v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
133
Cuz 7
53﴿ İşte sana! Böylece (insanların maddî durumlarını farklı kılarak) bir kısımlarını diğer bir kısımla imtihan (edenin muâmelesine tâbi) ettik ki, o (kâfirlerden zengin ola)nlar (fakir Müslümanlar hakkında): “İşte bunlar mı Allâh’ın aramızdan (bula bula îmân ve hidâyet nîmetini) kendilerine lütfetmiş olduğu kimseler?!” desinler. Zâten Allâh o (îmân edip) şükredenleri(n kimler olacağını tâ ezelde) gerçekten en iyi bilen değil midir?! (Elbette kimin ne olacağını en iyi bilen sâdece Allâh olduğu için, zengin-fakir olduğuna bakmaksızın, îmân ederek şükredeceğini bildiği kimseleri doğru yola kavuşturmaktadır, inkâr edeceğini bildiklerini ise tevfîkınden mahrum bırakmaktadır.)
54﴿ (Habîbim!) Bir de kendileri Bizim âyetlerimize îmân etmekte olan o (hakir görülen fakir) kimseler sana geldiği zaman (sen onlara) de ki: “Selâm (ve selâmet iki cihanda) sizin üzerinize olsun! Rabbiniz (kullarına acımayı ve) rahmeti (kesin bir vaad olarak fazl-u keremiyle) Kendi (mukaddes) Zâtına (vâcip kılmış ve bu hükmü Arş’ın üstünde bulunan bir kitapta) yazmıştır. Şu bir gerçek ki; içinizden her kim (getireceği zarar hakkında bilgisi olmadığından veyâ bilse de, günahı ibâdete tercih ettiği için) cehâletle bir kötülük yapar da sonra onun ardından tevbe eder ve (yaptığına pişmanlık çekerek, bir daha yapmamaya da karar vererek tevbesini ve amelini) ıslahta bulunursa, şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ günahlarından tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çokça acıyan bir) Rahîm’dir.”
55﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bir de (itâatkârlar, ısrarcı günahkârlar ve tevbekârlar hakkındaki Kur’ân) âyetler(in)i böylece ayrıntılı bir şekilde beyân ediyoruz ki (hak ortaya çıksın), (inkâr suçunu işlemiş olan) o mücrimlerin yolu da iyice belirsin (ve sen herkese hak ettiği muâmeleyi yapabilesin)!
56﴿ (Habîbim!) De ki: “Şüphesiz ben sizin Allâh’ı bırakıp da tapmakta olduklarınıza ibâdet etmemden nehyolundum.” (Yine) de ki: “Ben sizin kötü arzularınıza aslâ uymam. (Zîrâ sizin din adına uydurduğunuz yol, hüdâ değil, hevâdır. Hakkı arayan kimseye yakışan ise, körü körüne taklidi bırakıp, huccet ve delîle uymaktır. Ben sizin) o (arzularınıza uyduğum) zaman muhakkak ki (doğru yoldan) sapmış olurum ve ben hidâyete erenlerden olamam.”
57﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Şüphesiz ki ben Rabbimden (gelen ve hakkı bâtıldan ayıran) çok değerli açık bir delil üzereyim, siz ise (hiçbir delîle dayanmadan) onu yalanladınız. (‘Başımıza gökten taş yağdır yâhut bize acı verici bir azap gönder’ diyerek) kendisini acele istemekte olduğunuz o şey(i getirme gücü) benim yanımda (mevcut) değildir. (Azâbı acele gönderme veyâ geciktirme hususunda) hüküm ancak Allâh’a âittir. O, (her hususta olduğu gibi, azâbı gönderme hükmünde de) hakk (ve hikmete uygun olan karar)ı izler /doğruyu anlatır/. Zâten ancak O, (doğruyla eğrinin arasını ayırıp) fasledenlerin hayırlısıdır/ancak O, hüküm verenlerin hayırlısıdır/.”
58﴿ (Habîbim!) De ki: “Sizin (azapla ilgili) kendisini acele istemekte olduğunuz o şey(i başınıza getirme imkânı) gerçekten benim yanımda (ve elimde) olsaydı, elbette (Rabbim için gazaplanarak, bu isteğinizin hemen peşine sizi helâk ederdim ki, böylece) benimle sizin aranızdaki o (helâkinizle ilgili)(çoktan) bitirilmiş olurdu. (Lâkin bütün işler Allâh-u Te‘âlâ’nın yönetimindedir.) Zâten Allâh o zâlimleri çok iyi bilendir.” (Böylece O, içlerinden kimin acele helâk edilmesi, kime de fırsat tanınması uygun olacağına dâir ezelî ilmi yönünde en doğru muâmeleyi yapar.)
59﴿ (Kullardan gizlenen azap, sevap, rızık ve ecelle ilgili) gaybın anahtarları da ancak O’nun nezdindedir ki, Kendisinden başkası bunları(n tümünü veyâ bir kısmını O bildirmedikçe) bilemez. Karada ve denizde olan şeyleri de (canlı cansız tüm varlıkları da) O bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki; mutlaka O onu(n düşüşünden önceki ve sonraki tüm hâllerini) bilir. Yerin karanlıklarındaki tek bir tâne bile yoktur; bir yaş da yoktur, bir kuru da yoktur ki; mutlaka (hepsi de hiçbir şey müstesnâ olmamak üzere kendisine bakan melekler için mânâları) apaçık bir Kitâb (olan Levh-i Mahfûz)da (kayıtlı)dır. Abdullâh ibnü Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Gaybın anahtarları beştir (ki bunlar da Lokmân Sûresi’nin 34. âyet-i kerîmesinde bildirilmiştir); şüphesiz o kıyâmet ânının bilgisi ancak Allâh nezdindedir, yağmuru O indirir, rahimlerde olanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilemez, kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allâh hakkıyla bilendir, ziyâdesiyle haberdârdır.” (el-Buhârî, et-Tefsîr:124, rakam:4351, 4/1693) Gaybın târifi, bu hadîs-i şerîfte geçen beş temel meselesinin îzâhı, ayrıca peygamberlere ve velîlere bâzı gaybların bildirildiği husûsundaki deliller için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 9/392-420
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٣٣
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ ﴿٥٣
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥٤
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ ﴿٥٥
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ ﴿٥٦
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ ﴿٥٧
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ ﴿٥٨
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ﴿٥٩
En`âm Sûresi
133
Cuz 7
وَكَذٰلِكَ فَتَنَّا بَعْضَهُمْ بِبَعْضٍ لِيَقُولُٓوا اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ مَنَّ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ مِنْ بَيْنِنَاۜ اَلَيْسَ اللّٰهُ بِاَعْلَمَ بِالشَّاكِر۪ينَ ﴿٥٣
53﴿ İşte sana! Böylece (insanların maddî durumlarını farklı kılarak) bir kısımlarını diğer bir kısımla imtihan (edenin muâmelesine tâbi) ettik ki, o (kâfirlerden zengin ola)nlar (fakir Müslümanlar hakkında): “İşte bunlar mı Allâh’ın aramızdan (bula bula îmân ve hidâyet nîmetini) kendilerine lütfetmiş olduğu kimseler?!” desinler. Zâten Allâh o (îmân edip) şükredenleri(n kimler olacağını tâ ezelde) gerçekten en iyi bilen değil midir?! (Elbette kimin ne olacağını en iyi bilen sâdece Allâh olduğu için, zengin-fakir olduğuna bakmaksızın, îmân ederek şükredeceğini bildiği kimseleri doğru yola kavuşturmaktadır, inkâr edeceğini bildiklerini ise tevfîkınden mahrum bırakmaktadır.)
وَاِذَا جَٓاءَكَ الَّذ۪ينَ يُؤْمِنُونَ بِاٰيَاتِنَا فَقُلْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ كَتَبَ رَبُّكُمْ عَلٰى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَۙ اَنَّهُ مَنْ عَمِلَ مِنْكُمْ سُٓوءًا بِجَهَالَةٍ ثُمَّ تَابَ مِنْ بَعْدِه۪ وَاَصْلَحَ فَاَنَّهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٥٤
54﴿ (Habîbim!) Bir de kendileri Bizim âyetlerimize îmân etmekte olan o (hakir görülen fakir) kimseler sana geldiği zaman (sen onlara) de ki: “Selâm (ve selâmet iki cihanda) sizin üzerinize olsun! Rabbiniz (kullarına acımayı ve) rahmeti (kesin bir vaad olarak fazl-u keremiyle) Kendi (mukaddes) Zâtına (vâcip kılmış ve bu hükmü Arş’ın üstünde bulunan bir kitapta) yazmıştır. Şu bir gerçek ki; içinizden her kim (getireceği zarar hakkında bilgisi olmadığından veyâ bilse de, günahı ibâdete tercih ettiği için) cehâletle bir kötülük yapar da sonra onun ardından tevbe eder ve (yaptığına pişmanlık çekerek, bir daha yapmamaya da karar vererek tevbesini ve amelini) ıslahta bulunursa, şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ günahlarından tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çokça acıyan bir) Rahîm’dir.”
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلِتَسْتَب۪ينَ سَب۪يلُ الْمُجْرِم۪ينَ۟ ﴿٥٥
55﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bir de (itâatkârlar, ısrarcı günahkârlar ve tevbekârlar hakkındaki Kur’ân) âyetler(in)i böylece ayrıntılı bir şekilde beyân ediyoruz ki (hak ortaya çıksın), (inkâr suçunu işlemiş olan) o mücrimlerin yolu da iyice belirsin (ve sen herkese hak ettiği muâmeleyi yapabilesin)!
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ قُلْ لَٓا اَتَّبِعُ اَهْوَٓاءَكُمْۙ قَدْ ضَلَلْتُ اِذًا وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ ﴿٥٦
56﴿ (Habîbim!) De ki: “Şüphesiz ben sizin Allâh’ı bırakıp da tapmakta olduklarınıza ibâdet etmemden nehyolundum.” (Yine) de ki: “Ben sizin kötü arzularınıza aslâ uymam. (Zîrâ sizin din adına uydurduğunuz yol, hüdâ değil, hevâdır. Hakkı arayan kimseye yakışan ise, körü körüne taklidi bırakıp, huccet ve delîle uymaktır. Ben sizin) o (arzularınıza uyduğum) zaman muhakkak ki (doğru yoldan) sapmış olurum ve ben hidâyete erenlerden olamam.”
قُلْ اِنّ۪ي عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبّ۪ي وَكَذَّبْتُمْ بِه۪ۜ مَا عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ يَقُصُّ الْحَقَّ وَهُوَ خَيْرُ الْفَاصِل۪ينَ ﴿٥٧
57﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Şüphesiz ki ben Rabbimden (gelen ve hakkı bâtıldan ayıran) çok değerli açık bir delil üzereyim, siz ise (hiçbir delîle dayanmadan) onu yalanladınız. (‘Başımıza gökten taş yağdır yâhut bize acı verici bir azap gönder’ diyerek) kendisini acele istemekte olduğunuz o şey(i getirme gücü) benim yanımda (mevcut) değildir. (Azâbı acele gönderme veyâ geciktirme hususunda) hüküm ancak Allâh’a âittir. O, (her hususta olduğu gibi, azâbı gönderme hükmünde de) hakk (ve hikmete uygun olan karar)ı izler /doğruyu anlatır/. Zâten ancak O, (doğruyla eğrinin arasını ayırıp) fasledenlerin hayırlısıdır/ancak O, hüküm verenlerin hayırlısıdır/.”
قُلْ لَوْ اَنَّ عِنْد۪ي مَا تَسْتَعْجِلُونَ بِه۪ لَقُضِيَ الْاَمْرُ بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِالظَّالِم۪ينَ ﴿٥٨
58﴿ (Habîbim!) De ki: “Sizin (azapla ilgili) kendisini acele istemekte olduğunuz o şey(i başınıza getirme imkânı) gerçekten benim yanımda (ve elimde) olsaydı, elbette (Rabbim için gazaplanarak, bu isteğinizin hemen peşine sizi helâk ederdim ki, böylece) benimle sizin aranızdaki o (helâkinizle ilgili)(çoktan) bitirilmiş olurdu. (Lâkin bütün işler Allâh-u Te‘âlâ’nın yönetimindedir.) Zâten Allâh o zâlimleri çok iyi bilendir.” (Böylece O, içlerinden kimin acele helâk edilmesi, kime de fırsat tanınması uygun olacağına dâir ezelî ilmi yönünde en doğru muâmeleyi yapar.)
وَعِنْدَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لَا يَعْلَمُهَٓا اِلَّا هُوَۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ وَمَا تَسْقُطُ مِنْ وَرَقَةٍ اِلَّا يَعْلَمُهَا وَلَا حَبَّةٍ ف۪ي ظُلُمَاتِ الْاَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ اِلَّا ف۪ي كِتَابٍ مُب۪ينٍ ﴿٥٩
59﴿ (Kullardan gizlenen azap, sevap, rızık ve ecelle ilgili) gaybın anahtarları da ancak O’nun nezdindedir ki, Kendisinden başkası bunları(n tümünü veyâ bir kısmını O bildirmedikçe) bilemez. Karada ve denizde olan şeyleri de (canlı cansız tüm varlıkları da) O bilir. Hiçbir yaprak düşmez ki; mutlaka O onu(n düşüşünden önceki ve sonraki tüm hâllerini) bilir. Yerin karanlıklarındaki tek bir tâne bile yoktur; bir yaş da yoktur, bir kuru da yoktur ki; mutlaka (hepsi de hiçbir şey müstesnâ olmamak üzere kendisine bakan melekler için mânâları) apaçık bir Kitâb (olan Levh-i Mahfûz)da (kayıtlı)dır. Abdullâh ibnü Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: “Gaybın anahtarları beştir (ki bunlar da Lokmân Sûresi’nin 34. âyet-i kerîmesinde bildirilmiştir); şüphesiz o kıyâmet ânının bilgisi ancak Allâh nezdindedir, yağmuru O indirir, rahimlerde olanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilemez, kimse nerede öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allâh hakkıyla bilendir, ziyâdesiyle haberdârdır.” (el-Buhârî, et-Tefsîr:124, rakam:4351, 4/1693) Gaybın târifi, bu hadîs-i şerîfte geçen beş temel meselesinin îzâhı, ayrıca peygamberlere ve velîlere bâzı gaybların bildirildiği husûsundaki deliller için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 9/392-420