v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
139
Cuz 7
95﴿ Şüphesiz ki Allâh (bitkileri ve ağaçları yetiştirmek için) tâne ve çekirdeği (çatlatıp) yarandır. O (Allâh-u Te‘âlâ), (meni ve tohum gibi kendi başına üremeyen) ölü (bir şey)den (canlı ve bitki gibi üreyen) diri (bir şe)yi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarıcıdır. İşte size! Bu (şekilde ölüyü diriltip diriyi öldüren ve dolayısıyla ibâdetinizi hak eden Zât) ancak Allâh’tır. Hâlâ nasıl (O’na îmân ve tâattan) döndürül(üp de şirke yöneltil)ebiliyorsunuz?!
96﴿ (O Allâh-u Te‘âlâ) sabahı(n direği mesâbesinde olan ve dikine bir hâlde ufukta ilk beliren aydınlığı, gecenin karanlığından) yar(ıp çıkar)andır. O, geceyi de (yaratılmışların dinlenmesi için) bir sükûnet (zamânı), güneşi ve ayı da bir hesap (üzere deverân eden ve ibâdet vakitlerinin hesâbı kendileriyle bilinen çok önemli varlıklar) yapmıştır. (Ey insan!) İşte sana! (Bütün) bu(nlar, tüm varlıkları istediği şekilde yönetme gücüne sâhip olan) O Azîz ve (onlardan istifâdenin en verimli şeklini hakkıyla bilen) Alîm’in (eşsiz ayarlamasının ve yüce) takdîri(nin birer eseri)dir.
97﴿ Zâten ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; yıldızları sizin (menfaatiniz) için; siz (gece vakti) karanın ve denizin karanlık (ve karışık yol)larında onlarla doğru yolu bulasınız diye yaratmıştır. Gerçekten Biz, kendileri (âyetlerden delil çıkarmayı) bilmekte olan bir toplum için bu (üstün gücümüze ve bir olduğumuza delâlet eden) âyetleri tafsîlatla açıkladık.
98﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (üstün yaratıcı) bir Zâttır ki; sizi yaratmaya tek bir nefis (olan Âdem)den başlamıştır. Artık (sizin için önce, babalarınızın sulplerinde, daha sonra yeryüzünde) bir yerleşim yeri ve (önce annelerinizin rahimlerinde, daha sonra da toprak altında) bir emânet bırakılma yeri (vardır). Gerçekten Biz, kendileri (tevhîdimizin ve kudretimizin delillerini) iyice anlamakta olan bir toplum için bu âyetleri tafsîlatla açıkladık.
99﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; gökten suyu indirmiştir. Sonra Biz onun vâsıtasıyla her şeyin (türlü türlü) bitkisini çıkardık ve akabinde on(un tohumların)dan (tâze ve) yeşil (fide)ler çıkardık ki, on(lar)dan da üst üste binmiş tâneler çıkarmaktayız. Hurma ağacının tomurcuğundan da (yetişip yere doğru sarkan ve istifâde etmek isteyenlere) yakın olan (ve yakın olmayan) birtakım salkımlar vardır. Ayrıca (şekilde) birbirine benzeyen ve (ağırlıkta, renkte ve tatta ise birbirine) benzemeyen üzüm bağlarını da, zeytini ve narı da (su sebebiyle topraktan Biz çıkardık)! Siz onun ürün verdiği dönemdeki meyvesin(in ilk başta faydalanılamayacak şekilde ham olan hâlin)e, bir de olgunlaşmasına (ibret nazarıyla bir) bakın. İşte size! Gerçekten kendileri (yaratıcının varlığına) îmân etmekte olan bir toplum için elbette bu (anlatıla)n(lar)da (yaratıcının birliğine, kudret ve hikmetine delâlet eden) çok büyük ve pek çok âyetler vardır. (Çünkü farklı farklı türlerin aynı temel maddeden üreyip hâlden hâle geçmesi, bunların ancak, her şeyin tafsîlâtını bilip hikmet üzere tercih yapabilen ve yapmak istediği şeye mâni olacak ortağı ve engeli bulunmayan bir yaratıcı tarafından vâr edildiğini gösterir.)
100﴿ Ama o (şirk koşa)nlar cin (şeytan ve melek gibi görünmeyen güç)leri(n kimine “Allâh’ın kızları” diyerek, kimini “Allâh’a itâat etmeleri gerektiği gibi dinleyerek” ve şeytanların teşvikiyle putlara taparak) Allâh (gibi eşi ve benzeri bulunmayan bir Zât) için ortaklar yaptılar. O (Allâh-u Te‘âlâ hiç kimseden yardım almadan tek başına) onları yaratmışken, onlar (iddiâlarının gerçek mâhiyeti hakkında) bilgisizce O’nun için oğullar ve kızlar uydurdular. O’nu (ortak ve evlattan) tesbîh ile (tenzîh eder ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu ikrâr ederiz)! Zâten O onların nitelemekte oldukları (ortak ve çocuk gibi) şeylerden dâimâ çok yüce olmuştur.
101﴿ (Allâh-u Te‘âlâ herhangi bir âlet, madde, zaman ve mekân gibi şeylere ihtiyaç duymaksızın) göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Kendisi için hiçbir eş mevcut (olması mümkün) değilken, O’nun için bir çocuk nasıl vâr olabilir?! Zâten her şeyi O yaratmıştır ve O her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (Her şey O’nun yarattığı olduğuna göre, hiçbir şey O’nun eşi ve evlâdı olamaz. Her şeyi bilen bir Zâtın elbette hiçbir şeye ihtiyâcı olmaz. Çocuğa ise ancak ihtiyaç sâhipleri gerek duyar.)
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٣٩
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٩٥
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ ﴿٩٦
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٩٧
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ ﴿٩٨
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٩٩
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟ ﴿١٠٠
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٠١
En`âm Sûresi
139
Cuz 7
اِنَّ اللّٰهَ فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰىۜ يُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَمُخْرِجُ الْمَيِّتِ مِنَ الْحَيِّۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٩٥
95﴿ Şüphesiz ki Allâh (bitkileri ve ağaçları yetiştirmek için) tâne ve çekirdeği (çatlatıp) yarandır. O (Allâh-u Te‘âlâ), (meni ve tohum gibi kendi başına üremeyen) ölü (bir şey)den (canlı ve bitki gibi üreyen) diri (bir şe)yi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarıcıdır. İşte size! Bu (şekilde ölüyü diriltip diriyi öldüren ve dolayısıyla ibâdetinizi hak eden Zât) ancak Allâh’tır. Hâlâ nasıl (O’na îmân ve tâattan) döndürül(üp de şirke yöneltil)ebiliyorsunuz?!
فَالِقُ الْاِصْبَاحِۚ وَجَعَلَ الَّيْلَ سَكَنًا وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ حُسْبَانًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ ﴿٩٦
96﴿ (O Allâh-u Te‘âlâ) sabahı(n direği mesâbesinde olan ve dikine bir hâlde ufukta ilk beliren aydınlığı, gecenin karanlığından) yar(ıp çıkar)andır. O, geceyi de (yaratılmışların dinlenmesi için) bir sükûnet (zamânı), güneşi ve ayı da bir hesap (üzere deverân eden ve ibâdet vakitlerinin hesâbı kendileriyle bilinen çok önemli varlıklar) yapmıştır. (Ey insan!) İşte sana! (Bütün) bu(nlar, tüm varlıkları istediği şekilde yönetme gücüne sâhip olan) O Azîz ve (onlardan istifâdenin en verimli şeklini hakkıyla bilen) Alîm’in (eşsiz ayarlamasının ve yüce) takdîri(nin birer eseri)dir.
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ النُّجُومَ لِتَهْتَدُوا بِهَا ف۪ي ظُلُمَاتِ الْبَرِّ وَالْبَحْرِۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿٩٧
97﴿ Zâten ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; yıldızları sizin (menfaatiniz) için; siz (gece vakti) karanın ve denizin karanlık (ve karışık yol)larında onlarla doğru yolu bulasınız diye yaratmıştır. Gerçekten Biz, kendileri (âyetlerden delil çıkarmayı) bilmekte olan bir toplum için bu (üstün gücümüze ve bir olduğumuza delâlet eden) âyetleri tafsîlatla açıkladık.
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْشَاَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ فَمُسْتَقَرٌّ وَمُسْتَوْدَعٌۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَفْقَهُونَ ﴿٩٨
98﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (üstün yaratıcı) bir Zâttır ki; sizi yaratmaya tek bir nefis (olan Âdem)den başlamıştır. Artık (sizin için önce, babalarınızın sulplerinde, daha sonra yeryüzünde) bir yerleşim yeri ve (önce annelerinizin rahimlerinde, daha sonra da toprak altında) bir emânet bırakılma yeri (vardır). Gerçekten Biz, kendileri (tevhîdimizin ve kudretimizin delillerini) iyice anlamakta olan bir toplum için bu âyetleri tafsîlatla açıkladık.
وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ نَبَاتَ كُلِّ شَيْءٍ فَاَخْرَجْنَا مِنْهُ خَضِرًا نُخْرِجُ مِنْهُ حَبًّا مُتَرَاكِبًاۚ وَمِنَ النَّخْلِ مِنْ طَلْعِهَا قِنْوَانٌ دَانِيَةٌ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍۜ اُنْظُرُٓوا اِلٰى ثَمَرِه۪ٓ اِذَٓا اَثْمَرَ وَيَنْعِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكُمْ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٩٩
99﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; gökten suyu indirmiştir. Sonra Biz onun vâsıtasıyla her şeyin (türlü türlü) bitkisini çıkardık ve akabinde on(un tohumların)dan (tâze ve) yeşil (fide)ler çıkardık ki, on(lar)dan da üst üste binmiş tâneler çıkarmaktayız. Hurma ağacının tomurcuğundan da (yetişip yere doğru sarkan ve istifâde etmek isteyenlere) yakın olan (ve yakın olmayan) birtakım salkımlar vardır. Ayrıca (şekilde) birbirine benzeyen ve (ağırlıkta, renkte ve tatta ise birbirine) benzemeyen üzüm bağlarını da, zeytini ve narı da (su sebebiyle topraktan Biz çıkardık)! Siz onun ürün verdiği dönemdeki meyvesin(in ilk başta faydalanılamayacak şekilde ham olan hâlin)e, bir de olgunlaşmasına (ibret nazarıyla bir) bakın. İşte size! Gerçekten kendileri (yaratıcının varlığına) îmân etmekte olan bir toplum için elbette bu (anlatıla)n(lar)da (yaratıcının birliğine, kudret ve hikmetine delâlet eden) çok büyük ve pek çok âyetler vardır. (Çünkü farklı farklı türlerin aynı temel maddeden üreyip hâlden hâle geçmesi, bunların ancak, her şeyin tafsîlâtını bilip hikmet üzere tercih yapabilen ve yapmak istediği şeye mâni olacak ortağı ve engeli bulunmayan bir yaratıcı tarafından vâr edildiğini gösterir.)
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَ الْجِنَّ وَخَلَقَهُمْ وَخَرَقُوا لَهُ بَن۪ينَ وَبَنَاتٍ بِغَيْرِ عِلْمٍۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَصِفُونَ۟ ﴿١٠٠
100﴿ Ama o (şirk koşa)nlar cin (şeytan ve melek gibi görünmeyen güç)leri(n kimine “Allâh’ın kızları” diyerek, kimini “Allâh’a itâat etmeleri gerektiği gibi dinleyerek” ve şeytanların teşvikiyle putlara taparak) Allâh (gibi eşi ve benzeri bulunmayan bir Zât) için ortaklar yaptılar. O (Allâh-u Te‘âlâ hiç kimseden yardım almadan tek başına) onları yaratmışken, onlar (iddiâlarının gerçek mâhiyeti hakkında) bilgisizce O’nun için oğullar ve kızlar uydurdular. O’nu (ortak ve evlattan) tesbîh ile (tenzîh eder ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu ikrâr ederiz)! Zâten O onların nitelemekte oldukları (ortak ve çocuk gibi) şeylerden dâimâ çok yüce olmuştur.
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اَنّٰى يَكُونُ لَهُ وَلَدٌ وَلَمْ تَكُنْ لَهُ صَاحِبَةٌۜ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍۚ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٠١
101﴿ (Allâh-u Te‘âlâ herhangi bir âlet, madde, zaman ve mekân gibi şeylere ihtiyaç duymaksızın) göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. Kendisi için hiçbir eş mevcut (olması mümkün) değilken, O’nun için bir çocuk nasıl vâr olabilir?! Zâten her şeyi O yaratmıştır ve O her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir. (Her şey O’nun yarattığı olduğuna göre, hiçbir şey O’nun eşi ve evlâdı olamaz. Her şeyi bilen bir Zâtın elbette hiçbir şeye ihtiyâcı olmaz. Çocuğa ise ancak ihtiyaç sâhipleri gerek duyar.)