v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
129
Cuz 7
19﴿ (Habîbim! Sana gelip: “Biz Yahûdî ve Hristiyanlara seni sorduk, kendi kitaplarında senin adın sanın olmadığını söylediler” diyen o Kureyş müşriklerine) de ki: “Şâhitlik yapma bakımından en büyük varlık kimdir?” (Sen onların cevap vermesini beklemeden) de ki: “(Benim hak peygamber olduğuma dâir) benimle sizin aranızda Allâh yeterli bir şâhittir. Ayrıca işte bu Kur’ân bana, sizi ve (kıyâmete kadar) ulaştığı herkesi kendisiyle uyarayım diye vahyedilmiştir. Gerçekten siz mi kesinkes şâhitlik etmektesiniz ki; elbette Allâh ile birlikte başka ilâhlar varmış?!” (Habîbim!) De ki: “Ben (böyle bir şeye) şâhitlik etmem.” (Habîbim! Yine) de ki: “(Benim yegâne İlâh olduğuna şâhitlik yaptığım) O (Allâh-u Te‘âlâ) ancak tek bir İlâh’tır. Bir de şüphesiz ben sizin (O’na) ortak koşmakta olduğunuz şeyler(e îtikād ve ibâdet)den tamâmıyla uzak duran biriyim.”
20﴿ (Yahûdî ve Hristiyanlar arasından) kendilerine kitaplar vermiş olduğumuz o (âlim) kimseler (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in açık târifini Tevrât ve İncîl’de buldukları için) kendi oğullarını tanıdıkları gibi onu tanımaktadırlar. O kimseler ki (îmânı kazanmalarına sebep olacak akl-ı selîmi zâyi ederek) kendilerini zarara uğratmıştırlar; işte onlar bu sebeple îmân etmezler. (Nitekim îmân etmemenin en büyük sebebi, görülen şeylere takılıp körü körüne taklitçiliğe daldırmak sûretiyle aklı iptâl edip düşünce kābiliyetini boşa çıkarmaktır.)
21﴿ (“Melekler Allâh’ın kızlarıdır, putlar da Allâh nezdinde bizim şefâatçilerimizdir” diyerek) Allâh’a karşı büyük bir yalan uydurmuş kimseden ya da (Kur’ân’ı ve diğer mûcizeleri sihir kabûl ederek) O’nun âyetlerini yalanlamış olan (bir) kişiden kim daha zâlimdir?! Şu bir gerçek ki; (yaratılmışları ilâh sayarak en büyük haksızlığı yapan) o zâlimler felâh bulmayacak (hiçbir arzularına kavuşamayacak ve korktukları hiçbir şeyden de kurtulamayacak)tır.
22﴿ O günü de (anlat) ki; onları hep birlikte (mahşer arâzisine) toplayacağız da sonra o şirk koşmuş olan kimseler(i rezil etmek üzer)e (onlara): “Nerede o ortak (koştuğunuz put)larınız ki, siz boş yere sürekli onların dâvâlarını gütmekteydiniz (ve kurtuluş ümîdinizi onlara bağlamıştınız)?!” diyeceğiz.
23﴿ Sonra onların fitne(lendikleri şirklerinin netîce)-si (aslâ onu savunmaları olmamış, kendilerini azaptan kurtarır düşüncesiyle ortaya koydukları mâzeretleri ise): “Rabbimiz olan Allâh’a yemîn olsun ki, biz şirk koşan kimseler değildik” de(mek sûretiyle, Allâh’ın adına bile bile yalan yere yemîn et)melerinden başka bir şey olmamıştır.
24﴿ (Habîbim!) Bak (gör ki, onlar şirkten uzak olduklarını savunarak) nasıl da kendi nefislerinin aleyhine yalan söylediler ve (“Putlar bizim şefâatçilerimizdir” diye) sürekli uydurmakta bulunmuş oldukları şeyler(e bağlamış oldukları boş ümitler) kendilerinden kayboldu (gitti).
25﴿ (Habîbim!) O (müşrik ola)nlardan kimi de (Kur’ân okurken) sana kulak vermektedir ama (iyi niyetle değil de, alay ve inkâr kastıyla dinledikleri için) Biz onu iyice anlamasınlar diye onların kalpleri üzerine birçok perdeler, kulaklarının içine de büyük bir ağırlık (ve sağırlık) koyduk. Artık (istedikleri) her bir âyet (ve mûcizey)i görecek olsalar da (aşırı inatçılık ve körü körüne taklit kendilerinde iyice yerleştiği için) ona îmân etmezler, hattâ o kâfir olmuş kimseler (daha da ileri giderek) seninle mücâdele eder oldukları hâlde sana geldikleri zaman: “İşte bu (Kur’ân), evvelkilerin yazmış olduğu masallardan başka bir şey değildir” der(ler). Rivâyete göre; Velîd ibnü Muğîre, Ebû Cehil ve Nadr ibnü Hâris gibi birtakım müşrikler Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanında bulunuyorlarken onun okuduğu Kur’ân’a kulak vermeye başladılar. Bunun üzerine Nadr’a: “Muhammed ne söylüyor?” dediklerinde o: “Ne söylediğini anlayamıyorum ama benim size geçmiş nesillerin kıssalarını anlatmam gibi, onun da dudaklarını hareket ettirerek evvelki ümmetlerin efsânelerini anlattığını sanıyorum” dedi. Kendisi de gerçekten eski ümmetlerin târihçelerini çokça nakleden biriydi. O zaman içlerinden biri: “Ben onun bâzı sözlerini hak buluyorum” deyince Ebû Cehil: “Hayır! Onun sözlerinden hiçbirini kabûl etme. Ölüm bize bundan daha kolay gelir” dedi. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmeyi indirdi. Allâh-u Te‘âlâ’nın, kullarının kalplerini perdeli ve kulaklarını sağır ederek onları inanamayacak bir hâle çevirmesiyle alâkalı “Kader sırrı” için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 9/60-78
26﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar o (peygamber ve Kur’â)n(a inanmak)dan (insanları) engellerler, kendileri de ondan uzak dururlar. Böylece (kendileri haktan ayrılıp insanları da saptırarak) kendi nefislerinden başkasını helâk etmezler ama (ne büyük zarara uğradıklarının) farkında bile olmazlar.
27﴿ (Habîbim!) O ateşin (üstünde kurulan Sırat Köprüsü) üzerinde (o kâfirler) durduruldukları zaman: “Ey (bizi duyanlar)! Keşke biz (dünyâya) geri döndürülseydik de, Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık” derlerken sen (o müşrikleri) bir görecek olsaydın (elbette çok büyük bir olaya tanıklık etmiş olurdun).
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٢٩
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ ﴿١٩
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟ ﴿٢٠
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿٢١
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ﴿٢٢
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ ﴿٢٣
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٤
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٢٥
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٦
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٢٧
En`âm Sûresi
129
Cuz 7
قُلْ اَيُّ شَيْءٍ اَكْبَرُ شَهَادَةًۜ قُلِ اللّٰهُ شَه۪يدٌ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْ وَاُو۫حِيَ اِلَيَّ هٰذَا الْقُرْاٰنُ لِاُنْذِرَكُمْ بِه۪ وَمَنْ بَلَغَۜ اَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ اَنَّ مَعَ اللّٰهِ اٰلِهَةً اُخْرٰىۜ قُلْ لَٓا اَشْهَدُۚ قُلْ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَاِنَّن۪ي بَر۪ٓيءٌ مِمَّا تُشْرِكُونَۢ ﴿١٩
19﴿ (Habîbim! Sana gelip: “Biz Yahûdî ve Hristiyanlara seni sorduk, kendi kitaplarında senin adın sanın olmadığını söylediler” diyen o Kureyş müşriklerine) de ki: “Şâhitlik yapma bakımından en büyük varlık kimdir?” (Sen onların cevap vermesini beklemeden) de ki: “(Benim hak peygamber olduğuma dâir) benimle sizin aranızda Allâh yeterli bir şâhittir. Ayrıca işte bu Kur’ân bana, sizi ve (kıyâmete kadar) ulaştığı herkesi kendisiyle uyarayım diye vahyedilmiştir. Gerçekten siz mi kesinkes şâhitlik etmektesiniz ki; elbette Allâh ile birlikte başka ilâhlar varmış?!” (Habîbim!) De ki: “Ben (böyle bir şeye) şâhitlik etmem.” (Habîbim! Yine) de ki: “(Benim yegâne İlâh olduğuna şâhitlik yaptığım) O (Allâh-u Te‘âlâ) ancak tek bir İlâh’tır. Bir de şüphesiz ben sizin (O’na) ortak koşmakta olduğunuz şeyler(e îtikād ve ibâdet)den tamâmıyla uzak duran biriyim.”
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَهُمْ لَا يُؤْمِنُونَ۟ ﴿٢٠
20﴿ (Yahûdî ve Hristiyanlar arasından) kendilerine kitaplar vermiş olduğumuz o (âlim) kimseler (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in açık târifini Tevrât ve İncîl’de buldukları için) kendi oğullarını tanıdıkları gibi onu tanımaktadırlar. O kimseler ki (îmânı kazanmalarına sebep olacak akl-ı selîmi zâyi ederek) kendilerini zarara uğratmıştırlar; işte onlar bu sebeple îmân etmezler. (Nitekim îmân etmemenin en büyük sebebi, görülen şeylere takılıp körü körüne taklitçiliğe daldırmak sûretiyle aklı iptâl edip düşünce kābiliyetini boşa çıkarmaktır.)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَوْ كَذَّبَ بِاٰيَاتِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿٢١
21﴿ (“Melekler Allâh’ın kızlarıdır, putlar da Allâh nezdinde bizim şefâatçilerimizdir” diyerek) Allâh’a karşı büyük bir yalan uydurmuş kimseden ya da (Kur’ân’ı ve diğer mûcizeleri sihir kabûl ederek) O’nun âyetlerini yalanlamış olan (bir) kişiden kim daha zâlimdir?! Şu bir gerçek ki; (yaratılmışları ilâh sayarak en büyük haksızlığı yapan) o zâlimler felâh bulmayacak (hiçbir arzularına kavuşamayacak ve korktukları hiçbir şeyden de kurtulamayacak)tır.
وَيَوْمَ نَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًا ثُمَّ نَقُولُ لِلَّذ۪ينَ اَشْرَكُٓوا اَيْنَ شُرَكَٓاؤُ۬كُمُ الَّذ۪ينَ كُنْتُمْ تَزْعُمُونَ ﴿٢٢
22﴿ O günü de (anlat) ki; onları hep birlikte (mahşer arâzisine) toplayacağız da sonra o şirk koşmuş olan kimseler(i rezil etmek üzer)e (onlara): “Nerede o ortak (koştuğunuz put)larınız ki, siz boş yere sürekli onların dâvâlarını gütmekteydiniz (ve kurtuluş ümîdinizi onlara bağlamıştınız)?!” diyeceğiz.
ثُمَّ لَمْ تَكُنْ فِتْنَتُهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا وَاللّٰهِ رَبِّنَا مَا كُنَّا مُشْرِك۪ينَ ﴿٢٣
23﴿ Sonra onların fitne(lendikleri şirklerinin netîce)-si (aslâ onu savunmaları olmamış, kendilerini azaptan kurtarır düşüncesiyle ortaya koydukları mâzeretleri ise): “Rabbimiz olan Allâh’a yemîn olsun ki, biz şirk koşan kimseler değildik” de(mek sûretiyle, Allâh’ın adına bile bile yalan yere yemîn et)melerinden başka bir şey olmamıştır.
اُنْظُرْ كَيْفَ كَذَبُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٤
24﴿ (Habîbim!) Bak (gör ki, onlar şirkten uzak olduklarını savunarak) nasıl da kendi nefislerinin aleyhine yalan söylediler ve (“Putlar bizim şefâatçilerimizdir” diye) sürekli uydurmakta bulunmuş oldukları şeyler(e bağlamış oldukları boş ümitler) kendilerinden kayboldu (gitti).
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٢٥
25﴿ (Habîbim!) O (müşrik ola)nlardan kimi de (Kur’ân okurken) sana kulak vermektedir ama (iyi niyetle değil de, alay ve inkâr kastıyla dinledikleri için) Biz onu iyice anlamasınlar diye onların kalpleri üzerine birçok perdeler, kulaklarının içine de büyük bir ağırlık (ve sağırlık) koyduk. Artık (istedikleri) her bir âyet (ve mûcizey)i görecek olsalar da (aşırı inatçılık ve körü körüne taklit kendilerinde iyice yerleştiği için) ona îmân etmezler, hattâ o kâfir olmuş kimseler (daha da ileri giderek) seninle mücâdele eder oldukları hâlde sana geldikleri zaman: “İşte bu (Kur’ân), evvelkilerin yazmış olduğu masallardan başka bir şey değildir” der(ler). Rivâyete göre; Velîd ibnü Muğîre, Ebû Cehil ve Nadr ibnü Hâris gibi birtakım müşrikler Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanında bulunuyorlarken onun okuduğu Kur’ân’a kulak vermeye başladılar. Bunun üzerine Nadr’a: “Muhammed ne söylüyor?” dediklerinde o: “Ne söylediğini anlayamıyorum ama benim size geçmiş nesillerin kıssalarını anlatmam gibi, onun da dudaklarını hareket ettirerek evvelki ümmetlerin efsânelerini anlattığını sanıyorum” dedi. Kendisi de gerçekten eski ümmetlerin târihçelerini çokça nakleden biriydi. O zaman içlerinden biri: “Ben onun bâzı sözlerini hak buluyorum” deyince Ebû Cehil: “Hayır! Onun sözlerinden hiçbirini kabûl etme. Ölüm bize bundan daha kolay gelir” dedi. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmeyi indirdi. Allâh-u Te‘âlâ’nın, kullarının kalplerini perdeli ve kulaklarını sağır ederek onları inanamayacak bir hâle çevirmesiyle alâkalı “Kader sırrı” için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 9/60-78
وَهُمْ يَنْهَوْنَ عَنْهُ وَيَنْـَٔوْنَ عَنْهُۚ وَاِنْ يُهْلِكُونَ اِلَّٓا اَنْفُسَهُمْ وَمَا يَشْعُرُونَ ﴿٢٦
26﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar o (peygamber ve Kur’â)n(a inanmak)dan (insanları) engellerler, kendileri de ondan uzak dururlar. Böylece (kendileri haktan ayrılıp insanları da saptırarak) kendi nefislerinden başkasını helâk etmezler ama (ne büyük zarara uğradıklarının) farkında bile olmazlar.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلَى النَّارِ فَقَالُوا يَا لَيْتَنَا نُرَدُّ وَلَا نُكَذِّبَ بِاٰيَاتِ رَبِّنَا وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٢٧
27﴿ (Habîbim!) O ateşin (üstünde kurulan Sırat Köprüsü) üzerinde (o kâfirler) durduruldukları zaman: “Ey (bizi duyanlar)! Keşke biz (dünyâya) geri döndürülseydik de, Rabbimizin âyetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık” derlerken sen (o müşrikleri) bir görecek olsaydın (elbette çok büyük bir olaya tanıklık etmiş olurdun).