v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
128
Cuz 7
9﴿ Ama eğer Biz (onların, melek cinsi bir peygamberin gönderilmesine dâir taleplerini yerine getirmek üzere) onu bir melek yapa(rak kendilerine yollaya)cak olsaydık, (beşerin gücü meleği görmeye tahammül edemeyeceğinden, Cibrîl (Aleyhisselâm)ı bir insan sûretinde gönderdiğimiz gibi) elbette onu da bir adam (sûretinde) yapacaktık ve (peygamberin insandan olması konusunda kendi aralarında) karıştırmış oldukları o şeyi Biz yine onlara mutlaka karışık kılacaktık. (Böylece onlar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e inanmadıkları gibi, insan şeklinde gelecek melek için de: “Bu ancak bizim gibi bir adamdır” deyip îmân etmeyeceklerdi.)
10﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; elbette senden evvel (gönderilen) nice değerli rasüllerle de gerçekten alay edilmişti, sonra kendisiyle özellikle alay etmekte oldukları o şey(in azâbı) onlar(a vaaz eden zatlar)la alay etmiş olan o kişileri çepeçevre kuşatmıştı.
11﴿ (Habîbim!) De ki: “Yer(yüzün)de yürüyü(p gezi)n de, sonra bakın ki; o (peygamberleri) yalanlayıcıların âkıbeti nasıl (kötü) olmuştur?!”
12﴿ (Habîbim! O inkârcılara şu suâli tevcîh ederek) de ki: “Göklerde ve yerde bulunan şeyler (yaratılmak ve mülkiyet bakımından) kime âittir?” (Kimse yaratılmışlardan hiçbir zerreyi Allâh’tan başkasına nispet etme imkânı bulamayacağından dolayı cevâbın ittifakla belli olduğuna dikkat çekmek için sonra sen cevâben) de ki: “Allâh’a âittir.” O (hiçbir şeye mecbur olmadığı hâlde sırf fazl-u keremiyle), (kullarına acıyacağını ve) rahmeti (ile muâmele edeceğini kesin bir söz olarak) Zâtına (vâcip kılmış ve bu hükmü Arş’ın üstünde bulunan bir kitapta) yazmıştır. (Bu yüzden inkârcıların cezâsını acele vermez, tevbe etmeleri durumunda ise kendilerini bağışlar.) Andolsun ki; muhakkak O (Allâh-u Te‘âlâ), kendisi(nin geleceği)nde hiçbir şüphe bulunmayan kıyâmet gününde sizi toplayacaktır. O kimseler ki, (aslî fıtratları olan İslâm kābiliyetlerini ve akl-ı selîmlerini iptâl edip sermayelerini zâyi ederek) kendilerini zarara uğratmıştırlar; işte onlar bu sebeple îmân etmezler. (Nitekim îmândan kaçınıp kâfirlikte ısrarcı olmanın en büyük nedenlerinden biri, duyulara uyup evhâma kapılarak taklitçiliğe daldırmak sûretiyle aklı iptâl edip, fikri iğfâl etmektir.)
13﴿ Gecede ve gündüzde barınmış olan her şey /gece ve gündüzde sâkin duran (ve hareket eden) her şey/ de ancak O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir ve ancak O (her duyulanı hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (her bilineni gerçek mânâda bilen bir) Alîm’dir. (Bu yüzden gece ve gündüzün kapladığı hiçbir şey Allâh-u Te‘âlâ’ya gizli kalmaz).”
14﴿ (Habîbim!) De ki: “Göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı olan, Kendisi (bütün yaratılmışları) yediren ama (yemekten-içmekten münezzeh olduğu için) yedirilmeyen (O yüce) Allâh’tan başkasını mı (tapınılacak) bir dost edineyim?!” (Ey Nebiyy-i zîşânım!) De ki: “Gerçekten ben (bu ümmetten) İslâm’a girmiş olanların ilki olmamla emrolundum. Bir de (bana): ‘Sakın ha! Şirk koşanlardan olmayasın’ (diye vahyolundu).”
15﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Şüphesiz ben (de farz-ı muhâl sizin gibi) Rabbime isyân edecek olursam, o (şiddeti) pek büyük olan bir günün azâbın(a çarptırılmak)dan korkarım. (O hâlde benim size uymamı nasıl beklersiniz?)
16﴿ İşte o gün o (azap) kimden döndürülürse, muhakkak ki O (Allâh-u Te‘âlâ) o (azaptan kurtardığı kulu)na (en büyük merhametiyle) rahmet etmiş (demek)tir ve işte sana! Ancak bu (İlâhî rahmete mazhar olmak) apaçık bir kurtuluştur.
17﴿ (Ey insan!) Eğer Allâh sana (hastalık ve fakirlik gibi) bir zarar dokunduracak olursa, Kendisinden başka onu açacak hiçbir kimse yoktur. Ama eğer sana (sağlık ve zenginlik gibi) bir hayır dokunduracak olursa, zâten O (o nîmeti koruyup sende sürekli kılmak, dilediğinde de elinden almak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
18﴿ Bir de ancak O (Allâh-u Te‘âlâ eşsiz bir güce, gâlibiyet ve tasarrufa sâhip olup herkes hakkında her istediğini yapan yegâne Zât olması hasebiyle) kullarının fevkınde Kāhir’dir. Yine ancak O (bütün hüküm ve yönetimlerinde hikmet ve isâbet sâhibi olan bir) Hakîm’dir, (kullarının gizli hâllerinden ve İlâhî kahra kimlerin müstehak olduğundan hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir.
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٢٨
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ ﴿٩
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿١٠
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ ﴿١١
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٢
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿١٣
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٤
قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿١٥
مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ ﴿١٦
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١٧
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ ﴿١٨
En`âm Sûresi
128
Cuz 7
وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكًا لَجَعَلْنَاهُ رَجُلًا وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِمْ مَا يَلْبِسُونَ ﴿٩
9﴿ Ama eğer Biz (onların, melek cinsi bir peygamberin gönderilmesine dâir taleplerini yerine getirmek üzere) onu bir melek yapa(rak kendilerine yollaya)cak olsaydık, (beşerin gücü meleği görmeye tahammül edemeyeceğinden, Cibrîl (Aleyhisselâm)ı bir insan sûretinde gönderdiğimiz gibi) elbette onu da bir adam (sûretinde) yapacaktık ve (peygamberin insandan olması konusunda kendi aralarında) karıştırmış oldukları o şeyi Biz yine onlara mutlaka karışık kılacaktık. (Böylece onlar Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e inanmadıkları gibi, insan şeklinde gelecek melek için de: “Bu ancak bizim gibi bir adamdır” deyip îmân etmeyeceklerdi.)
وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَحَاقَ بِالَّذ۪ينَ سَخِرُوا مِنْهُمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟ ﴿١٠
10﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; elbette senden evvel (gönderilen) nice değerli rasüllerle de gerçekten alay edilmişti, sonra kendisiyle özellikle alay etmekte oldukları o şey(in azâbı) onlar(a vaaz eden zatlar)la alay etmiş olan o kişileri çepeçevre kuşatmıştı.
قُلْ س۪يرُوا فِي الْاَرْضِ ثُمَّ انْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّب۪ينَ ﴿١١
11﴿ (Habîbim!) De ki: “Yer(yüzün)de yürüyü(p gezi)n de, sonra bakın ki; o (peygamberleri) yalanlayıcıların âkıbeti nasıl (kötü) olmuştur?!”
قُلْ لِمَنْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلْ لِلّٰهِۜ كَتَبَ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۜ لَيَجْمَعَنَّكُمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٢
12﴿ (Habîbim! O inkârcılara şu suâli tevcîh ederek) de ki: “Göklerde ve yerde bulunan şeyler (yaratılmak ve mülkiyet bakımından) kime âittir?” (Kimse yaratılmışlardan hiçbir zerreyi Allâh’tan başkasına nispet etme imkânı bulamayacağından dolayı cevâbın ittifakla belli olduğuna dikkat çekmek için sonra sen cevâben) de ki: “Allâh’a âittir.” O (hiçbir şeye mecbur olmadığı hâlde sırf fazl-u keremiyle), (kullarına acıyacağını ve) rahmeti (ile muâmele edeceğini kesin bir söz olarak) Zâtına (vâcip kılmış ve bu hükmü Arş’ın üstünde bulunan bir kitapta) yazmıştır. (Bu yüzden inkârcıların cezâsını acele vermez, tevbe etmeleri durumunda ise kendilerini bağışlar.) Andolsun ki; muhakkak O (Allâh-u Te‘âlâ), kendisi(nin geleceği)nde hiçbir şüphe bulunmayan kıyâmet gününde sizi toplayacaktır. O kimseler ki, (aslî fıtratları olan İslâm kābiliyetlerini ve akl-ı selîmlerini iptâl edip sermayelerini zâyi ederek) kendilerini zarara uğratmıştırlar; işte onlar bu sebeple îmân etmezler. (Nitekim îmândan kaçınıp kâfirlikte ısrarcı olmanın en büyük nedenlerinden biri, duyulara uyup evhâma kapılarak taklitçiliğe daldırmak sûretiyle aklı iptâl edip, fikri iğfâl etmektir.)
وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي الَّيْلِ وَالنَّهَارِۜ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿١٣
13﴿ Gecede ve gündüzde barınmış olan her şey /gece ve gündüzde sâkin duran (ve hareket eden) her şey/ de ancak O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir ve ancak O (her duyulanı hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (her bilineni gerçek mânâda bilen bir) Alîm’dir. (Bu yüzden gece ve gündüzün kapladığı hiçbir şey Allâh-u Te‘âlâ’ya gizli kalmaz).”
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَهُوَ يُطْعِمُ وَلَا يُطْعَمُۜ قُلْ اِنّ۪ٓي اُمِرْتُ اَنْ اَكُونَ اَوَّلَ مَنْ اَسْلَمَ وَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٤
14﴿ (Habîbim!) De ki: “Göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı olan, Kendisi (bütün yaratılmışları) yediren ama (yemekten-içmekten münezzeh olduğu için) yedirilmeyen (O yüce) Allâh’tan başkasını mı (tapınılacak) bir dost edineyim?!” (Ey Nebiyy-i zîşânım!) De ki: “Gerçekten ben (bu ümmetten) İslâm’a girmiş olanların ilki olmamla emrolundum. Bir de (bana): ‘Sakın ha! Şirk koşanlardan olmayasın’ (diye vahyolundu).”
قُلْ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اِنْ عَصَيْتُ رَبّ۪ي عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿١٥
15﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Şüphesiz ben (de farz-ı muhâl sizin gibi) Rabbime isyân edecek olursam, o (şiddeti) pek büyük olan bir günün azâbın(a çarptırılmak)dan korkarım. (O hâlde benim size uymamı nasıl beklersiniz?)
مَنْ يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُۜ وَذٰلِكَ الْفَوْزُ الْمُب۪ينُ ﴿١٦
16﴿ İşte o gün o (azap) kimden döndürülürse, muhakkak ki O (Allâh-u Te‘âlâ) o (azaptan kurtardığı kulu)na (en büyük merhametiyle) rahmet etmiş (demek)tir ve işte sana! Ancak bu (İlâhî rahmete mazhar olmak) apaçık bir kurtuluştur.
وَاِنْ يَمْسَسْكَ اللّٰهُ بِضُرٍّ فَلَا كَاشِفَ لَهُٓ اِلَّا هُوَۜ وَاِنْ يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١٧
17﴿ (Ey insan!) Eğer Allâh sana (hastalık ve fakirlik gibi) bir zarar dokunduracak olursa, Kendisinden başka onu açacak hiçbir kimse yoktur. Ama eğer sana (sağlık ve zenginlik gibi) bir hayır dokunduracak olursa, zâten O (o nîmeti koruyup sende sürekli kılmak, dilediğinde de elinden almak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ ﴿١٨
18﴿ Bir de ancak O (Allâh-u Te‘âlâ eşsiz bir güce, gâlibiyet ve tasarrufa sâhip olup herkes hakkında her istediğini yapan yegâne Zât olması hasebiyle) kullarının fevkınde Kāhir’dir. Yine ancak O (bütün hüküm ve yönetimlerinde hikmet ve isâbet sâhibi olan bir) Hakîm’dir, (kullarının gizli hâllerinden ve İlâhî kahra kimlerin müstehak olduğundan hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir.