v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
130
Cuz 7
28﴿ Hayır! (Onlar bu temennîyi dünyâya geri dönüp de îmân etme azmiyle yapmadılar. Bilakis) daha önce (dünyâdayken insanlardan) sürekli gizlemekte bulunmuş oldukları (münâfıklık ve kötü amelleri gibi) şeyler kendilerine belirdi (de, dara düşünce bu temennîyi yaptılar). Ama (cehennemi gördükten sonra dünyâya) geri döndürülecek olsalar bile, kendisinden nehyolunmuş oldukları o (kötü) şey(ler)e elbette dönerlerdi. Şüphesiz ki onlar (her hususta olduğu gibi, dünyâya döndürülüp îmân etme vaadinde de) elbette yalancı kimselerdir.
29﴿ Yine onlar (dünyâdayken): “Bu (hayat denen şey, varsa yoksa) ancak (bize) en yakın (olan dünyâda yaşamakta olduğumuz bu) hayâtımızdır ve biz (bu hayattan sonra) aslâ diriltilecek kimseler değiliz” demişlerdi.
30﴿ (Habîbim! O müşriklerin) Rableri nezdinde durduruldukları ânı bir görecek olsaydın (ne büyük bir hâdiseye şâhit olurdun). O (Allâh-u Te‘âlâ): “İşte bu (diriltilip cezâlandırılma hâdisesi), gerçekten hak değil miymiş?” buyuracak da, onlar: “Rabbimize andolsun ki; evet (âhiret azâbı gerçekmiş)” diyecekler. O da: “Sürekli inkâr etmekte bulunmuş olmanız sebebiyle tadın (bakalım) bu azâbı” buyuracak.
31﴿ (Îmân etmeleri durumunda ebedî cennetlerde nîmetlenecekleri yerde, inkârları yüzünden cehennemin dibini boylayacakları için) muhakkak (en büyük zarar ve) hüsrâna uğramıştır o kimseler ki (dirileceklerine inanmayıp) Allâh’a kavuşmayı yalanlamıştırlar. Nihâyet kendilerine o (kıyâmet) ân(ı) birdenbire karşılaşılarak geldiği zaman: “O (dünyâ hayâtı)nda (imkânımız varken, İlâhî emirlerden) eksik yaptığımız şeylere karşı ey bizim hasret (ve nedâmet)imiz (gel, şimdi tam senin zamânındır)” derler, bir yandan da kendileri (günah) yüklerini sırtlarının üzerinde taşırlar. Dikkat edin! Yüklenmekte oldukları o şey ne kötü olmuştur.
32﴿ (Kâfirlerin kendisinden başka bir hayat tanımadıkları) o en alçak (dünyâ) hayât(ı, sürekli faydalara ve gerçek lezzetlere kavuşturacak sâlih amellerden insanları alıkoyan) bir oyun ve bir eğlenceden başka bir şey değildir. Ama andolsun, o son yurt(ta bulunan ve dünyâ nîmetleri gibi dertlerle karışık ve fânî olmayıp bilakis dâimî lezzetlerin mahalli olan cennet) ise elbette o kimseler için (dünyâdan) çok hayırlıdır ki onlar (şirkten, haram olan oyun ve eğlencelerden hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olmaktadırlar. Siz hâlâ (iki taraftan hangisinin hayırlı olduğunu) anla(yıp da, hayırlı olanı kazanmak için çalış)mayacak mısınız?!
33﴿ Biz şu hakîkati gerçekten biliyoruz ki; onların (İslâm aleyhine) söylemekte oldukları şey(ler) elbette seni çokça üzmektedir. Şüphesiz ki onlar (senin doğruluğunu bildikleri için, aslında) seni yalancı çıkarmıyorlar velâkin (şirk koşarak en büyük zulmü işleyen) o zâlimler Allâh’ın âyetlerini(n doğru olduğunu) bile bile (inadına) inkâr ediyorlar.
34﴿ Andolsun ki; elbette senden önce de nice değerli rasüller gerçekten yalanlanmıştı. Fakat onlar yalancı sayılmalarına ve eziyet olunmalarına karşı sabırlı davranmıştılar ve nihâyet kendilerine Bizim yardımımız gelmişti. Allâh’ın (peygamberlerine yardım edeceğine dâir vaatlerini ifâde eden) kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Kasem olsun ki; o gönderilen rasüllerin (kendi ümmetlerinden neler çektiğiyle alâkalı) haberlerinden bir kısmı şüphesiz sana gelmiştir. (Öyleyse sen onları örnek alıp sabra devâm et.)
35﴿ (Habîbim!) Eğer onların (senden ve getirdiğin dîne inanmaktan) yüz çevirmeleri senin üzerine (ağır ve) büyük gelecek olursa ve sen yerin içinde bir geçit yâhut gökte bir merdiven aramana ve böylece onlara (istedikleri) bir âyet (ve mûcize) getirmene imkân bulabilirsen (haydi hemen bunu yap)! Ama (Benim iznim olmadan senin buna gücünün yetmeyeceği âşikârdır. Lâkin sen onların Müslüman olmasına son derece düşkün olduğun için, îmân ederler ümîdiyle yerin altından ve göğün üstünden bir mûcize getirip gösterme imkânına sâhip olsan, bunu da yapacağın bellidir. Fakat onların inkârlarından dolayı kendini bu kadar üzmene değmez. Zîrâ) Allâh (onların doğru yolu seçtiklerini görüp de, kendilerini îmâna muvaffak kılmayı) irâde etseydi elbette onları hidâyet üzere toplardı. (Velâkin kâfirliği seçtiklerini gördüğü için, irâdesi onların îmânda birleşmesi yönünde tecelli etmedi.) Artık sakın sen (bu gerçeği bilmeyen) câhillerden olma.
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٣٠
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿٢٨
وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ ﴿٢٩
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟ ﴿٣٠
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ ﴿٣١
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٣٢
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ ﴿٣٣
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ ﴿٣٤
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ ﴿٣٥
En`âm Sûresi
130
Cuz 7
بَلْ بَدَا لَهُمْ مَا كَانُوا يُخْفُونَ مِنْ قَبْلُۜ وَلَوْ رُدُّوا لَعَادُوا لِمَا نُهُوا عَنْهُ وَاِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ ﴿٢٨
28﴿ Hayır! (Onlar bu temennîyi dünyâya geri dönüp de îmân etme azmiyle yapmadılar. Bilakis) daha önce (dünyâdayken insanlardan) sürekli gizlemekte bulunmuş oldukları (münâfıklık ve kötü amelleri gibi) şeyler kendilerine belirdi (de, dara düşünce bu temennîyi yaptılar). Ama (cehennemi gördükten sonra dünyâya) geri döndürülecek olsalar bile, kendisinden nehyolunmuş oldukları o (kötü) şey(ler)e elbette dönerlerdi. Şüphesiz ki onlar (her hususta olduğu gibi, dünyâya döndürülüp îmân etme vaadinde de) elbette yalancı kimselerdir.
وَقَالُٓوا اِنْ هِيَ اِلَّا حَيَاتُنَا الدُّنْيَا وَمَا نَحْنُ بِمَبْعُوث۪ينَ ﴿٢٩
29﴿ Yine onlar (dünyâdayken): “Bu (hayat denen şey, varsa yoksa) ancak (bize) en yakın (olan dünyâda yaşamakta olduğumuz bu) hayâtımızdır ve biz (bu hayattan sonra) aslâ diriltilecek kimseler değiliz” demişlerdi.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ وُقِفُوا عَلٰى رَبِّهِمْۜ قَالَ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ۟ ﴿٣٠
30﴿ (Habîbim! O müşriklerin) Rableri nezdinde durduruldukları ânı bir görecek olsaydın (ne büyük bir hâdiseye şâhit olurdun). O (Allâh-u Te‘âlâ): “İşte bu (diriltilip cezâlandırılma hâdisesi), gerçekten hak değil miymiş?” buyuracak da, onlar: “Rabbimize andolsun ki; evet (âhiret azâbı gerçekmiş)” diyecekler. O da: “Sürekli inkâr etmekte bulunmuş olmanız sebebiyle tadın (bakalım) bu azâbı” buyuracak.
قَدْ خَسِرَ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِلِقَٓاءِ اللّٰهِۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَتْهُمُ السَّاعَةُ بَغْتَةً قَالُوا يَا حَسْرَتَنَا عَلٰى مَا فَرَّطْنَا ف۪يهَاۙ وَهُمْ يَحْمِلُونَ اَوْزَارَهُمْ عَلٰى ظُهُورِهِمْۜ اَلَا سَٓاءَ مَا يَزِرُونَ ﴿٣١
31﴿ (Îmân etmeleri durumunda ebedî cennetlerde nîmetlenecekleri yerde, inkârları yüzünden cehennemin dibini boylayacakları için) muhakkak (en büyük zarar ve) hüsrâna uğramıştır o kimseler ki (dirileceklerine inanmayıp) Allâh’a kavuşmayı yalanlamıştırlar. Nihâyet kendilerine o (kıyâmet) ân(ı) birdenbire karşılaşılarak geldiği zaman: “O (dünyâ hayâtı)nda (imkânımız varken, İlâhî emirlerden) eksik yaptığımız şeylere karşı ey bizim hasret (ve nedâmet)imiz (gel, şimdi tam senin zamânındır)” derler, bir yandan da kendileri (günah) yüklerini sırtlarının üzerinde taşırlar. Dikkat edin! Yüklenmekte oldukları o şey ne kötü olmuştur.
وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا اِلَّا لَعِبٌ وَلَهْوٌۜ وَلَلدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿٣٢
32﴿ (Kâfirlerin kendisinden başka bir hayat tanımadıkları) o en alçak (dünyâ) hayât(ı, sürekli faydalara ve gerçek lezzetlere kavuşturacak sâlih amellerden insanları alıkoyan) bir oyun ve bir eğlenceden başka bir şey değildir. Ama andolsun, o son yurt(ta bulunan ve dünyâ nîmetleri gibi dertlerle karışık ve fânî olmayıp bilakis dâimî lezzetlerin mahalli olan cennet) ise elbette o kimseler için (dünyâdan) çok hayırlıdır ki onlar (şirkten, haram olan oyun ve eğlencelerden hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olmaktadırlar. Siz hâlâ (iki taraftan hangisinin hayırlı olduğunu) anla(yıp da, hayırlı olanı kazanmak için çalış)mayacak mısınız?!
قَدْ نَعْلَمُ اِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذ۪ي يَقُولُونَ فَاِنَّهُمْ لَا يُكَذِّبُونَكَ وَلٰكِنَّ الظَّالِم۪ينَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ ﴿٣٣
33﴿ Biz şu hakîkati gerçekten biliyoruz ki; onların (İslâm aleyhine) söylemekte oldukları şey(ler) elbette seni çokça üzmektedir. Şüphesiz ki onlar (senin doğruluğunu bildikleri için, aslında) seni yalancı çıkarmıyorlar velâkin (şirk koşarak en büyük zulmü işleyen) o zâlimler Allâh’ın âyetlerini(n doğru olduğunu) bile bile (inadına) inkâr ediyorlar.
وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلٰى مَا كُذِّبُوا وَاُو۫ذُوا حَتّٰٓى اَتٰيهُمْ نَصْرُنَاۚ وَلَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّٰهِۚ وَلَقَدْ جَٓاءَكَ مِنْ نَبَا۬ئِ الْمُرْسَل۪ينَ ﴿٣٤
34﴿ Andolsun ki; elbette senden önce de nice değerli rasüller gerçekten yalanlanmıştı. Fakat onlar yalancı sayılmalarına ve eziyet olunmalarına karşı sabırlı davranmıştılar ve nihâyet kendilerine Bizim yardımımız gelmişti. Allâh’ın (peygamberlerine yardım edeceğine dâir vaatlerini ifâde eden) kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Kasem olsun ki; o gönderilen rasüllerin (kendi ümmetlerinden neler çektiğiyle alâkalı) haberlerinden bir kısmı şüphesiz sana gelmiştir. (Öyleyse sen onları örnek alıp sabra devâm et.)
وَاِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ اِعْرَاضُهُمْ فَاِنِ اسْتَطَعْتَ اَنْ تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الْاَرْضِ اَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَٓاءِ فَتَأْتِيَهُمْ بِاٰيَةٍۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدٰى فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ ﴿٣٥
35﴿ (Habîbim!) Eğer onların (senden ve getirdiğin dîne inanmaktan) yüz çevirmeleri senin üzerine (ağır ve) büyük gelecek olursa ve sen yerin içinde bir geçit yâhut gökte bir merdiven aramana ve böylece onlara (istedikleri) bir âyet (ve mûcize) getirmene imkân bulabilirsen (haydi hemen bunu yap)! Ama (Benim iznim olmadan senin buna gücünün yetmeyeceği âşikârdır. Lâkin sen onların Müslüman olmasına son derece düşkün olduğun için, îmân ederler ümîdiyle yerin altından ve göğün üstünden bir mûcize getirip gösterme imkânına sâhip olsan, bunu da yapacağın bellidir. Fakat onların inkârlarından dolayı kendini bu kadar üzmene değmez. Zîrâ) Allâh (onların doğru yolu seçtiklerini görüp de, kendilerini îmâna muvaffak kılmayı) irâde etseydi elbette onları hidâyet üzere toplardı. (Velâkin kâfirliği seçtiklerini gördüğü için, irâdesi onların îmânda birleşmesi yönünde tecelli etmedi.) Artık sakın sen (bu gerçeği bilmeyen) câhillerden olma.