v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
131
Cuz 7
36﴿ (Habîbim! Onların hidâyetine düşkün olman bir şeye yaramaz. Zîrâ) ancak (kalplerinin kulağıyla ve kabûl etme niyetiyle dinleyip) duymakta olanlar (senin dâvetine) icâbet eder. (Kalbi ve rûhu) ölü (olan kâfir)ler ise; Allâh onları diriltir de sonra ancak O’n(un âhiretteki hesap yurdun)a döndürülürler (ve işte îmân etmelerinin faydasını göremeyecekleri o anda îmâna gelirler).
37﴿ O (Kureyş kâfirlerinin liderlerinden ola)nlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e inanmamalarına gerekçe uydurmak üzere:)(Gördüğümüz mûcizelerdense) onun üzerine Rabbinden başka bir âyet indirilseydi (de özel istekte bulunduğumuz üzere açıkça melekleri görseydik) ya” dediler. (Habîbim!) Sen (onlara): “Şüphesiz Allâh (sizin istediğiniz şekilde) bir âyet (ve mûcize) indirmeye (de gücü yeten bir) Kādir’dir” de. Velâkin (sen ne desen de) onların ekserîsi (kendilerine indirilen mûcizelerin yeterli olduğunu) bilmezler. (Ama yine de Allâh onların istediklerini indirmeye gücü yeten bir Zâttır, lâkin bu durum inanmamaları hâlinde üzerlerine âcil bir azâbın gönderilmesine ve köklerinin kazınmasına sebebiyet verecektir. Ama sen onların zürriyetinden îmân edenler olacağı ümîdini taşıdığından dolayı bunu istemeyeceğin için Rabbin bunu irâde buyurmadı.)
38﴿ Yerde debelenen herhangi bir (canlı) şey de yoktur, iki kanadıyla uçmakta olan herhangi bir kuş da yoktur ki illâ (o canlıların hepsi) sizler gibi (yaptıkları bilinen, rızık ve ecelleri ezelde takdîr edilmiş olan) birer ümmettirler. Biz o (Levh-i Mahfûz’da ve ondan alınmış olan Kur’ân gibi değerli bir) kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (Zîrâ âlemde cereyân eden büyük küçük meselelerden her birine mutlaka bu kitaplarda temâs edilmiştir.) Sonra (bütün ümmetler) ancak Rablerin(in hesap yurdu olan âhiret)e (toplanmak üzere) haşrolunacaklardır. (O zaman Allâh-u Te‘âlâ, her canlının hakkını birbirinden alacaktır.)
39﴿ Bizim âyetlerimizi yalanlamış olan o kimseler ise (cehâlet, şaşkınlık ve kâfirlik) karanlıklar(ı) içerisinde (bocalayıp kalmış) olan (ve bu nedenle de uyarıcıların nasîhatlerinden etkilenmeyen) birtakım sağırlar ve (hakkı söylemeyen) dilsizlerdir. Allâh kimi(n sapıklığı seçeceğini bildiği için, onu saptırmayı) murâd ederse onu saptırır. Kimi(n) de (hidâyeti seçeceğini bilerek onu hidâyete erdirmeyi) dilerse, onu dosdoğru bir yol (olan İslâm’a hidâyet buyurup, o yol) üzere (sâbit) kılar.
40﴿ (Habîbim! O müşriklerin her birine tek tek) de ki: “Gördün mü sizi(n hâlinizin ne olacağını)? (Söyleyin bakalım! Önceki inkârcılara geldiği gibi) Allâh’ın azâbı size gelir yâhut o (kıyamet) ân(ı) size gelirse, (o azâbı açması için) Allâh’tan başkasına mı özellikle duâ edersiniz?! Eğer (putlarınızın sizi kurtaracak güce sâhip ilâhlar olduğu görüşünüzde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (başınız sıkıştığında Allâh’ın yerine onlara yalvarın da görelim bakalım).”
41﴿ Doğrusu (o zaman siz kimseye yalvarmazsınız. Bilakis zararları açmaya ancak Allâh’ın Kādir olduğu inancı fıtrî olarak akıllarınızda yerleştiği için) sâdece O’na yalvarırsınız, O da murâd ederse kendisin(in giderilmesin)e duâ ettiğiniz o şeyi açar, siz de (dehşete kapıldığınız o anda Allâh’a) ortak koşmakta olduğunuz şeyleri (tamâmen) unutursunuz.
42﴿ Andolsun ki; elbette senden önce de nice ümmetlere kesinlikle (peygamberler) göndermiştik, ama (onları inkâr etmişlerdi de) Biz o (peygamberleri inkâr etmiş buluna)nları (fakirlik ve kıtlık gibi) çetin bir sıkıntıyla ve (hastalıklar ve âfetler gibi) darlık(lar)la hemen yakalamıştık. Tâ ki onlar (kâfirliklerinden tevbe edip) iyice boyun eğsinler.
43﴿ Artık o çetin azâbımız kendilerine geldiği zaman (tevbe edip) iyice boyun eğseydiler ya! Velâkin kalpleri katılaştı ve sürekli yapmakta bulunmuş oldukları (kötü) şeyleri şeytan onlara iyice süsle(yip püsle)di. (Bu yüzden yaptıkları günahları hoş görüp, başlarına gelen belânın sebebi olarak kabûl etmedikleri için musibetten nasihat almadılar.)
44﴿ İşte ne zaman ki onlar kendisiyle öğütlenmiş bulundukları o (zor ve çetin) şey(lerden ibret alıp şirkten ve günahlardan vazgeçmey)i unuttular, Biz (zorluk ve darlık nöbetleri arasında, bir de bollukla imtihan edelim diye) onlar üzerine (nîmet çeşitlerinden) her şeyin kapılarını (ardına kadar) açtık. Nihâyet onlar kendilerine verilmiş olan (nîmet dolu) şeylerle (şımarıp) ferahlanmıştılar ki, (azâbı daha şiddetle tatmaları için) Biz onları birdenbire karşılaşılarak yakalayıverdik, artık birdenbire onlar (kurtuluş ve rahmetten) ümit kesici kimseler (hâline gelmiş)dir(ler).
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٣١
اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ﴿٣٦
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٧
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ ﴿٣٨
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَاِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٣٩
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٤٠
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟ ﴿٤١
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ ﴿٤٢
فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٤٣
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ ﴿٤٤
En`âm Sûresi
131
Cuz 7
اِنَّمَا يَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ يَسْمَعُونَۜ وَالْمَوْتٰى يَبْعَثُهُمُ اللّٰهُ ثُمَّ اِلَيْهِ يُرْجَعُونَ ﴿٣٦
36﴿ (Habîbim! Onların hidâyetine düşkün olman bir şeye yaramaz. Zîrâ) ancak (kalplerinin kulağıyla ve kabûl etme niyetiyle dinleyip) duymakta olanlar (senin dâvetine) icâbet eder. (Kalbi ve rûhu) ölü (olan kâfir)ler ise; Allâh onları diriltir de sonra ancak O’n(un âhiretteki hesap yurdun)a döndürülürler (ve işte îmân etmelerinin faydasını göremeyecekleri o anda îmâna gelirler).
وَقَالُوا لَوْلَا نُزِّلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ قَادِرٌ عَلٰٓى اَنْ يُنَزِّلَ اٰيَةً وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٧
37﴿ O (Kureyş kâfirlerinin liderlerinden ola)nlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e inanmamalarına gerekçe uydurmak üzere:)(Gördüğümüz mûcizelerdense) onun üzerine Rabbinden başka bir âyet indirilseydi (de özel istekte bulunduğumuz üzere açıkça melekleri görseydik) ya” dediler. (Habîbim!) Sen (onlara): “Şüphesiz Allâh (sizin istediğiniz şekilde) bir âyet (ve mûcize) indirmeye (de gücü yeten bir) Kādir’dir” de. Velâkin (sen ne desen de) onların ekserîsi (kendilerine indirilen mûcizelerin yeterli olduğunu) bilmezler. (Ama yine de Allâh onların istediklerini indirmeye gücü yeten bir Zâttır, lâkin bu durum inanmamaları hâlinde üzerlerine âcil bir azâbın gönderilmesine ve köklerinin kazınmasına sebebiyet verecektir. Ama sen onların zürriyetinden îmân edenler olacağı ümîdini taşıdığından dolayı bunu istemeyeceğin için Rabbin bunu irâde buyurmadı.)
وَمَا مِنْ دَٓابَّةٍ فِي الْاَرْضِ وَلَا طَٓائِرٍ يَط۪يرُ بِجَنَاحَيْهِ اِلَّٓا اُمَمٌ اَمْثَالُكُمْۜ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ ﴿٣٨
38﴿ Yerde debelenen herhangi bir (canlı) şey de yoktur, iki kanadıyla uçmakta olan herhangi bir kuş da yoktur ki illâ (o canlıların hepsi) sizler gibi (yaptıkları bilinen, rızık ve ecelleri ezelde takdîr edilmiş olan) birer ümmettirler. Biz o (Levh-i Mahfûz’da ve ondan alınmış olan Kur’ân gibi değerli bir) kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. (Zîrâ âlemde cereyân eden büyük küçük meselelerden her birine mutlaka bu kitaplarda temâs edilmiştir.) Sonra (bütün ümmetler) ancak Rablerin(in hesap yurdu olan âhiret)e (toplanmak üzere) haşrolunacaklardır. (O zaman Allâh-u Te‘âlâ, her canlının hakkını birbirinden alacaktır.)
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِۜ مَنْ يَشَاِ اللّٰهُ يُضْلِلْهُۜ وَمَنْ يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٣٩
39﴿ Bizim âyetlerimizi yalanlamış olan o kimseler ise (cehâlet, şaşkınlık ve kâfirlik) karanlıklar(ı) içerisinde (bocalayıp kalmış) olan (ve bu nedenle de uyarıcıların nasîhatlerinden etkilenmeyen) birtakım sağırlar ve (hakkı söylemeyen) dilsizlerdir. Allâh kimi(n sapıklığı seçeceğini bildiği için, onu saptırmayı) murâd ederse onu saptırır. Kimi(n) de (hidâyeti seçeceğini bilerek onu hidâyete erdirmeyi) dilerse, onu dosdoğru bir yol (olan İslâm’a hidâyet buyurup, o yol) üzere (sâbit) kılar.
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ اَوْ اَتَتْكُمُ السَّاعَةُ اَغَيْرَ اللّٰهِ تَدْعُونَۚ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٤٠
40﴿ (Habîbim! O müşriklerin her birine tek tek) de ki: “Gördün mü sizi(n hâlinizin ne olacağını)? (Söyleyin bakalım! Önceki inkârcılara geldiği gibi) Allâh’ın azâbı size gelir yâhut o (kıyamet) ân(ı) size gelirse, (o azâbı açması için) Allâh’tan başkasına mı özellikle duâ edersiniz?! Eğer (putlarınızın sizi kurtaracak güce sâhip ilâhlar olduğu görüşünüzde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (başınız sıkıştığında Allâh’ın yerine onlara yalvarın da görelim bakalım).”
بَلْ اِيَّاهُ تَدْعُونَ فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ اِلَيْهِ اِنْ شَٓاءَ وَتَنْسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ۟ ﴿٤١
41﴿ Doğrusu (o zaman siz kimseye yalvarmazsınız. Bilakis zararları açmaya ancak Allâh’ın Kādir olduğu inancı fıtrî olarak akıllarınızda yerleştiği için) sâdece O’na yalvarırsınız, O da murâd ederse kendisin(in giderilmesin)e duâ ettiğiniz o şeyi açar, siz de (dehşete kapıldığınız o anda Allâh’a) ortak koşmakta olduğunuz şeyleri (tamâmen) unutursunuz.
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَٓا اِلٰٓى اُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ لَعَلَّهُمْ يَتَضَرَّعُونَ ﴿٤٢
42﴿ Andolsun ki; elbette senden önce de nice ümmetlere kesinlikle (peygamberler) göndermiştik, ama (onları inkâr etmişlerdi de) Biz o (peygamberleri inkâr etmiş buluna)nları (fakirlik ve kıtlık gibi) çetin bir sıkıntıyla ve (hastalıklar ve âfetler gibi) darlık(lar)la hemen yakalamıştık. Tâ ki onlar (kâfirliklerinden tevbe edip) iyice boyun eğsinler.
فَلَوْلَٓا اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَا تَضَرَّعُوا وَلٰكِنْ قَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَزَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٤٣
43﴿ Artık o çetin azâbımız kendilerine geldiği zaman (tevbe edip) iyice boyun eğseydiler ya! Velâkin kalpleri katılaştı ve sürekli yapmakta bulunmuş oldukları (kötü) şeyleri şeytan onlara iyice süsle(yip püsle)di. (Bu yüzden yaptıkları günahları hoş görüp, başlarına gelen belânın sebebi olarak kabûl etmedikleri için musibetten nasihat almadılar.)
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ فَتَحْنَا عَلَيْهِمْ اَبْوَابَ كُلِّ شَيْءٍۜ حَتّٰٓى اِذَا فَرِحُوا بِمَٓا اُو۫تُٓوا اَخَذْنَاهُمْ بَغْتَةً فَاِذَا هُمْ مُبْلِسُونَ ﴿٤٤
44﴿ İşte ne zaman ki onlar kendisiyle öğütlenmiş bulundukları o (zor ve çetin) şey(lerden ibret alıp şirkten ve günahlardan vazgeçmey)i unuttular, Biz (zorluk ve darlık nöbetleri arasında, bir de bollukla imtihan edelim diye) onlar üzerine (nîmet çeşitlerinden) her şeyin kapılarını (ardına kadar) açtık. Nihâyet onlar kendilerine verilmiş olan (nîmet dolu) şeylerle (şımarıp) ferahlanmıştılar ki, (azâbı daha şiddetle tatmaları için) Biz onları birdenbire karşılaşılarak yakalayıverdik, artık birdenbire onlar (kurtuluş ve rahmetten) ümit kesici kimseler (hâline gelmiş)dir(ler).