v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
137
Cuz 7
82﴿ O kimseler ki (inanılması gereken hakîkatlere) îmân etmiştirler ve (müşriklerin yaptığı gibi) îmânlarını büyük bir zulüm (olan şirk)le karıştırmamıştırlar; işte sana! Onlar ki, (korktuklarından) güvence ancak onlara âittir ve (ancak) onlar hidâyete eren kimselerdir. Ehl-i Sünnet ulemâsına göre; Allâh-u Te‘âlâ azaptan emniyet kazandıracak olan îmânda zulmün bulunmamasını şart koşmuştur. Îmân diye adlandırılan şeyin bir parçası da, zulmü ve mâsiyeti terk etmek olsaydı, Allâh-u Te‘âlâ’nın îmânın peşine bu kaydı getirmesi mânâsız olurdu. Demek ki burada zikredilen zulüm, herhangi bir günah olmayıp, Lokmân Sûresi’nin 13. âyet-i kerîmesinde “En büyük zulüm” olduğu belirtilen “Şirk ve kâfirlik”tir.
83﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (şekilde münâzara yapma usûlü), Bizim çok güçlü huccet (ve delîl)imizdi ki, onu da kavmine karşı (gâlip gelsin diye) İbrâhîm’e Biz vermiştik. Dilediğimizi (ilimde ve hikmette üstün) derecelere yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin (dilediğini üstün kılma, istediğini de alçaltma husûsunda hikmet sâhibi olan bir) Hakîm’dir, (kimin neye lâyık olduğunu çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
84﴿ Ve Biz ona (İbrâhîm (Aleyhisselâm)a oğul olarak) İshâk’ı ve (torun olarak) Ya‘kûb’u bağışlamıştık. Her birini de (dosdoğru yola ve nübüvvete) hidâyet etmiştik. Ondan önce de (atası) Nûh’u (hak yola) hidâyet etmiştik. Onun (Nûh (Aleyhisselâm)ın) zürriyetinden ise Dâvûd’u, Süleymân’ı, Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da (peygamberlik nîmetine mazhar kılmıştık). (Habîbim!) Ve işte sana! Güzel ameller yapan o kişileri böyle mükâfatlandırırız. İbrâhîm (Aleyhisselâm)a benzer olarak diğer peygamberlere verildiği bildirilen fazîletler sadedinde; yüksek derecelere nâiliyet, çok evlâd-u ahfâd ve içlerinden peygamberler tâyin etme nîmetlerine mazhariyet gibi husûsî fazîletler tefsirlerde zikredilmiştir.
85﴿ Zekeriyyâ’yı, Yahyâ’yı, Îsâ’yı ve İlyâs’ı da (doğruya ve hidâyete muvaffak kılmıştık). Hepsi de (gerekenleri yapmak ve lüzumsuz şeylerden sakınmak gibi salâh mertebesinin gerektirdiği fazîletlerde kemâle ermiş) sâlih kimselerdendi.
86﴿ İsmâ‘îl’i, Elyesa‘ı, Yûnus’u ve Lût’u da (hakka ve nübüvvete irşâd etmiştik). Hepsini de o (kendi dönemlerindeki) âlemler üzerine (nübüvvet ve risâletle seçkin ve) fazîletli kılmıştık.
87﴿ Ayrıca onların babalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bir kısmını da (üstün meziyetlere mazhar kılmıştık). Biz onları da (peygamberlik makāmına) seçmiştik ve onları dosdoğru bir (istikāmet olan peygamber atalarının) yol(un)a hidâyet etmiştik.
88﴿ İşte sana! Bu (peygamberlerin yolu), Allâh’ın hidâyetidir ki, kullarından dilediğini ona eriştirir. (Peygamberlik gibi yüksek mertebelerine rağmen) onlar bile (farz-ı muhal herhangi bir şeyi Allâh’a) ortak koşacak olsalardı, (başkaları gibi onların da) sürekli yapmakta bulunmuş oldukları (iyi) şeyler(in sevâbı da) elbette kendilerinden uzaklaşıp boşa giderdi.
89﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar öyle (değerli) kimselerdir ki; kendilerine kitaplar, (hikmetli ilimler, hak üzere) hüküm (verebilme melekesi) ve nübüvvet (peygamberlik makāmı) vermişizdir. Artık bu (Mekke ehlinden müşrik ola)nlar o (kitapları, peygamberleri ve İlâhî kānu)nları inkâr ediyorlarsa, gerçekten Biz (Rasûlümüzün ashâbı ve kıyâmete kadar onlara tâbi olanlardan müteşekkil) öyle değerli bir toplumu onlar(ı korumay)a vekil etmişizdir ki, o kişiler bunları aslâ inkâr edici kimseler değillerdir.
90﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar ancak Allâh’ın hidâyete erdirdiği kimselerin ta kendileridir. Öyleyse sen de onların hidâyetine uy. (Onlara ittibâ ettiğini göstermek üzere ümmetine şunu da) de ki: “Ben (de önceki peygamberler gibi tebliğ ettiğim) bu (dîne ve Kur’â)na karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’ân-ı Kerîm’i tebliğimin gâyesi) tüm âlemler için ancak bir öğüttür.”
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٣٧
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟ ﴿٨٢
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿٨٣
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ ﴿٨٤
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ ﴿٨٥
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًاۜ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٨٦
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٨٧
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٨٨
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ ﴿٨٩
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟ ﴿٩٠
En`âm Sûresi
137
Cuz 7
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَلَمْ يَلْبِسُٓوا ا۪يمَانَهُمْ بِظُلْمٍ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ الْاَمْنُ وَهُمْ مُهْتَدُونَ۟ ﴿٨٢
82﴿ O kimseler ki (inanılması gereken hakîkatlere) îmân etmiştirler ve (müşriklerin yaptığı gibi) îmânlarını büyük bir zulüm (olan şirk)le karıştırmamıştırlar; işte sana! Onlar ki, (korktuklarından) güvence ancak onlara âittir ve (ancak) onlar hidâyete eren kimselerdir. Ehl-i Sünnet ulemâsına göre; Allâh-u Te‘âlâ azaptan emniyet kazandıracak olan îmânda zulmün bulunmamasını şart koşmuştur. Îmân diye adlandırılan şeyin bir parçası da, zulmü ve mâsiyeti terk etmek olsaydı, Allâh-u Te‘âlâ’nın îmânın peşine bu kaydı getirmesi mânâsız olurdu. Demek ki burada zikredilen zulüm, herhangi bir günah olmayıp, Lokmân Sûresi’nin 13. âyet-i kerîmesinde “En büyük zulüm” olduğu belirtilen “Şirk ve kâfirlik”tir.
وَتِلْكَ حُجَّتُنَٓا اٰتَيْنَاهَٓا اِبْرٰه۪يمَ عَلٰى قَوْمِه۪ۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿٨٣
83﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (şekilde münâzara yapma usûlü), Bizim çok güçlü huccet (ve delîl)imizdi ki, onu da kavmine karşı (gâlip gelsin diye) İbrâhîm’e Biz vermiştik. Dilediğimizi (ilimde ve hikmette üstün) derecelere yükseltiriz. Şüphesiz senin Rabbin (dilediğini üstün kılma, istediğini de alçaltma husûsunda hikmet sâhibi olan bir) Hakîm’dir, (kimin neye lâyık olduğunu çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
وَوَهَبْنَا لَهُٓ اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ كُلًّا هَدَيْنَاۚ وَنُوحًا هَدَيْنَا مِنْ قَبْلُ وَمِنْ ذُرِّيَّتِه۪ دَاوُ۫دَ وَسُلَيْمٰنَ وَاَيُّوبَ وَيُوسُفَ وَمُوسٰى وَهٰرُونَۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِن۪ينَۙ ﴿٨٤
84﴿ Ve Biz ona (İbrâhîm (Aleyhisselâm)a oğul olarak) İshâk’ı ve (torun olarak) Ya‘kûb’u bağışlamıştık. Her birini de (dosdoğru yola ve nübüvvete) hidâyet etmiştik. Ondan önce de (atası) Nûh’u (hak yola) hidâyet etmiştik. Onun (Nûh (Aleyhisselâm)ın) zürriyetinden ise Dâvûd’u, Süleymân’ı, Eyyûb’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da (peygamberlik nîmetine mazhar kılmıştık). (Habîbim!) Ve işte sana! Güzel ameller yapan o kişileri böyle mükâfatlandırırız. İbrâhîm (Aleyhisselâm)a benzer olarak diğer peygamberlere verildiği bildirilen fazîletler sadedinde; yüksek derecelere nâiliyet, çok evlâd-u ahfâd ve içlerinden peygamberler tâyin etme nîmetlerine mazhariyet gibi husûsî fazîletler tefsirlerde zikredilmiştir.
وَزَكَرِيَّا وَيَحْيٰى وَع۪يسٰى وَاِلْيَاسَۜ كُلٌّ مِنَ الصَّالِح۪ينَۙ ﴿٨٥
85﴿ Zekeriyyâ’yı, Yahyâ’yı, Îsâ’yı ve İlyâs’ı da (doğruya ve hidâyete muvaffak kılmıştık). Hepsi de (gerekenleri yapmak ve lüzumsuz şeylerden sakınmak gibi salâh mertebesinin gerektirdiği fazîletlerde kemâle ermiş) sâlih kimselerdendi.
وَاِسْمٰع۪يلَ وَالْيَسَعَ وَيُونُسَ وَلُوطًاۜ وَكُلًّا فَضَّلْنَا عَلَى الْعَالَم۪ينَۙ ﴿٨٦
86﴿ İsmâ‘îl’i, Elyesa‘ı, Yûnus’u ve Lût’u da (hakka ve nübüvvete irşâd etmiştik). Hepsini de o (kendi dönemlerindeki) âlemler üzerine (nübüvvet ve risâletle seçkin ve) fazîletli kılmıştık.
وَمِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَاِخْوَانِهِمْۚ وَاجْتَبَيْنَاهُمْ وَهَدَيْنَاهُمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٨٧
87﴿ Ayrıca onların babalarından, zürriyetlerinden ve kardeşlerinden bir kısmını da (üstün meziyetlere mazhar kılmıştık). Biz onları da (peygamberlik makāmına) seçmiştik ve onları dosdoğru bir (istikāmet olan peygamber atalarının) yol(un)a hidâyet etmiştik.
ذٰلِكَ هُدَى اللّٰهِ يَهْد۪ي بِه۪ مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَلَوْ اَشْرَكُوا لَحَبِطَ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٨٨
88﴿ İşte sana! Bu (peygamberlerin yolu), Allâh’ın hidâyetidir ki, kullarından dilediğini ona eriştirir. (Peygamberlik gibi yüksek mertebelerine rağmen) onlar bile (farz-ı muhal herhangi bir şeyi Allâh’a) ortak koşacak olsalardı, (başkaları gibi onların da) sürekli yapmakta bulunmuş oldukları (iyi) şeyler(in sevâbı da) elbette kendilerinden uzaklaşıp boşa giderdi.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَۚ فَاِنْ يَكْفُرْ بِهَا هٰٓؤُ۬لَٓاءِ فَقَدْ وَكَّلْنَا بِهَا قَوْمًا لَيْسُوا بِهَا بِكَافِر۪ينَ ﴿٨٩
89﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar öyle (değerli) kimselerdir ki; kendilerine kitaplar, (hikmetli ilimler, hak üzere) hüküm (verebilme melekesi) ve nübüvvet (peygamberlik makāmı) vermişizdir. Artık bu (Mekke ehlinden müşrik ola)nlar o (kitapları, peygamberleri ve İlâhî kānu)nları inkâr ediyorlarsa, gerçekten Biz (Rasûlümüzün ashâbı ve kıyâmete kadar onlara tâbi olanlardan müteşekkil) öyle değerli bir toplumu onlar(ı korumay)a vekil etmişizdir ki, o kişiler bunları aslâ inkâr edici kimseler değillerdir.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ هَدَى اللّٰهُ فَبِهُدٰيهُمُ اقْتَدِهْۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًاۜ اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٰى لِلْعَالَم۪ينَ۟ ﴿٩٠
90﴿ (Habîbim!) İşte sana! Onlar ancak Allâh’ın hidâyete erdirdiği kimselerin ta kendileridir. Öyleyse sen de onların hidâyetine uy. (Onlara ittibâ ettiğini göstermek üzere ümmetine şunu da) de ki: “Ben (de önceki peygamberler gibi tebliğ ettiğim) bu (dîne ve Kur’â)na karşı sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’ân-ı Kerîm’i tebliğimin gâyesi) tüm âlemler için ancak bir öğüttür.”