v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
127
Cuz 7
ALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-En`âm
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 165 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ (Kullar hamdetse de, etmese de) bütün hamdler O Allâh’a mahsustur ki; gökleri ve yeri yaratmıştır, karanlıkları ve nûru da vâr etmiştir. (Bunca âyet ve mûcizeleri gördükten) sonra o kâfir olan kimseler hâlâ (O’nun yarattıklarından bir kısmını) Rablerine denk tutuyorlar. Allâh-u Te‘âlâ gökleri ve yerleri yarattığını beyân etmekle aslında her şeyin yegâne yaratıcısı olduğunu da açıklamış olmaktadır. Göğün tabakaları zatları îtibârıyla farklı olup, yerin tabakalarının tamâmı ise toprak cinsinden olduğundan, gökler cemi, yer ise müfred olarak zikredilmiştir. Burada zikredilen “Karanlıklar” ve “Nur”; kâfirlik ve îmân, cehennem ve cennet, cehâlet ve ilim, cisimler ve ruhlar gibi farklı mânâlarla tefsir edilmişse de, İmâm-ı Süddî (Rahimehullâh)ın açıkladığı; “Gecenin karanlıkları” ve “Gündüzün ışığı” mânâsı, gök ve yerle birlikte zikredilmelerine daha uygun düşmektedir.
2﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sizi(n babanız olan Âdem’in hamurunu) çamurdan başlayıp yaratmıştır, sonra da (ne zaman öleceğinize dâir) bir ecele hükmetmiştir. (Kıyâmetin ne zaman kopacağı, ölmeniz ve dirilmeniz arasındaki müddetin ne kadar olacağıyla alâkalı olarak) adı konmuş bir ecel ise, sâdece O (Allâh-u Sübhânehû)nun nezdinde (bilinmekte)dir. Sonra siz (hâlâ dirilme hususunda) şüphe etmektesiniz. Âyet-i kerîmede çamurdan yaratıldığı beyân edilen zât aslında Âdem (Aleyhisselâm) olmakla berâber, bütün insanlık onun neslinden geldiği için âyet-i celîlede hitap genelleştirilmiştir. Gerçi her bir insan yaratılırken, rahimle görevli olan meleğin, o şahsın gömüleceği toprağını alarak suyunu onunla yoğurduğuna dâir İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)dan gelen rivâyete göre; bütün insanlar topraktan yaratılmaktadır. (el-Kurtubî, 6/363; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 3/327) Âyet-i celîlenin zâhirî ifâdesinden anlaşıldığına göre; her insan için iki ecel bulunmaktadır; bunlardan birincisi ölüm eceli, ikincisi ise kıyâmetin ecelidir ki buna göre mânâ: “Allâh-u Te‘âlâ sizin ölümünüz için bir ecel takdîr etmiş fakat kıyâmetin ne zaman kopacağını size bildirmemiştir” şeklinde olur. Gerçi ölüm eceli de tam mânâsıyla bilinemezse de, emârelerinin belirmesi ile bir de mûtad yaş haddi îtibâra alınarak tahmin edilebilir. Fakat kıyâmetin vaktine dâir bilgi ancak Allâh-u Te‘âlâ’ya mahsustur. Bu konuda farklı yorumlar için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 8/410-413
3﴿ Zâten ancak O, göklerde de yerde de (ibâdet olunmaya lâyık olan) Allâh’tır. Gizlilerinizi de, açık ettiklerinizi de (uzuvlarınızla yaptıklarınızı da, kalplerinizde gizlediklerinizi de) bilmektedir, (hayırdan ve şerden ileride) kazanağınız şeyleri de bilmektedir. (İşte bu yanılmaz ilmine göre de herkese karşılığını verecektir.)
4﴿ Ama o (müşrik ola)nlara Rablerinin (düşünülüp ibret alınması gereken delil ve) âyetlerinden herhangi bir âyet geldikçe, mutlaka ondan yüz çevir(ip, inkâr ed)ici kimseler olmuşturlar.
5﴿ Gerçekten de onlar kendilerine geldiği anda (hiç dinleyip düşünmeden) o hakk (olan Kur’ân)ı yalanlamıştırlar. Fakat kendisiyle sürekli alay etmekte bulunmuş oldukları o şeyin (dehşet verici) haberleri yakında onlara gelecektir (ve onlar dünyâda İslâm zuhûr edip belâya uğradıkları vakit, âhirette ise cehennem azâbına düştükleri zaman bunu anlayacaklardır).
6﴿ O (kâfir ola)nlar kendilerinden önce (yaşamış olan Âd ve Semûd gibi) nice asır(ların halkın)ı helâk ettiğimizi görmediler mi ki, Biz yer(yüzün)de (kuvvet ve âletler bakımından) sizin için sağlamadığımız nice (geniş) imkânları onlara imkân olarak vermiştik, ayrıca göğü(n barındırdığı bulut ve yağmuru) üzerlerine bolca salıvermiştik, nehirleri de (evlerinin) altlarından sürekli akar (vaziyette) kılmıştık?! Sonra Biz onları günahları sebebiyle helâk etmiştik de, onların ardından diğer bir asır (halkın)ı vâr etmiştik.
7﴿ (Habîbim!) Eğer Biz (nüzûlüne şâhit olmadıkları Kur’ân-ı Kerîm hakkında müşriklerin ileri geri konuşamamaları için öyle) büyük bir kitabı (onların da göreceği bir şekilde) bir kâğıtta (yazılmış) olarak senin üzerine indirseydik ve ona elleriyle dokun(arak inkâr etme imkânı bulama)salardı, elbette o kâfir olmuş kimseler (yine de inatlarından dolayı): “İşte bu (kitabın gökten indirilmesi), ancak apaçık bir büyüdür” der(ler)di.
8﴿ Yine o (müşrik ola)nlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i inkâr etmek için): “Onun üzerine (bizim de görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya” dediler. Eğer Biz (onların bu isteğini yerine getirmek üzere) bir melek indirecek olsaydık elbette (onu da inkâr edecekleri için) o(nların helâk edilme)(leri şimdi çoktan) bitirilmiş olurdu, sonra da (tevbe etmeleri için göz kırpacak kadar bile) onlara mühlet verilmezdi.
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٢٧
سُورَةُالْاَنْعَامِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ ﴿١
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلًاۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ ﴿٢
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ ﴿٣
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ ﴿٤
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٥
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًاۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اٰخَر۪ينَ ﴿٦
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٧
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ ﴿٨
En`âm Sûresi
127
Cuz 7
ALTINCI SÛRE-İ CELİLE
el-En`âm
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 165 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَۜ ثُمَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ يَعْدِلُونَ ﴿١
1﴿ (Kullar hamdetse de, etmese de) bütün hamdler O Allâh’a mahsustur ki; gökleri ve yeri yaratmıştır, karanlıkları ve nûru da vâr etmiştir. (Bunca âyet ve mûcizeleri gördükten) sonra o kâfir olan kimseler hâlâ (O’nun yarattıklarından bir kısmını) Rablerine denk tutuyorlar. Allâh-u Te‘âlâ gökleri ve yerleri yarattığını beyân etmekle aslında her şeyin yegâne yaratıcısı olduğunu da açıklamış olmaktadır. Göğün tabakaları zatları îtibârıyla farklı olup, yerin tabakalarının tamâmı ise toprak cinsinden olduğundan, gökler cemi, yer ise müfred olarak zikredilmiştir. Burada zikredilen “Karanlıklar” ve “Nur”; kâfirlik ve îmân, cehennem ve cennet, cehâlet ve ilim, cisimler ve ruhlar gibi farklı mânâlarla tefsir edilmişse de, İmâm-ı Süddî (Rahimehullâh)ın açıkladığı; “Gecenin karanlıkları” ve “Gündüzün ışığı” mânâsı, gök ve yerle birlikte zikredilmelerine daha uygun düşmektedir.
هُوَ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ ط۪ينٍ ثُمَّ قَضٰٓى اَجَلًاۜ وَاَجَلٌ مُسَمًّى عِنْدَهُ ثُمَّ اَنْتُمْ تَمْتَرُونَ ﴿٢
2﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sizi(n babanız olan Âdem’in hamurunu) çamurdan başlayıp yaratmıştır, sonra da (ne zaman öleceğinize dâir) bir ecele hükmetmiştir. (Kıyâmetin ne zaman kopacağı, ölmeniz ve dirilmeniz arasındaki müddetin ne kadar olacağıyla alâkalı olarak) adı konmuş bir ecel ise, sâdece O (Allâh-u Sübhânehû)nun nezdinde (bilinmekte)dir. Sonra siz (hâlâ dirilme hususunda) şüphe etmektesiniz. Âyet-i kerîmede çamurdan yaratıldığı beyân edilen zât aslında Âdem (Aleyhisselâm) olmakla berâber, bütün insanlık onun neslinden geldiği için âyet-i celîlede hitap genelleştirilmiştir. Gerçi her bir insan yaratılırken, rahimle görevli olan meleğin, o şahsın gömüleceği toprağını alarak suyunu onunla yoğurduğuna dâir İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)dan gelen rivâyete göre; bütün insanlar topraktan yaratılmaktadır. (el-Kurtubî, 6/363; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 3/327) Âyet-i celîlenin zâhirî ifâdesinden anlaşıldığına göre; her insan için iki ecel bulunmaktadır; bunlardan birincisi ölüm eceli, ikincisi ise kıyâmetin ecelidir ki buna göre mânâ: “Allâh-u Te‘âlâ sizin ölümünüz için bir ecel takdîr etmiş fakat kıyâmetin ne zaman kopacağını size bildirmemiştir” şeklinde olur. Gerçi ölüm eceli de tam mânâsıyla bilinemezse de, emârelerinin belirmesi ile bir de mûtad yaş haddi îtibâra alınarak tahmin edilebilir. Fakat kıyâmetin vaktine dâir bilgi ancak Allâh-u Te‘âlâ’ya mahsustur. Bu konuda farklı yorumlar için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 8/410-413
وَهُوَ اللّٰهُ فِي السَّمٰوَاتِ وَفِي الْاَرْضِۜ يَعْلَمُ سِرَّكُمْ وَجَهْرَكُمْ وَيَعْلَمُ مَا تَكْسِبُونَ ﴿٣
3﴿ Zâten ancak O, göklerde de yerde de (ibâdet olunmaya lâyık olan) Allâh’tır. Gizlilerinizi de, açık ettiklerinizi de (uzuvlarınızla yaptıklarınızı da, kalplerinizde gizlediklerinizi de) bilmektedir, (hayırdan ve şerden ileride) kazanağınız şeyleri de bilmektedir. (İşte bu yanılmaz ilmine göre de herkese karşılığını verecektir.)
وَمَا تَأْت۪يهِمْ مِنْ اٰيَةٍ مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِمْ اِلَّا كَانُوا عَنْهَا مُعْرِض۪ينَ ﴿٤
4﴿ Ama o (müşrik ola)nlara Rablerinin (düşünülüp ibret alınması gereken delil ve) âyetlerinden herhangi bir âyet geldikçe, mutlaka ondan yüz çevir(ip, inkâr ed)ici kimseler olmuşturlar.
فَقَدْ كَذَّبُوا بِالْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۜ فَسَوْفَ يَأْت۪يهِمْ اَنْبٰٓؤُ۬ا مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٥
5﴿ Gerçekten de onlar kendilerine geldiği anda (hiç dinleyip düşünmeden) o hakk (olan Kur’ân)ı yalanlamıştırlar. Fakat kendisiyle sürekli alay etmekte bulunmuş oldukları o şeyin (dehşet verici) haberleri yakında onlara gelecektir (ve onlar dünyâda İslâm zuhûr edip belâya uğradıkları vakit, âhirette ise cehennem azâbına düştükleri zaman bunu anlayacaklardır).
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنْ قَرْنٍ مَكَّنَّاهُمْ فِي الْاَرْضِ مَا لَمْ نُمَكِّنْ لَكُمْ وَاَرْسَلْنَا السَّمَٓاءَ عَلَيْهِمْ مِدْرَارًاۖ وَجَعَلْنَا الْاَنْهَارَ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهِمْ فَاَهْلَكْنَاهُمْ بِذُنُوبِهِمْ وَاَنْشَأْنَا مِنْ بَعْدِهِمْ قَرْنًا اٰخَر۪ينَ ﴿٦
6﴿ O (kâfir ola)nlar kendilerinden önce (yaşamış olan Âd ve Semûd gibi) nice asır(ların halkın)ı helâk ettiğimizi görmediler mi ki, Biz yer(yüzün)de (kuvvet ve âletler bakımından) sizin için sağlamadığımız nice (geniş) imkânları onlara imkân olarak vermiştik, ayrıca göğü(n barındırdığı bulut ve yağmuru) üzerlerine bolca salıvermiştik, nehirleri de (evlerinin) altlarından sürekli akar (vaziyette) kılmıştık?! Sonra Biz onları günahları sebebiyle helâk etmiştik de, onların ardından diğer bir asır (halkın)ı vâr etmiştik.
وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا ف۪ي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِاَيْد۪يهِمْ لَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ ﴿٧
7﴿ (Habîbim!) Eğer Biz (nüzûlüne şâhit olmadıkları Kur’ân-ı Kerîm hakkında müşriklerin ileri geri konuşamamaları için öyle) büyük bir kitabı (onların da göreceği bir şekilde) bir kâğıtta (yazılmış) olarak senin üzerine indirseydik ve ona elleriyle dokun(arak inkâr etme imkânı bulama)salardı, elbette o kâfir olmuş kimseler (yine de inatlarından dolayı): “İşte bu (kitabın gökten indirilmesi), ancak apaçık bir büyüdür” der(ler)di.
وَقَالُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌۜ وَلَوْ اَنْزَلْنَا مَلَكًا لَقُضِيَ الْاَمْرُ ثُمَّ لَا يُنْظَرُونَ ﴿٨
8﴿ Yine o (müşrik ola)nlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i inkâr etmek için): “Onun üzerine (bizim de görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya” dediler. Eğer Biz (onların bu isteğini yerine getirmek üzere) bir melek indirecek olsaydık elbette (onu da inkâr edecekleri için) o(nların helâk edilme)(leri şimdi çoktan) bitirilmiş olurdu, sonra da (tevbe etmeleri için göz kırpacak kadar bile) onlara mühlet verilmezdi.