v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
134
Cuz 7
60﴿ Bir de ancak O, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sizi(n ruhlarınızın bedendeki tasarrufunu) geceleyin (uyurken) tamâmen almaktadır, gündüzleyin yapmış olduğunuz şeyleri de bilmektedir. Sonra (her kulun dünyâda ne kadar kalacağı hakkında) belirlenmiş bir süre bitirilsin diye sizi o (gündüzün ışığı)nda diriltmektedir. (Öldürülüp diriltilmenizden) sonra dönüşünüz ancak O’na (olacak)dır ve sonunda O (Rabbiniz), (gece-gündüz) sürekli yapmakta bulunmuş olduğunuz şeyleri(n) size (ne kazandırdığını) tamâmen haber verecektir. Âyet-i celîlede geçen “Teveffî” tâbiri; örfe göre öldürme mânâsında ise de, burada mecâzen uyutma mânâsı kastedilmiştir. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ: “Allâh ruhları ölümleri zamânında, ölmeyenleri de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerini tutar, diğerlerini ise (ecelleri için) belirli bir zamâna kadar (bedenlerine) gönderir” (ez-Zümer Sûresi:42) buyurarak bu gerçeği vuzûha kavuşturmuştur. Zîrâ duyuları, düşünce ve anlayış kābiliyetlerini giderme husûsunda ölümle uyku arasında tam bir münâsebet vardır. Bundan dolayı Câbir (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Uyku ölümün kardeşidir, cennet ehli ise uyumazlar” buyurmuştur. (Ebû Nu‘aym, Hılyetü’l-evliyâ, 7/90) Hazret-i Alî (Radıyallâhu Anh)ın: “Uyku vaktinde ruh çıkar, ışınları ise bedende kalır, işte kişi rüyâyı bununla görür. Uykudan uyanırken ise göz açıp kapayacak zamandan daha hızlı bir şekilde ruh bedene geri döner” sözü, bu konudaki birçok bilginin kaynağı olmuştur. (el-Hâzin, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 5/320) Rûhun uykuda alınması hakkındaki rivâyetler ve ruhla ilgili ilginç bilgiler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 9/425-435
61﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), kullarının fevkınde (eşsiz bir güç, gâlibiyet ve tasarrufa sâhip olup, her istediğine ulaşacak bir) Kāhir’dir. (Dolayısıyla kullarından hiçbiri O’nu âciz bırakamaz ve onlar hakkında dilediğini yapmasına engel olamaz.) (Meleklerden sizin amellerinizi yazıp muhâfaza eden) Hafaza’yı da sizin üzerinize O yollamaktadır. Nihâyet sizden birine ölüm geldiği zaman (canınızı almakla görevlendirilen) elçilerimiz o(nun rûhu)nu tamâmen alırlar ve onlar (vazîfelerinde gevşeklik ve geciktirme gibi) hiçbir kusur yapmazlar.
62﴿ (Dünyâdayken birtakım bâtıl mevlâların eli altında bulunduktan) sonra onlar (âhirete vardıklarında) O Allâh(ın hüküm ve cezâsın)a; Hakk(ı izhâr eden ve gerçek mânâda sâhipleri) olan Mevlâlarına döndürülmüştürler. Âgâh olun ki; (dünyâda sûretâ hüküm verenler görülse de o kıyâmet günü kullar arasında verilecek bütün) hüküm (ve kararlar) ancak O’na âittir. Zâten ancak O, hesap görenlerin en süratlisidir. (Nitekim hiçbir kimsenin hesâbıyla uğraşmak, O’nu diğerinden alıkoymaz ve böylece O, çok kısa bir zaman içerisinde bütün yaratılmışların hesâbını bitirecektir.)
63﴿ (Habîbim!) De ki: “Karanın ve denizin (korkunç tehlikelerinden ve) karanlıklarından sizi kim kurtarmaktadır ki: ‘Andolsun; eğer bizi işte bundan kurtarırsa, elbette biz muhakkak şükredenlerden olacağız’ diye boyun bükerek açıkça ve gizlice O’na duâ etmektesiniz.”
64﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Bun(ca darlığınız)dan ve her sıkıntıdan sizi ancak Allâh kurtarmaktadır. Ama sonra (hâlâ) siz (hiçbir şeye gücü yetmeyen yaratıkları O’na) ortak koşmaktasınız.”
65﴿ (Habîbim!) De ki: “(Nûh ve Lût kavmiyle, Fîl Ordusu’na yaptığı gibi) sizin üzerinizden yâhut (Firavun’u boğup Kārûn’u batırdığı gibi) ayaklarınızın altından size bir azap göndermeye ya da sizi (farklı farklı görüşlere mensûb ve mutaassıp) fırkalar hâlinde karıştırmaya ve böylece (aranızda savaş çıkartarak) bir kısmınıza diğer bir kısmın çetin azâbını tattırmaya ancak O (Rabbiniz) Kādir’dir. Bak (gör) ki; âyetleri (müjde ve tehdit gibi farklı sûretlerle) bir üsluptan diğerine nasıl çeviriyoruz, tâ ki onlar (gerçekleri) iyice anlasınlar (da inkârı bıraksınlar).”
66﴿ (Habîbim!) Senin kavmin onu yalanlamıştır. Oysa o (Kur’ân-ı Kerîm ve haber verdiği azaplar), gerçeğin ta kendisidir. De ki: “Ben sizin üzerinize aslâ bir vekil değilim (ki sizi inkârdan zorla engelleyeyim yâhut cezânızı ben vereyim. Ben ancak bir uyarıcıyım, üzerinize Vekîl olan ise ancak Allâh’tır).”
67﴿ (Kur’ân’ın verdiği haberlerden) her bir haber için yerini bulma zamânı vardır. Yakında (vakti geldiğinde, dünyâda veyâ âhirette o haberin doğruluğunu) siz de bileceksiniz.
68﴿ (Habîbim!) Bizim âyetlerimiz hakkında (inkâra, alay ve tenkite) dalmakta bulunan o kimseleri gördüğün zaman ise, onlar ondan başka bir söze dalıncaya kadar hemen kendilerinden yüz çevir(diğini ifâde etmek üzere yanlarından kalk)! Ama eğer şeytan sana gerçekten (vesvese verip bu yasağı) unutturacak olursa, artık (bu nehyi) hatırlama(n)-dan sonra o zâlimler toplumuyla birlikte oturma.
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٣٤
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ ﴿٦٠
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ ﴿٦١
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ ﴿٦٢
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ﴿٦٣
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ ﴿٦٤
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ ﴿٦٥
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ ﴿٦٦
لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿٦٧
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿٦٨
En`âm Sûresi
134
Cuz 7
وَهُوَ الَّذ۪ي يَتَوَفّٰيكُمْ بِالَّيْلِ وَيَعْلَمُ مَا جَرَحْتُمْ بِالنَّهَارِ ثُمَّ يَبْعَثُكُمْ ف۪يهِ لِيُقْضٰٓى اَجَلٌ مُسَمًّىۚ ثُمَّ اِلَيْهِ مَرْجِعُكُمْ ثُمَّ يُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ۟ ﴿٦٠
60﴿ Bir de ancak O, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sizi(n ruhlarınızın bedendeki tasarrufunu) geceleyin (uyurken) tamâmen almaktadır, gündüzleyin yapmış olduğunuz şeyleri de bilmektedir. Sonra (her kulun dünyâda ne kadar kalacağı hakkında) belirlenmiş bir süre bitirilsin diye sizi o (gündüzün ışığı)nda diriltmektedir. (Öldürülüp diriltilmenizden) sonra dönüşünüz ancak O’na (olacak)dır ve sonunda O (Rabbiniz), (gece-gündüz) sürekli yapmakta bulunmuş olduğunuz şeyleri(n) size (ne kazandırdığını) tamâmen haber verecektir. Âyet-i celîlede geçen “Teveffî” tâbiri; örfe göre öldürme mânâsında ise de, burada mecâzen uyutma mânâsı kastedilmiştir. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ: “Allâh ruhları ölümleri zamânında, ölmeyenleri de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerini tutar, diğerlerini ise (ecelleri için) belirli bir zamâna kadar (bedenlerine) gönderir” (ez-Zümer Sûresi:42) buyurarak bu gerçeği vuzûha kavuşturmuştur. Zîrâ duyuları, düşünce ve anlayış kābiliyetlerini giderme husûsunda ölümle uyku arasında tam bir münâsebet vardır. Bundan dolayı Câbir (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edilen hadîs-i şerîfte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Uyku ölümün kardeşidir, cennet ehli ise uyumazlar” buyurmuştur. (Ebû Nu‘aym, Hılyetü’l-evliyâ, 7/90) Hazret-i Alî (Radıyallâhu Anh)ın: “Uyku vaktinde ruh çıkar, ışınları ise bedende kalır, işte kişi rüyâyı bununla görür. Uykudan uyanırken ise göz açıp kapayacak zamandan daha hızlı bir şekilde ruh bedene geri döner” sözü, bu konudaki birçok bilginin kaynağı olmuştur. (el-Hâzin, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 5/320) Rûhun uykuda alınması hakkındaki rivâyetler ve ruhla ilgili ilginç bilgiler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 9/425-435
وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِه۪ وَيُرْسِلُ عَلَيْكُمْ حَفَظَةًۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَحَدَكُمُ الْمَوْتُ تَوَفَّتْهُ رُسُلُنَا وَهُمْ لَا يُفَرِّطُونَ ﴿٦١
61﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), kullarının fevkınde (eşsiz bir güç, gâlibiyet ve tasarrufa sâhip olup, her istediğine ulaşacak bir) Kāhir’dir. (Dolayısıyla kullarından hiçbiri O’nu âciz bırakamaz ve onlar hakkında dilediğini yapmasına engel olamaz.) (Meleklerden sizin amellerinizi yazıp muhâfaza eden) Hafaza’yı da sizin üzerinize O yollamaktadır. Nihâyet sizden birine ölüm geldiği zaman (canınızı almakla görevlendirilen) elçilerimiz o(nun rûhu)nu tamâmen alırlar ve onlar (vazîfelerinde gevşeklik ve geciktirme gibi) hiçbir kusur yapmazlar.
ثُمَّ رُدُّٓوا اِلَى اللّٰهِ مَوْلٰيهُمُ الْحَقِّۜ اَلَا لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ اَسْرَعُ الْحَاسِب۪ينَ ﴿٦٢
62﴿ (Dünyâdayken birtakım bâtıl mevlâların eli altında bulunduktan) sonra onlar (âhirete vardıklarında) O Allâh(ın hüküm ve cezâsın)a; Hakk(ı izhâr eden ve gerçek mânâda sâhipleri) olan Mevlâlarına döndürülmüştürler. Âgâh olun ki; (dünyâda sûretâ hüküm verenler görülse de o kıyâmet günü kullar arasında verilecek bütün) hüküm (ve kararlar) ancak O’na âittir. Zâten ancak O, hesap görenlerin en süratlisidir. (Nitekim hiçbir kimsenin hesâbıyla uğraşmak, O’nu diğerinden alıkoymaz ve böylece O, çok kısa bir zaman içerisinde bütün yaratılmışların hesâbını bitirecektir.)
قُلْ مَنْ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْ ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِ تَدْعُونَهُ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۚ لَئِنْ اَنْجٰينَا مِنْ هٰذِه۪ لَنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ﴿٦٣
63﴿ (Habîbim!) De ki: “Karanın ve denizin (korkunç tehlikelerinden ve) karanlıklarından sizi kim kurtarmaktadır ki: ‘Andolsun; eğer bizi işte bundan kurtarırsa, elbette biz muhakkak şükredenlerden olacağız’ diye boyun bükerek açıkça ve gizlice O’na duâ etmektesiniz.”
قُلِ اللّٰهُ يُنَجّ۪يكُمْ مِنْهَا وَمِنْ كُلِّ كَرْبٍ ثُمَّ اَنْتُمْ تُشْرِكُونَ ﴿٦٤
64﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Bun(ca darlığınız)dan ve her sıkıntıdan sizi ancak Allâh kurtarmaktadır. Ama sonra (hâlâ) siz (hiçbir şeye gücü yetmeyen yaratıkları O’na) ortak koşmaktasınız.”
قُلْ هُوَ الْقَادِرُ عَلٰٓى اَنْ يَبْعَثَ عَلَيْكُمْ عَذَابًا مِنْ فَوْقِكُمْ اَوْ مِنْ تَحْتِ اَرْجُلِكُمْ اَوْ يَلْبِسَكُمْ شِيَعًا وَيُذ۪يقَ بَعْضَكُمْ بَأْسَ بَعْضٍۜ اُنْظُرْ كَيْفَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ لَعَلَّهُمْ يَفْقَهُونَ ﴿٦٥
65﴿ (Habîbim!) De ki: “(Nûh ve Lût kavmiyle, Fîl Ordusu’na yaptığı gibi) sizin üzerinizden yâhut (Firavun’u boğup Kārûn’u batırdığı gibi) ayaklarınızın altından size bir azap göndermeye ya da sizi (farklı farklı görüşlere mensûb ve mutaassıp) fırkalar hâlinde karıştırmaya ve böylece (aranızda savaş çıkartarak) bir kısmınıza diğer bir kısmın çetin azâbını tattırmaya ancak O (Rabbiniz) Kādir’dir. Bak (gör) ki; âyetleri (müjde ve tehdit gibi farklı sûretlerle) bir üsluptan diğerine nasıl çeviriyoruz, tâ ki onlar (gerçekleri) iyice anlasınlar (da inkârı bıraksınlar).”
وَكَذَّبَ بِه۪ قَوْمُكَ وَهُوَ الْحَقُّۜ قُلْ لَسْتُ عَلَيْكُمْ بِوَك۪يلٍۜ ﴿٦٦
66﴿ (Habîbim!) Senin kavmin onu yalanlamıştır. Oysa o (Kur’ân-ı Kerîm ve haber verdiği azaplar), gerçeğin ta kendisidir. De ki: “Ben sizin üzerinize aslâ bir vekil değilim (ki sizi inkârdan zorla engelleyeyim yâhut cezânızı ben vereyim. Ben ancak bir uyarıcıyım, üzerinize Vekîl olan ise ancak Allâh’tır).”
لِكُلِّ نَبَاٍ مُسْتَقَرٌّۘ وَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ﴿٦٧
67﴿ (Kur’ân’ın verdiği haberlerden) her bir haber için yerini bulma zamânı vardır. Yakında (vakti geldiğinde, dünyâda veyâ âhirette o haberin doğruluğunu) siz de bileceksiniz.
وَاِذَا رَاَيْتَ الَّذ۪ينَ يَخُوضُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ حَتّٰى يَخُوضُوا ف۪ي حَد۪يثٍ غَيْرِه۪ۜ وَاِمَّا يُنْسِيَنَّكَ الشَّيْطَانُ فَلَا تَقْعُدْ بَعْدَ الذِّكْرٰى مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿٦٨
68﴿ (Habîbim!) Bizim âyetlerimiz hakkında (inkâra, alay ve tenkite) dalmakta bulunan o kimseleri gördüğün zaman ise, onlar ondan başka bir söze dalıncaya kadar hemen kendilerinden yüz çevir(diğini ifâde etmek üzere yanlarından kalk)! Ama eğer şeytan sana gerçekten (vesvese verip bu yasağı) unutturacak olursa, artık (bu nehyi) hatırlama(n)-dan sonra o zâlimler toplumuyla birlikte oturma.