v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
140
Cuz 7
102﴿ İşte size! Bu(nları yapan) ancak Rabbiniz olan Allâh’tır. Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur; her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na ibâdet edin. Zâten O her şey üzerine (gözcü ve bütün işlerinizin yöneticisi olan bir) Vekîl’dir.
103﴿ Gözler O’nu (kuşatıcı şekilde görerek) idrâk edemez. O ise tüm gözleri (ilmiyle kuşatır şekilde) idrâk eder. Zâten ancak O (gözlerin Kendisini kavrayıcı şekilde görmesine mâni bir letâfete sâhip olan) Latîf’dir, (bütün işlerin kapalı ve açık tüm yönlerinden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir. Bu âyet-i kerîmede gözlerin Allâh-u Te‘âlâ’yı görmesi değil, idrâk etmesi nefyedilmiştir. Zîrâ “Ru’yet” ve “İdrâk” tâbirlerinden her biri diğeriyle birlikte bulunabileceği gibi ayrı ayrı da mevcut olabilirler. Nitekim idrâk; bir şeyin derinliklerine ulaşıp, onu bütün yönleriyle kuşatarak, künhünü ve hakîkatini tam mânâsıyla kavramaktır ki, bu tür bir idrâk ancak sınırları belli olan ve belirli yönlere sâhip olan bir varlık hakkında düşünülebileceği için, bu şekilde kavrayıcı bir görüşle dünyâda da âhirette de Allâh-u Te‘âlâ’nın görülemeyeceği âşikârdır. Dolayısıyla burada idrâk nefyedilirken, aslında görülebilirlik ispat edilmiş olmaktadır ki buna göre mânâ: “Allâh-u Te‘âlâ görülür fakat idrâk edilemez” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim müminlerin âhiret yurdunda ve cennet ravzalarında Allâh-u Te‘âlâ’yı göreceklerine dâir birçok sahabeden gelen mütevâtir hadîs-i şerîfler mevcuttur. Allâh-u Te‘âlâ’nın dünyâda rüyada görülebileceğine, cennette ise baş gözüyle görüleceğine dâir diğer âyet-i kerîmeler, hadîs-i şe¬rîfler ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 11/18-65
104﴿ Gerçekten de Rabbinizden size (gözlerinizde bulunan görme gücü ihsân edildiği gibi, kalp gözünüzü açacak olan) basîretler (vahiy ve uyarılar da) gelmiştir. Artık her kim (hakkı) görür (de îmân eder)se, (bu hakîkati görmesi) kendi nefsinin lehinedir. Kim de (doğru yola karşı) kör olursa, (onun bu körlüğü ancak) kendisinin aleyhinedir. Zâten ben aslâ sizin (yaptıklarınızı gözlemek üzere) üzerinizde muhâfızlık yapan (ve amellerinizi yazıp zaptederek cezânızı verecek olan) biri değilim. (Ben ancak bir uyarıcıyım, tüm yaptıklarınızı gözetimi altında tutup sonra hak ettiğiniz karşılığı verecek olan Hafîz ise ancak Allâh-u Te‘âlâ’dır.)
105﴿ (Habîbim!) İşte sana! Nihâyet onlar (sana): “Sen (Ehl-i Kitap’tan) ders okumuşsun” deyiversinler, bir de kendileri (doğruyu eğriyi) bilmekte olan bir toplum için onu tam mânâsıyla beyân edelim diye Biz o (Kur’ân’ın) âyetleri(ni) bir üsluptan diğerine çevirerek böylece açıklıyoruz!
106﴿ (Habîbim! Sen kimin ne dediğine bakma!) Rabbinden sana vahyolunmuş olan şeye hakkıyla tâbi ol! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur (dolayısıyla ancak O’nun vahyine uyulmalıdır). Müşrikler(le savaş emri gelinceye kadar şu an için onlarla muhârebe)den de yüz çevir (onların sözlerini ve işlerini önemseme).
107﴿ (Kulların hepsi kendilerine verilen irâde ve kudreti hidâyet yönünde kullanacak olsalardı elbette) Allâh (onu bilirdi, dolayısıyla onların îmânını dilerdi, bu takdirde O onların îmânını) murâd etseydi (tabî ki) onlar (Allâh’ın bu yöndeki irâdesine rağmen) şirk koşamazlardı. Ama (O kimin şirki seçeceğini bildiyse, imtihan hikmetine binâen onların müşrik olmalarını murâd etti. Habîbim! Artık sen kimsenin şirke düşmesinden sorumlu değilsin, zîrâ) Biz seni onlar üzerinde muhâfızlık yapan (ve amellerini yazıp zaptederek cezâlarını verecek olan) biri yapmadık (ki, onların amellerini gözleyip suçlarından sorumlu olasın). Sen onlar üzerine aslâ bir vekil de değilsin (ki, yapmaları gereken vazîfeleri onların yerine sen yapasın).
108﴿ Siz onların Allâh’ı bırakıp da tapmakta oldukları şeylere sövmeyin (ve onların putlarına kötü lafızlarla hakāret etmeyin) ki sonra onlar da haddi aşarak bilgisizce Allâh’a söverler. (Habîbim!) İşte sana! Böylece Biz (kâfirlerden) her bir ümmet için (kötü) amellerini (câzip göstererek) iyice süsledik. Sonra dönüşleri ancak Rablerin(in onları hesâba çekeceği âhiret)edir, O da onlara sürekli yapmakta bulunmuş oldukları şeyleri(n kendilerine neler kazandırdığını) haber verecektir.
109﴿ Bir de onlar en güçlü yeminleriyle Allâh’a kasem ettiler ki: “Andolsun; kendilerine (istedikleri) bir (mûcize ve) âyet gelecek olursa, kasem olsun ki elbette ona inanacaklar.” (Habîbim!) De ki: “Tüm âyet (ve mûcize)ler Allâh’ın nezdindedir. (Dilediği mûcizeyi göstermeye Kādir olan ancak O’dur. Mûcizelerden hiçbiri benim elimde değildir ki isteğinizi yerine getirebileyim.)(Ey Müslümanlar! Siz onların îmân etmeleri için talep ettikleri mûcizenin gösterilmesini istiyorsunuz) ama o (mûcize) gerçekten geldiğinde onların (yine de) inanmayacaklarını (Ben bilmekteyim, lâkin bunu) size bildiren şey nedir? (Ezelî ilmime vâkıf olmadığınıza göre bunu bilemeyeceğiniz için bu temennînizin elbette haklı bir nedeni bulunmaktadır ama bunu boşuna beklemeyin, zîrâ Ben onların îmân etmeyeceğini bu vesîleyle size bildiriyorum, onun için de sipariş üzerine mûcize göndermiyorum.)
110﴿ (Nitekim) onlar (istedikleri her mûcizeyi görseler bile hidâyete erişmeyi arzulamadıklarından dolayı), on(lar)a ilk defâsında inanmadıkları için Biz de onların gönüllerini ve gözlerini (her seferinde îmândan) çevireceğiz ve (neye inanıp neye inanmayacakları husûsunda karar veremeyen) şaşıp kalmış (kimseler) oldukları hâlde kendilerini azgınlıkları içerisinde terk edeceğiz.
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٧
١٤٠
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ ﴿١٠٢
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ ﴿١٠٣
قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ ﴿١٠٤
وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿١٠٥
اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٠٦
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ ﴿١٠٧
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٠٨
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠٩
وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟ ﴿١١٠
En`âm Sûresi
140
Cuz 7
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ فَاعْبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ ﴿١٠٢
102﴿ İşte size! Bu(nları yapan) ancak Rabbiniz olan Allâh’tır. Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur; her şeyin yaratıcısıdır, öyleyse O’na ibâdet edin. Zâten O her şey üzerine (gözcü ve bütün işlerinizin yöneticisi olan bir) Vekîl’dir.
لَا تُدْرِكُهُ الْاَبْصَارُۘ وَهُوَ يُدْرِكُ الْاَبْصَارَۚ وَهُوَ اللَّط۪يفُ الْخَب۪يرُ ﴿١٠٣
103﴿ Gözler O’nu (kuşatıcı şekilde görerek) idrâk edemez. O ise tüm gözleri (ilmiyle kuşatır şekilde) idrâk eder. Zâten ancak O (gözlerin Kendisini kavrayıcı şekilde görmesine mâni bir letâfete sâhip olan) Latîf’dir, (bütün işlerin kapalı ve açık tüm yönlerinden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir. Bu âyet-i kerîmede gözlerin Allâh-u Te‘âlâ’yı görmesi değil, idrâk etmesi nefyedilmiştir. Zîrâ “Ru’yet” ve “İdrâk” tâbirlerinden her biri diğeriyle birlikte bulunabileceği gibi ayrı ayrı da mevcut olabilirler. Nitekim idrâk; bir şeyin derinliklerine ulaşıp, onu bütün yönleriyle kuşatarak, künhünü ve hakîkatini tam mânâsıyla kavramaktır ki, bu tür bir idrâk ancak sınırları belli olan ve belirli yönlere sâhip olan bir varlık hakkında düşünülebileceği için, bu şekilde kavrayıcı bir görüşle dünyâda da âhirette de Allâh-u Te‘âlâ’nın görülemeyeceği âşikârdır. Dolayısıyla burada idrâk nefyedilirken, aslında görülebilirlik ispat edilmiş olmaktadır ki buna göre mânâ: “Allâh-u Te‘âlâ görülür fakat idrâk edilemez” şeklinde anlaşılmalıdır. Nitekim müminlerin âhiret yurdunda ve cennet ravzalarında Allâh-u Te‘âlâ’yı göreceklerine dâir birçok sahabeden gelen mütevâtir hadîs-i şerîfler mevcuttur. Allâh-u Te‘âlâ’nın dünyâda rüyada görülebileceğine, cennette ise baş gözüyle görüleceğine dâir diğer âyet-i kerîmeler, hadîs-i şe¬rîfler ve rivâyetler için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 11/18-65
قَدْ جَٓاءَكُمْ بَصَٓائِرُ مِنْ رَبِّكُمْۚ فَمَنْ اَبْصَرَ فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ عَمِيَ فَعَلَيْهَاۜ وَمَٓا اَنَا۬ عَلَيْكُمْ بِحَف۪يظٍ ﴿١٠٤
104﴿ Gerçekten de Rabbinizden size (gözlerinizde bulunan görme gücü ihsân edildiği gibi, kalp gözünüzü açacak olan) basîretler (vahiy ve uyarılar da) gelmiştir. Artık her kim (hakkı) görür (de îmân eder)se, (bu hakîkati görmesi) kendi nefsinin lehinedir. Kim de (doğru yola karşı) kör olursa, (onun bu körlüğü ancak) kendisinin aleyhinedir. Zâten ben aslâ sizin (yaptıklarınızı gözlemek üzere) üzerinizde muhâfızlık yapan (ve amellerinizi yazıp zaptederek cezânızı verecek olan) biri değilim. (Ben ancak bir uyarıcıyım, tüm yaptıklarınızı gözetimi altında tutup sonra hak ettiğiniz karşılığı verecek olan Hafîz ise ancak Allâh-u Te‘âlâ’dır.)
وَكَذٰلِكَ نُصَرِّفُ الْاٰيَاتِ وَلِيَقُولُوا دَرَسْتَ وَلِنُبَيِّنَهُ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ ﴿١٠٥
105﴿ (Habîbim!) İşte sana! Nihâyet onlar (sana): “Sen (Ehl-i Kitap’tan) ders okumuşsun” deyiversinler, bir de kendileri (doğruyu eğriyi) bilmekte olan bir toplum için onu tam mânâsıyla beyân edelim diye Biz o (Kur’ân’ın) âyetleri(ni) bir üsluptan diğerine çevirerek böylece açıklıyoruz!
اِتَّبِعْ مَٓا اُو۫حِيَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ وَاَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٠٦
106﴿ (Habîbim! Sen kimin ne dediğine bakma!) Rabbinden sana vahyolunmuş olan şeye hakkıyla tâbi ol! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur (dolayısıyla ancak O’nun vahyine uyulmalıdır). Müşrikler(le savaş emri gelinceye kadar şu an için onlarla muhârebe)den de yüz çevir (onların sözlerini ve işlerini önemseme).
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَٓا اَشْرَكُواۜ وَمَا جَعَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ ﴿١٠٧
107﴿ (Kulların hepsi kendilerine verilen irâde ve kudreti hidâyet yönünde kullanacak olsalardı elbette) Allâh (onu bilirdi, dolayısıyla onların îmânını dilerdi, bu takdirde O onların îmânını) murâd etseydi (tabî ki) onlar (Allâh’ın bu yöndeki irâdesine rağmen) şirk koşamazlardı. Ama (O kimin şirki seçeceğini bildiyse, imtihan hikmetine binâen onların müşrik olmalarını murâd etti. Habîbim! Artık sen kimsenin şirke düşmesinden sorumlu değilsin, zîrâ) Biz seni onlar üzerinde muhâfızlık yapan (ve amellerini yazıp zaptederek cezâlarını verecek olan) biri yapmadık (ki, onların amellerini gözleyip suçlarından sorumlu olasın). Sen onlar üzerine aslâ bir vekil de değilsin (ki, yapmaları gereken vazîfeleri onların yerine sen yapasın).
وَلَا تَسُبُّوا الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ فَيَسُبُّوا اللّٰهَ عَدْوًا بِغَيْرِ عِلْمٍۜ كَذٰلِكَ زَيَّنَّا لِكُلِّ اُمَّةٍ عَمَلَهُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّهِمْ مَرْجِعُهُمْ فَيُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٠٨
108﴿ Siz onların Allâh’ı bırakıp da tapmakta oldukları şeylere sövmeyin (ve onların putlarına kötü lafızlarla hakāret etmeyin) ki sonra onlar da haddi aşarak bilgisizce Allâh’a söverler. (Habîbim!) İşte sana! Böylece Biz (kâfirlerden) her bir ümmet için (kötü) amellerini (câzip göstererek) iyice süsledik. Sonra dönüşleri ancak Rablerin(in onları hesâba çekeceği âhiret)edir, O da onlara sürekli yapmakta bulunmuş oldukları şeyleri(n kendilerine neler kazandırdığını) haber verecektir.
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَتْهُمْ اٰيَةٌ لَيُؤْمِنُنَّ بِهَاۜ قُلْ اِنَّمَا الْاٰيَاتُ عِنْدَ اللّٰهِ وَمَا يُشْعِرُكُمْۙ اَنَّهَٓا اِذَا جَٓاءَتْ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٠٩
109﴿ Bir de onlar en güçlü yeminleriyle Allâh’a kasem ettiler ki: “Andolsun; kendilerine (istedikleri) bir (mûcize ve) âyet gelecek olursa, kasem olsun ki elbette ona inanacaklar.” (Habîbim!) De ki: “Tüm âyet (ve mûcize)ler Allâh’ın nezdindedir. (Dilediği mûcizeyi göstermeye Kādir olan ancak O’dur. Mûcizelerden hiçbiri benim elimde değildir ki isteğinizi yerine getirebileyim.)(Ey Müslümanlar! Siz onların îmân etmeleri için talep ettikleri mûcizenin gösterilmesini istiyorsunuz) ama o (mûcize) gerçekten geldiğinde onların (yine de) inanmayacaklarını (Ben bilmekteyim, lâkin bunu) size bildiren şey nedir? (Ezelî ilmime vâkıf olmadığınıza göre bunu bilemeyeceğiniz için bu temennînizin elbette haklı bir nedeni bulunmaktadır ama bunu boşuna beklemeyin, zîrâ Ben onların îmân etmeyeceğini bu vesîleyle size bildiriyorum, onun için de sipariş üzerine mûcize göndermiyorum.)
وَنُقَلِّبُ اَفْـِٔدَتَهُمْ وَاَبْصَارَهُمْ كَمَا لَمْ يُؤْمِنُوا بِه۪ٓ اَوَّلَ مَرَّةٍ وَنَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ۟ ﴿١١٠
110﴿ (Nitekim) onlar (istedikleri her mûcizeyi görseler bile hidâyete erişmeyi arzulamadıklarından dolayı), on(lar)a ilk defâsında inanmadıkları için Biz de onların gönüllerini ve gözlerini (her seferinde îmândan) çevireceğiz ve (neye inanıp neye inanmayacakları husûsunda karar veremeyen) şaşıp kalmış (kimseler) oldukları hâlde kendilerini azgınlıkları içerisinde terk edeceğiz.