﴿ (Hatırlayın) o günü ki; Allâh bütün rasülleri(ni) toplayacak da (onlara): “(Elçilik görevinizi ümmetlerinize ulaştırdığınızda) ne ile cevaplandınız?” buyuracak, onlar da: “(Bize verdikleri cevaplarında samîmî olup olmadıkları husûsunda ve bizden sonra neler yaptıklarına dâir, Senin ilmine nazaran) bizim için hiçbir ilim (ve bilgi) yoktur. Şüphesiz Sen, ancak Sen bütün gaybları (ve bize gizli kalan şeyleri) hakkıyla bilensin” dediler. Birçok âyet-i kerîmede peygamberlerin, ümmetleri hakkında şâhitlik yapacakları belirtilmişken, burada onların, bir şey bilmediklerini ifâde edip ilmi Allâh-u Te‘âlâ’ya havâle etmeleri, onların ümmetlerine şâhitlik yapmayacakları anlamına gelmez. Nitekim İbnü Abbâs, Süddî, Hasen ve Zeyd ibnü Eslem (Radıyallâhu Anhüm) gibi müfessirlerden bir cemâatin beyânına göre; kıyâmet şiddetleri görülmeye başlandığında insanların kalpleri âdetâ yerlerinden sökülüp kopacağından, bu dehşet hâlini müşâhede eden peygamberlerin akılları başlarından gidecek, bu sebeple onlar birçok şeyi unutarak bu sözü söyleyecekler, korkuları kaybolup akılları başlarına geldiğinde ise ümmetleri hakkında şâhitlik yapmaya başlayacaklardır.” (et-Taberî, rakam:12990-91, 5/125; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 3/327) Aralarında çelişki vâr olduğu sanılan bu gibi bâzı âyet-i kerîmeler hakkında İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)nın pek önemli açıklamaları için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 8/256-260
110﴿ (Habîbim!) Allâh’ın buyurmuş olduğu o zamânı (iyi düşün) ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin ve annenin üzerinde bulunan nîmet(ler)imi hatırla. Hani seni o Mukaddes Rûh(a sâhip olan Cebrâîl (Aleyhisselâm)) ile desteklemiştim de, sen (mûcize olarak) beşikte de, (tebliğ vazîfeni yerine getirdiğin) yetişkin (çağına ulaşmış) iken de (aynı şekilde, kâmil bir akıl ve ifâde gücüne sâhip olarak) insanlarla konuşuyordun. Hani sana (okumayı ve) yazmayı /(geçmiş peygamberlere âit) kitab(lar)ı/, (dosdoğru ve hikmetli söz söylemek, helâl ve haram bilgisi ve gizli ilimlere derinlemesine vukûfiyet gibi) hikmet(ler)i, Tevrât ve İncîl’i (vâsıtasız olarak) öğretmiştim. (Ey Îsâ! Hatırla) bir zamânı da ki; sen Benim iznimle çamurdan kuş şekli gibi bir şeyi şekillendiriyordun, sonra onun içine üflüyordun da o (cansız şey) Benim iznim (ve irâdem) ile hemen (canlı) bir kuş oluveriyordu. Ayrıca sen anadan doğma körü ve alacalıyı Benim iznim (ve kudretim) ile iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri (kabirlerinden diri olarak) çıkardığın vakti de (yâd et)! Bir zamânı da (Benim büyük bir nîmetim olarak hatırla) ki; sen kendilerine apaçık deliller getirmiştin de içlerinden o (mûcizelere inanmayıp) kâfir(liklerinde dâim) olmuş kimseler: ‘İşte bu (gösterdiklerin), apaçık bir büyüden başkası değildir’ de(yip seni öldürmeye yelten)mişti ama Ben İsrâîloğullarını senden engelle(mek üzere seni göğe yükselt)miştim (ve onları bu arzularına ulaştırmamıştım).
111﴿ (Ey Îsâ! Hatırla) bir zamânı da ki; Ben (senin seçkin adamların olan) havârîlere: ‘Bana ve Rasûlüme îmân edin’ diye ilhâm etmiştim de onlar: ‘Biz îmân ettik, sen de şâhit ol ki; biz gerçekten (kendisini Allâh’a teslim eden) Müslüman kimseleriz’ demişlerdi.”
112﴿ (Hatırla) bir zamânı ki havârîler: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Üzerimize gökten bir sofra indirmeye Rabbin güç yetirebilir mi?!” demiş(ler)di. O da: “(Mûcizeler belirdiği hâlde özel istekte bulunma husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının. Eğer (Allâh’ın üstün gücüne ve benim peygamberliğimin doğruluğuna) îmân edici kimseler olduysanız (böyle uygunsuz taleplerden sakınmalısınız)” demişti. Havârîlerin bu istekleri, Allâh-u Te‘âlâ’nın kudreti ve Îsâ (Aleyhisselâm)ın sadâkati husûsunda bir nevi şüphe içinde oldukları anlamına gelmez. Ancak bu, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın, kalbi mutmain olsun diye Allâh-u Te‘âlâ’dan ölüleri nasıl dirilteceğini kendisine göstermesini talep etmesi gibi değerlendirilmelidir. Zîrâ bu tür mûcizeleri müşâhedenin kalpte bir sekînet meydana getireceği inkâr edilemez. Zâten bir sonraki âyet-i kerîmedeki sözlerinde geçen: “Kalplerimiz mutmain olsun diye bunu istiyoruz” ifâdesi, bu görüşün doğruluğunun bir ifâdesidir.
113﴿ Onlar: “(Biz bunu inadına istemiyoruz. Ancak) biz istiyoruz ki (teberrüken) ondan yiyelim de (gayben inandığımızı gözümüzle de görerek) kalplerimiz mutmain olsun (iyice yatışsın) ve senin (peygamberlik iddianda ve duâlarımızın kabûl olduğu husûsunda) bize gerçekten doğru söylemiş olduğunu (delillerle bildikten sonra, şimdi ayan beyân) bilelim, bir de bu (gördüğümüz mûcizeye, dolayısıyla Allâh’ın birliğine ve senin hak peygamber olduğu)-na (dâir görmeyen diğer kimseler nezdinde) şâhitlik edenlerden olalım /(uzaktan haber duyanlardan değil de, gözle) görenlerden olalım/” demişlerdi.
سُورَةُ الْمَائِدَةِ
الجزء ٧
١٢٥
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ ﴿١٠٩
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًاۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿١١٠
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّنَا مُسْلِمُونَ ﴿١١١
اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١١٢
قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿١١٣
Mâide Sûresi
125
Cuz 7
يَوْمَ يَجْمَعُ اللّٰهُ الرُّسُلَ فَيَقُولُ مَاذَٓا اُجِبْتُمْۜ قَالُوا لَا عِلْمَ لَنَاۜ اِنَّكَ اَنْتَ عَلَّامُ الْغُيُوبِ ﴿١٠٩
109﴿ (Hatırlayın) o günü ki; Allâh bütün rasülleri(ni) toplayacak da (onlara): “(Elçilik görevinizi ümmetlerinize ulaştırdığınızda) ne ile cevaplandınız?” buyuracak, onlar da: “(Bize verdikleri cevaplarında samîmî olup olmadıkları husûsunda ve bizden sonra neler yaptıklarına dâir, Senin ilmine nazaran) bizim için hiçbir ilim (ve bilgi) yoktur. Şüphesiz Sen, ancak Sen bütün gaybları (ve bize gizli kalan şeyleri) hakkıyla bilensin” dediler. Birçok âyet-i kerîmede peygamberlerin, ümmetleri hakkında şâhitlik yapacakları belirtilmişken, burada onların, bir şey bilmediklerini ifâde edip ilmi Allâh-u Te‘âlâ’ya havâle etmeleri, onların ümmetlerine şâhitlik yapmayacakları anlamına gelmez. Nitekim İbnü Abbâs, Süddî, Hasen ve Zeyd ibnü Eslem (Radıyallâhu Anhüm) gibi müfessirlerden bir cemâatin beyânına göre; kıyâmet şiddetleri görülmeye başlandığında insanların kalpleri âdetâ yerlerinden sökülüp kopacağından, bu dehşet hâlini müşâhede eden peygamberlerin akılları başlarından gidecek, bu sebeple onlar birçok şeyi unutarak bu sözü söyleyecekler, korkuları kaybolup akılları başlarına geldiğinde ise ümmetleri hakkında şâhitlik yapmaya başlayacaklardır.” (et-Taberî, rakam:12990-91, 5/125; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 3/327) Aralarında çelişki vâr olduğu sanılan bu gibi bâzı âyet-i kerîmeler hakkında İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)nın pek önemli açıklamaları için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 8/256-260
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًاۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿١١٠
110﴿ (Habîbim!) Allâh’ın buyurmuş olduğu o zamânı (iyi düşün) ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin ve annenin üzerinde bulunan nîmet(ler)imi hatırla. Hani seni o Mukaddes Rûh(a sâhip olan Cebrâîl (Aleyhisselâm)) ile desteklemiştim de, sen (mûcize olarak) beşikte de, (tebliğ vazîfeni yerine getirdiğin) yetişkin (çağına ulaşmış) iken de (aynı şekilde, kâmil bir akıl ve ifâde gücüne sâhip olarak) insanlarla konuşuyordun. Hani sana (okumayı ve) yazmayı /(geçmiş peygamberlere âit) kitab(lar)ı/, (dosdoğru ve hikmetli söz söylemek, helâl ve haram bilgisi ve gizli ilimlere derinlemesine vukûfiyet gibi) hikmet(ler)i, Tevrât ve İncîl’i (vâsıtasız olarak) öğretmiştim. (Ey Îsâ! Hatırla) bir zamânı da ki; sen Benim iznimle çamurdan kuş şekli gibi bir şeyi şekillendiriyordun, sonra onun içine üflüyordun da o (cansız şey) Benim iznim (ve irâdem) ile hemen (canlı) bir kuş oluveriyordu. Ayrıca sen anadan doğma körü ve alacalıyı Benim iznim (ve kudretim) ile iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri (kabirlerinden diri olarak) çıkardığın vakti de (yâd et)! Bir zamânı da (Benim büyük bir nîmetim olarak hatırla) ki; sen kendilerine apaçık deliller getirmiştin de içlerinden o (mûcizelere inanmayıp) kâfir(liklerinde dâim) olmuş kimseler: ‘İşte bu (gösterdiklerin), apaçık bir büyüden başkası değildir’ de(yip seni öldürmeye yelten)mişti ama Ben İsrâîloğullarını senden engelle(mek üzere seni göğe yükselt)miştim (ve onları bu arzularına ulaştırmamıştım).
وَاِذْ اَوْحَيْتُ اِلَى الْحَوَارِيّ۪نَ اَنْ اٰمِنُوا ب۪ي وَبِرَسُول۪يۚ قَالُٓوا اٰمَنَّا وَاشْهَدْ بِاَنَّنَا مُسْلِمُونَ ﴿١١١
111﴿ (Ey Îsâ! Hatırla) bir zamânı da ki; Ben (senin seçkin adamların olan) havârîlere: ‘Bana ve Rasûlüme îmân edin’ diye ilhâm etmiştim de onlar: ‘Biz îmân ettik, sen de şâhit ol ki; biz gerçekten (kendisini Allâh’a teslim eden) Müslüman kimseleriz’ demişlerdi.”
اِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَط۪يعُ رَبُّكَ اَنْ يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَٓائِدَةً مِنَ السَّمَٓاءِۜ قَالَ اتَّقُوا اللّٰهَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١١٢
112﴿ (Hatırla) bir zamânı ki havârîler: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Üzerimize gökten bir sofra indirmeye Rabbin güç yetirebilir mi?!” demiş(ler)di. O da: “(Mûcizeler belirdiği hâlde özel istekte bulunma husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakının. Eğer (Allâh’ın üstün gücüne ve benim peygamberliğimin doğruluğuna) îmân edici kimseler olduysanız (böyle uygunsuz taleplerden sakınmalısınız)” demişti. Havârîlerin bu istekleri, Allâh-u Te‘âlâ’nın kudreti ve Îsâ (Aleyhisselâm)ın sadâkati husûsunda bir nevi şüphe içinde oldukları anlamına gelmez. Ancak bu, İbrâhîm (Aleyhisselâm)ın, kalbi mutmain olsun diye Allâh-u Te‘âlâ’dan ölüleri nasıl dirilteceğini kendisine göstermesini talep etmesi gibi değerlendirilmelidir. Zîrâ bu tür mûcizeleri müşâhedenin kalpte bir sekînet meydana getireceği inkâr edilemez. Zâten bir sonraki âyet-i kerîmedeki sözlerinde geçen: “Kalplerimiz mutmain olsun diye bunu istiyoruz” ifâdesi, bu görüşün doğruluğunun bir ifâdesidir.
قَالُوا نُر۪يدُ اَنْ نَأْكُلَ مِنْهَا وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا وَنَعْلَمَ اَنْ قَدْ صَدَقْتَنَا وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِد۪ينَ ﴿١١٣
113﴿ Onlar: “(Biz bunu inadına istemiyoruz. Ancak) biz istiyoruz ki (teberrüken) ondan yiyelim de (gayben inandığımızı gözümüzle de görerek) kalplerimiz mutmain olsun (iyice yatışsın) ve senin (peygamberlik iddianda ve duâlarımızın kabûl olduğu husûsunda) bize gerçekten doğru söylemiş olduğunu (delillerle bildikten sonra, şimdi ayan beyân) bilelim, bir de bu (gördüğümüz mûcizeye, dolayısıyla Allâh’ın birliğine ve senin hak peygamber olduğu)-na (dâir görmeyen diğer kimseler nezdinde) şâhitlik edenlerden olalım /(uzaktan haber duyanlardan değil de, gözle) görenlerden olalım/” demişlerdi.