v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
135
Cuz 7
69﴿ Ama o (şirkten ve günahlardan) hakkıyla sakınmakta olan kimseler üzerine o (inkâr ve alaya dala)nların (günahlarının) hesâbından hiçbir şey yoktur. Velâkin (takvâ sâhiplerine düşen; o kötü işleri beğenmediklerini yüzlerine karşı açıklayıp vazgeçmeleri husûsunda) bir hatırlatma (yapmaları)dır, umulur ki onlar (utanarak yâhut kendilerini üzmek istemeyerek, alay ve inkârdan) iyice sakınırlar. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) şöyle buyurmuştur: “Allâh-u Te‘âlâ’nın: ‘Âyetlerimiz hakkında inkâra dalanları gördüğün zaman, onlardan yüz çevir’ âyet-i kerîmesi inince Müslümanlar: ‘Müşrikler devamlı sûrette âyetlerle alay ve inkâra daldırdıklarına göre, biz Mescid-i Haram’da nasıl oturabiliriz ve Kâ‘be’yi nasıl tavâf edebiliriz?’ dediler. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek, bu gibi günahlardan sakınanların, âyetler hakkında bâtıla dalanların günahından sorumlu olmayacağını beyân etti.” (el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl,-Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 2/425)
70﴿ (Habîbim!) Yine sen terk et o kimseleri ki (en önemli konu olan) dinlerini bir oyun(cak) ve bir eğlence (malzemesi) edinmiştirler de böylece o en alçak (dünyâ) hayat(ı) kendilerini aldatmıştır. (İşte sen bu gibi kimselerin dedikleriyle ve yaptıklarıyla hiç ilgilenme!) Ama (o Kur’ân’ın âyetleriyle ve) onun (eşsiz beyanlarıy)la (kullarıma) öğüt ver ki, kendisi için Allâh’tan başka hiçbir dost bulunmayan ve hiçbir şefâatçi(si) olmayan herhangi bir nefis kazanmış olduğu (kötü) şeyler sebebiyle helâke teslim edilmesin /hapsedilmesin/ rüsvay edilmesin/ sevaptan mahrum edilmesin/. Hâlbuki o (gün azâba düşen kişi kurtuluş için) her türlü fidyeyi bedel olarak verse de kendisinden alınmayacaktır. (Habîbim!) İşte sana! O (senin öğütlerine kulak tıkamış ola)nlar (var ya); kazanmış oldukları (azâbı mûcib) şeyler yüzünden helâke teslim edilmiş olan kimselerin ta kendileridir. (Allâh’ın dînini) sürekli inkâr etmekte bulunmuş olmaları sebebiyle, (karınlarında ateş olup, bağırsaklarını parçalayacak) kaynar sudan bir içecek ve çok acı verici büyük bir azap da onlar içindir. Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e iki sıfata sâhip olan kimseleri terk etmesini emretmiştir ki; bunlardan biri; dinlerini oyun ve eğlence edinmeleridir. Tabî ki bu, dâvet olundukları ve mükellef tutuldukları İslâm dîninin hükümlerini maskaralığa alma ve onunla alay etme mânâsına gelebileceği gibi, putlara tapmak gibi oyun ve eğlence kabîlinden olan şeyleri din edinme anlamına da gelebilir. Nitekim Kureyş kâfirlerinin, Kâ‘be’deki putları ağaçlara yaslayıp onlara küpe takmaları, devekuşu yumurtalarını da boyunlarına asmaları üzerine bu âyet-i celîlenin nâzil olduğu İmâm-ı Dahhâk (Rahimehullâh)tan nakledilmiştir. Terk edilmesi emredilen kimselerin ikinci sıfatı ise; dünyâ hayâtının kendilerini aldatmış olmasıdır.
71﴿ (Habîbim!) De ki: “Biz Allâh’ı bırakıp da bize fayda veremeyecek ve bize zarar da edemeyecek (putlar gibi âciz) şeylere hiç tapar mıyız?! Allâh bizi (İslâm’a) hidâyet ettikten sonra, şeytanların kendisini (kapıp çöl gibi ıssız bir) yerde şaşkın bir hâlde dolaştır(ıp sonunda bir uçuruma at)dığı o (ne yapacağını bilemeyen) kimse gibi biz de ökçelerimiz üzerinde (eski şirkimize gerisin geri) çevrilir miyiz?! Hâlbuki o kimsenin birtakım arkadaşları vardır ki: ‘Bize gel’ diye onu sürekli hidâyete (ve dosdoğru yola) çağırmaktadırlar (fakat o, şaşkınlığından dolayı ne tarafa gideceğini bilememektedir).” (Habîbim!) De ki: “Şüphesiz Allâh’ın hidâyeti (olan İslâm), ancak o hidâyettir ve biz âlemlerin Rabbin(in bütün hükümlerin)e teslim olmamızla emrolunduk.
72﴿ Bir de; o (farz) namazları hakkıyla kılın ve O (Allâh-u Azîmüşşâ)ndan iyice sakının diye (emrolunduk).” Zâten ancak O, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sâdece O’n(un âhiretteki hesap yurdun)a (toplanmak üzere kabirlerinizden) haşrolunacaksınız.
73﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (eşsiz sanat sâhibi) bir Zâttır ki; gökleri ve yeri hak(lı bir neden ve ins-ü cinnin imtihan yeri olması gibi büyük bir hikmet) ile yaratmıştır. Bir de O’nun (ölüleri diriltmek için her bir canlıya): “(Yeniden) vâr ol (ve hesap vermek için kabrinden kalk)” buyuracağı, on(larca mahlûk)un da hemen vâr ol(up mahşere çık)acağı gün(ün dehşetin)den (sakının)! O (Allâh-u Sübhânehû)nun bütün buyrukları hakkın ta kendisidir (ve O’nun verdiği bütün hükümler kıyâmet günü hak olarak gerçekleşecektir)! (Her şeyin yegâne mâliki olma sıfatı her zaman Allâh-u Te‘âlâ’ya âit ise de dünyâda kendilerini bir şeylere mâlik sananlar) Sûr’un içine üfürüleceği günde ise (kendilerinin ne kadar âciz ve fakir olduklarının farkına varınca gerçek) mülk(ün ve hükümranlığın) sâdece O’na âit (olduğunu bilecekler)dir. (Allâh-u Te‘âlâ, kulların hislerinin idrâk edemediği) bütün görünmeyenleri de, tüm görünenleri de (hakkıyla) bilicidir. Yine ancak O (bütün işlerinde ve yönetimlerinde yanlışı olmayan bir) Hakîm’dir, (gizli-açık her şeye tam mânâsıyla vâkıf olan bir) Habîr’dir. Ehl-i İslâm’a göre; Allâh-u Te‘âlâ’nın, boru şeklinde bir boynuz yaratmış olduğunda ve zamânı geldiğinde bir meleğin ona üfleyerek kıyâmetin kopmasına sebep olacağında hiçbir şüphe yoktur. Dolayısıyla bu konuda te’viller aramaya kalkanlar ve Arş, Sırat, Mîzân gibi hakîkatleri inkâr edenler Kur’ân ifâdelerinin ne anlama geldiğini en iyi bilen Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sarîh beyanlarına karşı gelmiş olacaklarından Ehl-i Sünnet îtikādından ayrılmış olurlar. Bu duruma düşmekten Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınırız! Sûr ve İsrâfîl (Aleyhisselâm) hakkındaki hadîs-i şerîf ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 10/111-139
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٣٥
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٦٩
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ ﴿٧٠
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٧١
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٧٢
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ ﴿٧٣
En`âm Sûresi
135
Cuz 7
وَمَا عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَّقُونَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَلٰكِنْ ذِكْرٰى لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿٦٩
69﴿ Ama o (şirkten ve günahlardan) hakkıyla sakınmakta olan kimseler üzerine o (inkâr ve alaya dala)nların (günahlarının) hesâbından hiçbir şey yoktur. Velâkin (takvâ sâhiplerine düşen; o kötü işleri beğenmediklerini yüzlerine karşı açıklayıp vazgeçmeleri husûsunda) bir hatırlatma (yapmaları)dır, umulur ki onlar (utanarak yâhut kendilerini üzmek istemeyerek, alay ve inkârdan) iyice sakınırlar. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) şöyle buyurmuştur: “Allâh-u Te‘âlâ’nın: ‘Âyetlerimiz hakkında inkâra dalanları gördüğün zaman, onlardan yüz çevir’ âyet-i kerîmesi inince Müslümanlar: ‘Müşrikler devamlı sûrette âyetlerle alay ve inkâra daldırdıklarına göre, biz Mescid-i Haram’da nasıl oturabiliriz ve Kâ‘be’yi nasıl tavâf edebiliriz?’ dediler. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek, bu gibi günahlardan sakınanların, âyetler hakkında bâtıla dalanların günahından sorumlu olmayacağını beyân etti.” (el-Hâzin, Lübâbü’t-te’vîl,-Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 2/425)
وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟ ﴿٧٠
70﴿ (Habîbim!) Yine sen terk et o kimseleri ki (en önemli konu olan) dinlerini bir oyun(cak) ve bir eğlence (malzemesi) edinmiştirler de böylece o en alçak (dünyâ) hayat(ı) kendilerini aldatmıştır. (İşte sen bu gibi kimselerin dedikleriyle ve yaptıklarıyla hiç ilgilenme!) Ama (o Kur’ân’ın âyetleriyle ve) onun (eşsiz beyanlarıy)la (kullarıma) öğüt ver ki, kendisi için Allâh’tan başka hiçbir dost bulunmayan ve hiçbir şefâatçi(si) olmayan herhangi bir nefis kazanmış olduğu (kötü) şeyler sebebiyle helâke teslim edilmesin /hapsedilmesin/ rüsvay edilmesin/ sevaptan mahrum edilmesin/. Hâlbuki o (gün azâba düşen kişi kurtuluş için) her türlü fidyeyi bedel olarak verse de kendisinden alınmayacaktır. (Habîbim!) İşte sana! O (senin öğütlerine kulak tıkamış ola)nlar (var ya); kazanmış oldukları (azâbı mûcib) şeyler yüzünden helâke teslim edilmiş olan kimselerin ta kendileridir. (Allâh’ın dînini) sürekli inkâr etmekte bulunmuş olmaları sebebiyle, (karınlarında ateş olup, bağırsaklarını parçalayacak) kaynar sudan bir içecek ve çok acı verici büyük bir azap da onlar içindir. Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e iki sıfata sâhip olan kimseleri terk etmesini emretmiştir ki; bunlardan biri; dinlerini oyun ve eğlence edinmeleridir. Tabî ki bu, dâvet olundukları ve mükellef tutuldukları İslâm dîninin hükümlerini maskaralığa alma ve onunla alay etme mânâsına gelebileceği gibi, putlara tapmak gibi oyun ve eğlence kabîlinden olan şeyleri din edinme anlamına da gelebilir. Nitekim Kureyş kâfirlerinin, Kâ‘be’deki putları ağaçlara yaslayıp onlara küpe takmaları, devekuşu yumurtalarını da boyunlarına asmaları üzerine bu âyet-i celîlenin nâzil olduğu İmâm-ı Dahhâk (Rahimehullâh)tan nakledilmiştir. Terk edilmesi emredilen kimselerin ikinci sıfatı ise; dünyâ hayâtının kendilerini aldatmış olmasıdır.
قُلْ اَنَدْعُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ مَا لَا يَنْفَعُنَا وَلَا يَضُرُّنَا وَنُرَدُّ عَلٰٓى اَعْقَابِنَا بَعْدَ اِذْ هَدٰينَا اللّٰهُ كَالَّذِي اسْتَهْوَتْهُ الشَّيَاط۪ينُ فِي الْاَرْضِ حَيْرَانَۖ لَهُٓ اَصْحَابٌ يَدْعُونَهُٓ اِلَى الْهُدَى ائْتِنَاۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَاُمِرْنَا لِنُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٧١
71﴿ (Habîbim!) De ki: “Biz Allâh’ı bırakıp da bize fayda veremeyecek ve bize zarar da edemeyecek (putlar gibi âciz) şeylere hiç tapar mıyız?! Allâh bizi (İslâm’a) hidâyet ettikten sonra, şeytanların kendisini (kapıp çöl gibi ıssız bir) yerde şaşkın bir hâlde dolaştır(ıp sonunda bir uçuruma at)dığı o (ne yapacağını bilemeyen) kimse gibi biz de ökçelerimiz üzerinde (eski şirkimize gerisin geri) çevrilir miyiz?! Hâlbuki o kimsenin birtakım arkadaşları vardır ki: ‘Bize gel’ diye onu sürekli hidâyete (ve dosdoğru yola) çağırmaktadırlar (fakat o, şaşkınlığından dolayı ne tarafa gideceğini bilememektedir).” (Habîbim!) De ki: “Şüphesiz Allâh’ın hidâyeti (olan İslâm), ancak o hidâyettir ve biz âlemlerin Rabbin(in bütün hükümlerin)e teslim olmamızla emrolunduk.
وَاَنْ اَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاتَّقُوهُۜ وَهُوَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ ﴿٧٢
72﴿ Bir de; o (farz) namazları hakkıyla kılın ve O (Allâh-u Azîmüşşâ)ndan iyice sakının diye (emrolunduk).” Zâten ancak O, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sâdece O’n(un âhiretteki hesap yurdun)a (toplanmak üzere kabirlerinizden) haşrolunacaksınız.
وَهُوَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ وَيَوْمَ يَقُولُ كُنْ فَيَكُونُۜ قَوْلُهُ الْحَقُّۜ وَلَهُ الْمُلْكُ يَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِۜ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْخَب۪يرُ ﴿٧٣
73﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (eşsiz sanat sâhibi) bir Zâttır ki; gökleri ve yeri hak(lı bir neden ve ins-ü cinnin imtihan yeri olması gibi büyük bir hikmet) ile yaratmıştır. Bir de O’nun (ölüleri diriltmek için her bir canlıya): “(Yeniden) vâr ol (ve hesap vermek için kabrinden kalk)” buyuracağı, on(larca mahlûk)un da hemen vâr ol(up mahşere çık)acağı gün(ün dehşetin)den (sakının)! O (Allâh-u Sübhânehû)nun bütün buyrukları hakkın ta kendisidir (ve O’nun verdiği bütün hükümler kıyâmet günü hak olarak gerçekleşecektir)! (Her şeyin yegâne mâliki olma sıfatı her zaman Allâh-u Te‘âlâ’ya âit ise de dünyâda kendilerini bir şeylere mâlik sananlar) Sûr’un içine üfürüleceği günde ise (kendilerinin ne kadar âciz ve fakir olduklarının farkına varınca gerçek) mülk(ün ve hükümranlığın) sâdece O’na âit (olduğunu bilecekler)dir. (Allâh-u Te‘âlâ, kulların hislerinin idrâk edemediği) bütün görünmeyenleri de, tüm görünenleri de (hakkıyla) bilicidir. Yine ancak O (bütün işlerinde ve yönetimlerinde yanlışı olmayan bir) Hakîm’dir, (gizli-açık her şeye tam mânâsıyla vâkıf olan bir) Habîr’dir. Ehl-i İslâm’a göre; Allâh-u Te‘âlâ’nın, boru şeklinde bir boynuz yaratmış olduğunda ve zamânı geldiğinde bir meleğin ona üfleyerek kıyâmetin kopmasına sebep olacağında hiçbir şüphe yoktur. Dolayısıyla bu konuda te’viller aramaya kalkanlar ve Arş, Sırat, Mîzân gibi hakîkatleri inkâr edenler Kur’ân ifâdelerinin ne anlama geldiğini en iyi bilen Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in sarîh beyanlarına karşı gelmiş olacaklarından Ehl-i Sünnet îtikādından ayrılmış olurlar. Bu duruma düşmekten Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınırız! Sûr ve İsrâfîl (Aleyhisselâm) hakkındaki hadîs-i şerîf ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 10/111-139