v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
141
Cuz 8
111﴿ Gerçekten de Biz (onların istediği gibi) onlara ara ara melekleri indirseydik, (babalarının diriltilmesi yönündeki isteklerini yerine getirmek üzere) ölüler(i) de (diriltseydik ve onlar senin doğruluğun hakkında) kendileriyle konuşsaydı ve (uyarılarımızın doğruluğuna delâlet eden) her şeyi karşılarına kefîl olarak /yüz yüze/ toplasaydık, Allâh’ın murâd etmesi dışında onlar îmân edecek değillerdi. Velâkin onların çoğu (her istekleri yerine gelse de, irâdelerini inanma yönünde sarf etmedikleri için îmâna muvaffak kılınmayacaklarını) bilmezler (de onun için mûcize görmeleri durumunda îmân edeceklerine dâir yemîn etmektedirler). Bu âyet-i kerîme Kur’ân-ı Kerîm ile alay eden Velîd ibnü Muğîre ve Âs ibnü Vâil gibi birtakım azılı kâfirler hakkında inmiştir ki onlar, bâzı müşriklerle birlikte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: “Bize melekleri göster de onlar senin peygamberliğine şâhitlik etsinler, bize kırk meleğin taşıdığı bir kitabı gökten indir, bâzı ölülerimizi dirilt ki, senin anlattıklarının hak mı bâtıl mı olduğunu onlara soralım. Bir de Allâh’a duâ et ki, dürüst iki ihtiyar olan Kusayy ibnü Kilâb ve Ced‘an ibnü Amr’ı diriltsin de onlar senin nübüvvetine şâhitlik etsinler, ayrıca peygamberlik iddiânın doğruluğuna kefîl olmak üzere Allâh’ı ve melekleri karşımıza getir” dediler. İşte bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmeyi inzâl ederek: “İnanmak ancak Benim irâdemle meydana gelir, yoksa onların sandığı gibi, isterlerse inanmak, dilediklerinde inkâr etmek onların elinde değildir” buyurdu. İlâhî meşîet hakkında Ehl-i Sünnet ulemâsının görüşleri için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 11/174-181
112﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece Biz her peygamber için, insan ve cin şeytanların(dan bir kısmın)ı düşmanlar yaptık. (Bu yüzden) onların bâzısı yaldızlı (vesveselerle süsledikleri bâtıl) sözleri bir aldatma olsun diye diğer bir kısma gizlice söyler. Ama senin Rabbin (onları engellemeyi) murâd etseydi onlar bunu(n gibi telkin, süsleme ve aldatmaları) yapamazlardı. (Lâkin irâdelerini bu yönde kullandıklarını bildiği için imtihan hikmetine binâen buna müsâade etti.) Artık sen onları (Allâh’a ve sana karşı) uydurmakta oldukları şeylerle birlikte bırak. (Netîcede Allâh sana yardım edecek, onları da cezâlandıracaktır.)
113﴿ Tâ ki âhirete inanmamakta olan o kimselerin gönülleri o (şeytanların telkin ettiği sözlerin yaldızı)na meyletsin de onu beğensinler ve onlar kendilerinin (evvelce) kazanıcı oldukları (kötü) şeyleri işle(meye devâm et)sinler (diye her peygambere şeytanların kendilerine aldatıcı sözler telkin ettiği düşmanlar musallat ettik).
114﴿ (Habîbim! Onlara de ki:) “Şimdi ben (aramızda kimin haklı, kimin haksız olduğuna karar vermesi için) Allâh’tan başka bir hakem arar mıyım?! Hâlbuki ancak O (Allâh-u Sübhânehû), o (Kur’ân gibi mûcizeliği âşikâr olan bir) kitabı (bütün karışıklıkları ortadan kaldıracak nitelikte ve kendisinde hak ile bâtıl birbirinden tamâmen ayırt edilmiş olarak) tafsîlâtlı bir şekilde size indirmiş olan Zâttır.” Kendilerine o (Tevrât ve İncîl) kitab(ların)ı vermiş olduğumuz o (Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşları gibi âlim) kimseler de bilmektedirler ki, gerçekten o (Kur’ân) sana Rabbinden hak(ka dayalı hikmetli gâyeler) ile indirilmiş bir şeydir. Öyleyse sen (Ehl-i Kitap içerisinde bu hakîkati ikrâr etmeyenlerin de bu gerçeği kesinlikle bildiği husûsunda) aslâ şüphe edicilerden olma!
115﴿ Rabbinin kelimesi (haberleri ve vaatlerindeki) doğruluk yönünden de (hükümlerindeki) adâlet bakımından da (zirveye ulaşarak) tamamlanmıştır. O (Allâh-u Sübhânehû)nun (sâdece Kur’ân’ı koruyacağına dâir temînâtı bulunduğundan, Kur’ân’ın lafzını ve) kelimelerini /O’nun (kazâ ve kaderle ilgili hükümlerini ifâde eden karar ve) kelimelerini/ değiştirebilecek (hiçbir kuvvet) yoktur. Zâten ancak O Semî‘dir (herkesin ne dediğini hakkıyla işitendir), Alîm’dir (kimin neyi ne niyetle yaptığını hakkıyla bilendir).
116﴿ (Habîbim!) Yer(yüzün)de olanların ekserîsin(i teşkil eden kâfir ve câhiller)e (faraza) itâat edecek olursan, seni(n gibi bir zâtı bile) Allâh’ın yolundan saptır(maya uğraş)ırlar. Zâten onlar (bu sapık yolları izlerken, o yolların kurucusu olan atalarının doğruluğu hakkında) zandan (ve tahminden) başka bir şeye uymuyorlar ve onlar (Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak ve çocuk isnâd ederken) ancak yalan söylüyorlar.
117﴿ Şüphesiz ancak senin O Rabbin, yolundan sapıtmakta olan kimseyi çok iyi bilendir. Yine O, hidâyete erenleri hakkıyla bilendir.
118﴿ Artık siz(e: “Allâh’ın öldürdüğü leşi yemiyorsunuz ama kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz” diyen müşriklere uymayı bırakın da) üzerine (besmele çekilip) Allâh’ın adı anılmış ola(rak kesilen hayva)nlardan yiyin. Eğer siz O’nun âyetlerine îmân edici kimseler olduysanız (böyle yapmanız gerekir. Zîrâ îmân, Allâh’ın helâl kıldıklarını serbest görüp, yasaklarından sakınmayı gerektirir).
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٨
١٤١
وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ ﴿١١١
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ ﴿١١٢
وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ ﴿١١٣
اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ ﴿١١٤
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًاۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿١١٥
وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ ﴿١١٦
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ ﴿١١٧
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١١٨
En`âm Sûresi
141
Cuz 8
وَلَوْ اَنَّنَا نَزَّلْنَٓا اِلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتٰى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلًا مَا كَانُوا لِيُؤْمِنُٓوا اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ ﴿١١١
111﴿ Gerçekten de Biz (onların istediği gibi) onlara ara ara melekleri indirseydik, (babalarının diriltilmesi yönündeki isteklerini yerine getirmek üzere) ölüler(i) de (diriltseydik ve onlar senin doğruluğun hakkında) kendileriyle konuşsaydı ve (uyarılarımızın doğruluğuna delâlet eden) her şeyi karşılarına kefîl olarak /yüz yüze/ toplasaydık, Allâh’ın murâd etmesi dışında onlar îmân edecek değillerdi. Velâkin onların çoğu (her istekleri yerine gelse de, irâdelerini inanma yönünde sarf etmedikleri için îmâna muvaffak kılınmayacaklarını) bilmezler (de onun için mûcize görmeleri durumunda îmân edeceklerine dâir yemîn etmektedirler). Bu âyet-i kerîme Kur’ân-ı Kerîm ile alay eden Velîd ibnü Muğîre ve Âs ibnü Vâil gibi birtakım azılı kâfirler hakkında inmiştir ki onlar, bâzı müşriklerle birlikte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek: “Bize melekleri göster de onlar senin peygamberliğine şâhitlik etsinler, bize kırk meleğin taşıdığı bir kitabı gökten indir, bâzı ölülerimizi dirilt ki, senin anlattıklarının hak mı bâtıl mı olduğunu onlara soralım. Bir de Allâh’a duâ et ki, dürüst iki ihtiyar olan Kusayy ibnü Kilâb ve Ced‘an ibnü Amr’ı diriltsin de onlar senin nübüvvetine şâhitlik etsinler, ayrıca peygamberlik iddiânın doğruluğuna kefîl olmak üzere Allâh’ı ve melekleri karşımıza getir” dediler. İşte bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmeyi inzâl ederek: “İnanmak ancak Benim irâdemle meydana gelir, yoksa onların sandığı gibi, isterlerse inanmak, dilediklerinde inkâr etmek onların elinde değildir” buyurdu. İlâhî meşîet hakkında Ehl-i Sünnet ulemâsının görüşleri için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 11/174-181
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ ﴿١١٢
112﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece Biz her peygamber için, insan ve cin şeytanların(dan bir kısmın)ı düşmanlar yaptık. (Bu yüzden) onların bâzısı yaldızlı (vesveselerle süsledikleri bâtıl) sözleri bir aldatma olsun diye diğer bir kısma gizlice söyler. Ama senin Rabbin (onları engellemeyi) murâd etseydi onlar bunu(n gibi telkin, süsleme ve aldatmaları) yapamazlardı. (Lâkin irâdelerini bu yönde kullandıklarını bildiği için imtihan hikmetine binâen buna müsâade etti.) Artık sen onları (Allâh’a ve sana karşı) uydurmakta oldukları şeylerle birlikte bırak. (Netîcede Allâh sana yardım edecek, onları da cezâlandıracaktır.)
وَلِتَصْغٰٓى اِلَيْهِ اَفْـِٔدَةُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُوا مَا هُمْ مُقْتَرِفُونَ ﴿١١٣
113﴿ Tâ ki âhirete inanmamakta olan o kimselerin gönülleri o (şeytanların telkin ettiği sözlerin yaldızı)na meyletsin de onu beğensinler ve onlar kendilerinin (evvelce) kazanıcı oldukları (kötü) şeyleri işle(meye devâm et)sinler (diye her peygambere şeytanların kendilerine aldatıcı sözler telkin ettiği düşmanlar musallat ettik).
اَفَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْتَغ۪ي حَكَمًا وَهُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ اِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلًاۜ وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ اَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ فَلَا تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَر۪ينَ ﴿١١٤
114﴿ (Habîbim! Onlara de ki:) “Şimdi ben (aramızda kimin haklı, kimin haksız olduğuna karar vermesi için) Allâh’tan başka bir hakem arar mıyım?! Hâlbuki ancak O (Allâh-u Sübhânehû), o (Kur’ân gibi mûcizeliği âşikâr olan bir) kitabı (bütün karışıklıkları ortadan kaldıracak nitelikte ve kendisinde hak ile bâtıl birbirinden tamâmen ayırt edilmiş olarak) tafsîlâtlı bir şekilde size indirmiş olan Zâttır.” Kendilerine o (Tevrât ve İncîl) kitab(ların)ı vermiş olduğumuz o (Abdullâh ibnü Selâm ve arkadaşları gibi âlim) kimseler de bilmektedirler ki, gerçekten o (Kur’ân) sana Rabbinden hak(ka dayalı hikmetli gâyeler) ile indirilmiş bir şeydir. Öyleyse sen (Ehl-i Kitap içerisinde bu hakîkati ikrâr etmeyenlerin de bu gerçeği kesinlikle bildiği husûsunda) aslâ şüphe edicilerden olma!
وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلًاۜ لَا مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِه۪ۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ ﴿١١٥
115﴿ Rabbinin kelimesi (haberleri ve vaatlerindeki) doğruluk yönünden de (hükümlerindeki) adâlet bakımından da (zirveye ulaşarak) tamamlanmıştır. O (Allâh-u Sübhânehû)nun (sâdece Kur’ân’ı koruyacağına dâir temînâtı bulunduğundan, Kur’ân’ın lafzını ve) kelimelerini /O’nun (kazâ ve kaderle ilgili hükümlerini ifâde eden karar ve) kelimelerini/ değiştirebilecek (hiçbir kuvvet) yoktur. Zâten ancak O Semî‘dir (herkesin ne dediğini hakkıyla işitendir), Alîm’dir (kimin neyi ne niyetle yaptığını hakkıyla bilendir).
وَاِنْ تُطِعْ اَكْثَرَ مَنْ فِي الْاَرْضِ يُضِلُّوكَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اِنْ يَتَّبِعُونَ اِلَّا الظَّنَّ وَاِنْ هُمْ اِلَّا يَخْرُصُونَ ﴿١١٦
116﴿ (Habîbim!) Yer(yüzün)de olanların ekserîsin(i teşkil eden kâfir ve câhiller)e (faraza) itâat edecek olursan, seni(n gibi bir zâtı bile) Allâh’ın yolundan saptır(maya uğraş)ırlar. Zâten onlar (bu sapık yolları izlerken, o yolların kurucusu olan atalarının doğruluğu hakkında) zandan (ve tahminden) başka bir şeye uymuyorlar ve onlar (Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak ve çocuk isnâd ederken) ancak yalan söylüyorlar.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ اَعْلَمُ مَنْ يَضِلُّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ ﴿١١٧
117﴿ Şüphesiz ancak senin O Rabbin, yolundan sapıtmakta olan kimseyi çok iyi bilendir. Yine O, hidâyete erenleri hakkıyla bilendir.
فَكُلُوا مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّٰهِ عَلَيْهِ اِنْ كُنْتُمْ بِاٰيَاتِه۪ مُؤْمِن۪ينَ ﴿١١٨
118﴿ Artık siz(e: “Allâh’ın öldürdüğü leşi yemiyorsunuz ama kendi öldürdüğünüzü yiyorsunuz” diyen müşriklere uymayı bırakın da) üzerine (besmele çekilip) Allâh’ın adı anılmış ola(rak kesilen hayva)nlardan yiyin. Eğer siz O’nun âyetlerine îmân edici kimseler olduysanız (böyle yapmanız gerekir. Zîrâ îmân, Allâh’ın helâl kıldıklarını serbest görüp, yasaklarından sakınmayı gerektirir).