v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
132
Cuz 7
45﴿ Artık kendileri (Allâh’a ortak koşarak) zulüm işlemiş olan o kavmin (ardı) arkası böylece kesilmiş oldu (da, arkalarını arayacak bir fert bile kalmadı). Zâten (bütün nîmetlerinden dolayı özellikle de bu kâfirleri helâk ettiği için) bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur. (Zîrâ kâfir ve âsîlerin yok edilmesi, dünyâ halkı hakkında onların kötü inanç ve amellerinin uğursuzluğundan bir kurtuluş anlamı taşıdığı için elbette hamd gerektiren büyük nîmetlerdendir.)
46﴿ (Habîbim! O kâfirlere) de ki: “Gördünüz mü? (Söyleyin bakayım!) Eğer Allâh kulaklarınızı ve gözlerinizi al(arak, sizi sağır ve kör bir hâlde bırak)ırsa, kalplerinizin üzerine de mühür vurur (ve böylece anlayış gücünüzü tamâmen giderecek olur)sa, Allâh’tan başka kim bunu size getirecek bir ilâhtır?! Bak (gör) ki; (bâzen teşvik, bâzen tehdit, bâzen helâk olan ümmetlerin kıssalarıyla uyarı, bâzen de aklî deliller getirerek) âyetleri türlü türlü yönlere nasıl çeviri(rip açıklı)yoruz , sonra yine onlar (nasıl da inkâr edip) yüz çeviriyorlar?!”
47﴿ (Rasûlüm! O müşriklerin her birine tek tek) de ki: “Gördün mü sizi(n başınıza geleceği)? (Sizden önceki kâfirlere geldiği gibi) Allâh’ın azâbı (bir belirti göstermeden) birdenbire karşılaşılarak ya da (geliyorum diye diye) açıkça size gelecek olursa, (kâfir olarak kendilerine en büyük zulmü yapmış olan) o zâlimler topluluğundan başkası (İlâhî gazaba çarptırılarak) helâke uğratılmaz?!”
48﴿ Zâten Biz gönderilen rasülleri (herkesin keyfine göre mûcize göstersinler diye değil) ancak (îmân edenleri cennetle) müjdeleyiciler ve (inkâr edenleri cehennemle) uyarıcılar olarak göndeririz. Artık her kim (inanılması zarûrî olan şeylere) îmân eder ve ıslahta bulunursa (ve bütün işlerini İslâm’a göre düzeltirse), işte onlar üzerine (azapla alâkalı) hiçbir korku yoktur ve (kâfirler üzüldüğü zaman) ancak onlar mahzun olmayacaklardır.
49﴿ Bizim âyetlerimizi yalanlamış olan kimseler ise, kendileri (îmân ve tâattan çıkarak) sürekli fâsıklık yapmakta olmaları sebebiyle o (uyarıldıkları) azap kendilerine dokunacaktır.
50﴿ (Habîbim!) De ki: “Ben size: ‘Allâh’ın hazîneleri ancak benim yanımdadır’ demiyorum (ki, benden özel mûcizeler istiyorsunuz), (Allâh’ın bildirmediği) gaybı da bil(diğimi söyle)miyorum (ki gelecekte olacaklar hakkında benden bilgi istiyorsunuz), ben size: ‘Gerçekten ben bir meleğim’ de demiyorum (ki, benim yememe, içmeme ve evlenmeme şaşırıyorsunuz). Ben ancak bana vahyedilmekte olan şeye hakkıyla tâbi oluyorum. (Ben, ne ilâhlık, ne de meleklik iddiâsında değilim, ancak benden önce birçok beşere nasip olmuş bulunan peygamberlik şerefine mazhar kılınmış biriyim ve bu elçiliğimi tebliğ etmekteyim.)(Habîbim!) De ki: “Hiç kör olan biriyle, iyice gören kimse bir olur mu?! Siz hâlâ iyice düşün(üp de, haklı ve haksız iddiâların arasını temyiz ede)meyecek misiniz?!” Müfessirler bu âyet-i kerîmede geçen “Kör” ve “Gören” tâbirlerini: “Yoldan sapmış olanla hidâyete eren, bilenle bilmeyen, ilâhlık ve meleklik gibi muhal şeyleri iddiâ edenle peygamberlik gibi doğru vasfı savunan kimse” gibi mânâlar ile tefsir etmişlerdir.
51﴿ (Habîbim!) Bir de sen kendileri için O’ndan başka bir dost bulunmadığı ve (O’ndan izinsiz) bir şefâatçi olmadığı hâlde Rablerin(in hesap yurdu olan mahşer)e (toplanıp) haşrolunacaklarından korkmakta olan (fakat amellerinde noksanlık yapan Müslüman)ları (ve dirilme mefhûmuna inanan Ehl-i Kitap kâfirleriyle, bu hususta bâzı tereddütleri bulunan ama ya bunlar gerçekse diye düşünerek ne yapacaklarından korkan bâzı müşrikleri Kur’ân’ın ihtivâ ettiği azap âyetleriyle ve) onun (hikmetli beyanlarıy)la uyar ki onlar (kâfirlik ve günahlardan) iyice sakınsınlar. (Zîrâ uyarılar, dirilmenin tamâmen imkânsız olduğunu savunanlara değil, ancak onu mümkün sayanlara tesir eder.)
52﴿ (Habîbim! Zengin kâfirlerin arzusuna uyup da huzûrundan) kovma o kimseleri ki; (sırf) O’nun Zâtını(n rızâsını) murâd eder oldukları hâlde sabah-akşam (devamlı) Rablerine ibâdet etmektedirler. (Müşrikler onların, îmânlarında ihlâslı olmadıklarını, senin yanında geçinmek için durduklarını söylüyorlarsa da) onların hesâbından hiçbir şey sana âit değildir, senin hesâbından hiçbir şey de onlara âit değildir ki onları kovasın da zâlimlerden olasın. Ekra‘ ibnü Hâbis gibi zengin insanlar bir kere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına geldiklerinde Bilâl ve Ammâr gibi fakir müminleri görünce Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Bizim için ayrı bir meclis tahsis etsen de üstünlüğümüz meydana çıksa! Zîrâ gelen heyetlerin bizi bu kölelerle birlikte görmesinden utanıyoruz” dediler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de bu teklife olumlu yaklaştı, fakat bu hususta bir yazı istediler, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de Alî (Radıyallâhu Anh)ı bir sayfayla birlikte yanına çağırtacaktı ki, Cebrâîl (Aleyhisselâm) bu âyet-i kerîmeyi indirdi ve o günden sonra fakir sahâbe Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mübârek dizlerine dizlerini bitiştirecek kadar yakın mevkide bulundular. (İbnü Mâce, ez-Zühd:7, rakam:4127, 2/1382)
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٣٢
فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٤٥
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ ﴿٤٦
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ ﴿٤٧
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٤٨
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٤٩
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟ ﴿٥٠
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٥١
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥٢
En`âm Sûresi
132
Cuz 7
فَقُطِعَ دَابِرُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۜ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٤٥
45﴿ Artık kendileri (Allâh’a ortak koşarak) zulüm işlemiş olan o kavmin (ardı) arkası böylece kesilmiş oldu (da, arkalarını arayacak bir fert bile kalmadı). Zâten (bütün nîmetlerinden dolayı özellikle de bu kâfirleri helâk ettiği için) bütün hamdler âlemlerin Rabbi Allâh’a mahsustur. (Zîrâ kâfir ve âsîlerin yok edilmesi, dünyâ halkı hakkında onların kötü inanç ve amellerinin uğursuzluğundan bir kurtuluş anlamı taşıdığı için elbette hamd gerektiren büyük nîmetlerdendir.)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ اَخَذَ اللّٰهُ سَمْعَكُمْ وَاَبْصَارَكُمْ وَخَتَمَ عَلٰى قُلُوبِكُمْ مَنْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللّٰهِ يَأْت۪يكُمْ بِهِۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ ثُمَّ هُمْ يَصْدِفُونَ ﴿٤٦
46﴿ (Habîbim! O kâfirlere) de ki: “Gördünüz mü? (Söyleyin bakayım!) Eğer Allâh kulaklarınızı ve gözlerinizi al(arak, sizi sağır ve kör bir hâlde bırak)ırsa, kalplerinizin üzerine de mühür vurur (ve böylece anlayış gücünüzü tamâmen giderecek olur)sa, Allâh’tan başka kim bunu size getirecek bir ilâhtır?! Bak (gör) ki; (bâzen teşvik, bâzen tehdit, bâzen helâk olan ümmetlerin kıssalarıyla uyarı, bâzen de aklî deliller getirerek) âyetleri türlü türlü yönlere nasıl çeviri(rip açıklı)yoruz , sonra yine onlar (nasıl da inkâr edip) yüz çeviriyorlar?!”
قُلْ اَرَاَيْتَكُمْ اِنْ اَتٰيكُمْ عَذَابُ اللّٰهِ بَغْتَةً اَوْ جَهْرَةً هَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الظَّالِمُونَ ﴿٤٧
47﴿ (Rasûlüm! O müşriklerin her birine tek tek) de ki: “Gördün mü sizi(n başınıza geleceği)? (Sizden önceki kâfirlere geldiği gibi) Allâh’ın azâbı (bir belirti göstermeden) birdenbire karşılaşılarak ya da (geliyorum diye diye) açıkça size gelecek olursa, (kâfir olarak kendilerine en büyük zulmü yapmış olan) o zâlimler topluluğundan başkası (İlâhî gazaba çarptırılarak) helâke uğratılmaz?!”
وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٤٨
48﴿ Zâten Biz gönderilen rasülleri (herkesin keyfine göre mûcize göstersinler diye değil) ancak (îmân edenleri cennetle) müjdeleyiciler ve (inkâr edenleri cehennemle) uyarıcılar olarak göndeririz. Artık her kim (inanılması zarûrî olan şeylere) îmân eder ve ıslahta bulunursa (ve bütün işlerini İslâm’a göre düzeltirse), işte onlar üzerine (azapla alâkalı) hiçbir korku yoktur ve (kâfirler üzüldüğü zaman) ancak onlar mahzun olmayacaklardır.
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا يَمَسُّهُمُ الْعَذَابُ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿٤٩
49﴿ Bizim âyetlerimizi yalanlamış olan kimseler ise, kendileri (îmân ve tâattan çıkarak) sürekli fâsıklık yapmakta olmaları sebebiyle o (uyarıldıkları) azap kendilerine dokunacaktır.
قُلْ لَٓا اَقُولُ لَكُمْ عِنْد۪ي خَزَٓائِنُ اللّٰهِ وَلَٓا اَعْلَمُ الْغَيْبَ وَلَٓا اَقُولُ لَكُمْ اِنّ۪ي مَلَكٌۚ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۜ اَفَلَا تَتَفَكَّرُونَ۟ ﴿٥٠
50﴿ (Habîbim!) De ki: “Ben size: ‘Allâh’ın hazîneleri ancak benim yanımdadır’ demiyorum (ki, benden özel mûcizeler istiyorsunuz), (Allâh’ın bildirmediği) gaybı da bil(diğimi söyle)miyorum (ki gelecekte olacaklar hakkında benden bilgi istiyorsunuz), ben size: ‘Gerçekten ben bir meleğim’ de demiyorum (ki, benim yememe, içmeme ve evlenmeme şaşırıyorsunuz). Ben ancak bana vahyedilmekte olan şeye hakkıyla tâbi oluyorum. (Ben, ne ilâhlık, ne de meleklik iddiâsında değilim, ancak benden önce birçok beşere nasip olmuş bulunan peygamberlik şerefine mazhar kılınmış biriyim ve bu elçiliğimi tebliğ etmekteyim.)(Habîbim!) De ki: “Hiç kör olan biriyle, iyice gören kimse bir olur mu?! Siz hâlâ iyice düşün(üp de, haklı ve haksız iddiâların arasını temyiz ede)meyecek misiniz?!” Müfessirler bu âyet-i kerîmede geçen “Kör” ve “Gören” tâbirlerini: “Yoldan sapmış olanla hidâyete eren, bilenle bilmeyen, ilâhlık ve meleklik gibi muhal şeyleri iddiâ edenle peygamberlik gibi doğru vasfı savunan kimse” gibi mânâlar ile tefsir etmişlerdir.
وَاَنْذِرْ بِهِ الَّذ۪ينَ يَخَافُونَ اَنْ يُحْشَرُٓوا اِلٰى رَبِّهِمْ لَيْسَ لَهُمْ مِنْ دُونِه۪ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٥١
51﴿ (Habîbim!) Bir de sen kendileri için O’ndan başka bir dost bulunmadığı ve (O’ndan izinsiz) bir şefâatçi olmadığı hâlde Rablerin(in hesap yurdu olan mahşer)e (toplanıp) haşrolunacaklarından korkmakta olan (fakat amellerinde noksanlık yapan Müslüman)ları (ve dirilme mefhûmuna inanan Ehl-i Kitap kâfirleriyle, bu hususta bâzı tereddütleri bulunan ama ya bunlar gerçekse diye düşünerek ne yapacaklarından korkan bâzı müşrikleri Kur’ân’ın ihtivâ ettiği azap âyetleriyle ve) onun (hikmetli beyanlarıy)la uyar ki onlar (kâfirlik ve günahlardan) iyice sakınsınlar. (Zîrâ uyarılar, dirilmenin tamâmen imkânsız olduğunu savunanlara değil, ancak onu mümkün sayanlara tesir eder.)
وَلَا تَطْرُدِ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدٰوةِ وَالْعَشِيِّ يُر۪يدُونَ وَجْهَهُۜ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِم۪ينَ ﴿٥٢
52﴿ (Habîbim! Zengin kâfirlerin arzusuna uyup da huzûrundan) kovma o kimseleri ki; (sırf) O’nun Zâtını(n rızâsını) murâd eder oldukları hâlde sabah-akşam (devamlı) Rablerine ibâdet etmektedirler. (Müşrikler onların, îmânlarında ihlâslı olmadıklarını, senin yanında geçinmek için durduklarını söylüyorlarsa da) onların hesâbından hiçbir şey sana âit değildir, senin hesâbından hiçbir şey de onlara âit değildir ki onları kovasın da zâlimlerden olasın. Ekra‘ ibnü Hâbis gibi zengin insanlar bir kere Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yanına geldiklerinde Bilâl ve Ammâr gibi fakir müminleri görünce Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Bizim için ayrı bir meclis tahsis etsen de üstünlüğümüz meydana çıksa! Zîrâ gelen heyetlerin bizi bu kölelerle birlikte görmesinden utanıyoruz” dediler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de bu teklife olumlu yaklaştı, fakat bu hususta bir yazı istediler, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de Alî (Radıyallâhu Anh)ı bir sayfayla birlikte yanına çağırtacaktı ki, Cebrâîl (Aleyhisselâm) bu âyet-i kerîmeyi indirdi ve o günden sonra fakir sahâbe Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mübârek dizlerine dizlerini bitiştirecek kadar yakın mevkide bulundular. (İbnü Mâce, ez-Zühd:7, rakam:4127, 2/1382)