v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
143
Cuz 8
125﴿ Her kim ki Allâh onu (dosdoğru yola) hidâyet etmeyi dilemektedir, işte O onun göğsünü (ve kalbini) İslâm için şerh eder (de hakkı kolaylıkla kabûl eder bir hâle getirir ve buna engel olacak huylarını giderir, ayrıca kalbini genişletir ve nûra gark eder). Ama her kim ki, O onu saptırmayı murâd etmektedir, işte onun göğsünü (ve kalbini) sıkıntılı ve (içerisine îmân nûru girmeyecek şekilde) dapdar yapar da (artık bu nedenle o kişi, İslâm’a çağrıldığında) sanki kendisi zorla göğe yükselmektedir. İşte sana! Allâh (bu kişilerin kalbini haktan uzaklaştırdığı gibi) kendileri îmân etmemekte (ısrarcı) olan kimseler üzerine murdarlığı (dünyâda lâneti, âhirette ise azâbı) böylece bırakır. Ebû Ca‘fer (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz ki îmân kalbe girdiği zaman kalp ona karşı genişler ve açılır” buyurduktan sonra bu âyet-i kerîmeyi okumuştur. O zaman: “Yâ Rasûlellâh! Bunun kendisiyle anlaşılacağı bir alâmet var mıdır?” diye sorduklarında: “Evet, ebedîlik yurdu olan âhirete yöneliş, aldatma yurdu olan dünyâdan uzaklaşma ve ölüm gelmeden evvel ölüm için hazırlanmak” buyurmuştur. (İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, rakam:35455, 19/54)
126﴿ Ve işte bu (Kur’ân’ın getirdiği beyân), Rabbinin dosdoğru olan yoludur. Gerçekten de Biz (müjde-tehdit, sevap-azap, helâl-haram, emir ve yasaklarla ilgili hükümleri ihtivâ eden) âyetleri bir toplum için ayrıntılı bir şekilde açıkladık ki onlar iyice düşün(üp tesirlenerek, her şeyin Allâh-u Te‘âlâ’nın irâdesi, kazâ ve kaderiyle olduğunu bil)mektedirler.
127﴿ Selâm (olan Allâh-u Te‘âlâ’n)ın (değerli kıldığı cennet) yurdu /(istenmedik şeylerden) kurtuluş diyârı/ (dostların birbirini) selâmlama yurdu (olan cennet)/ Rableri nezdinde sâdece o (ince düşünüp gereğini yapa)nlara âittir. Zâten sürekli yapmakta bulunmuş oldukları (iyi) şeyler sebebiyle ancak O onların Velîsi’dir (yâr ve yardımcısıdır, mükâfatlarını ihsân etme vasfının mütevellîsidir).
128﴿ (Allâh-u Te‘âlâ’nın) onları (diriltip) hep birlikte (âhirete) haşr(-u cem) edeceği günde ise: “Ey cinler (ve şeytanlar) topluluğu! Gerçekten de siz (kötü yolda kendinize arkadaş olarak) çok insanlar edinmiştiniz. (Bu yüzden onlar da sizinle birlikte haşrolundular)(buyuracak.) Onların (kendilerine itâat etmiş) insanlardan olan dostları da (şeytanlara uyup dirilmeyi inkâr ettiklerini îtirâf ve karşılaştıkları duruma pişmanlıklarını ifâde etmek üzere): “Ey Rabbimiz! Bizim bir kısmımız diğer bir kısımla iyice yararlandı ve böylece (hepimiz) Senin bizim (ölüp dirilmemiz) için süre (olarak) tâyin etmiş olduğun o ecelimize ulaştık” dedi(ler). O (zaman Allâh-u Te‘âlâ): “Kendisinde ebedî kalıcı kimseler olarak ancak o ateş sizin ikāmetgâhınızdır. (Lâkin) Allâh’ın (cehennemin soğuk tabakasına nakledilmenizi) murâd ettiği vakitler müstesnâ! /(Sizin hepiniz cehennemde ebedî kalacaksınız) ancak Allâh’ın (ileride Müslüman olacağını ezelde bilerek hidâyetini) dilediği kimseler müstesnâ!/” buyurdu. (Habîbim!) Şüphesiz senin Rabbin (azap etme ve mükâfatlandırma dâhil tüm işlerini yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir, (ins-ü cinnin yaptıklarını ve hak ettiklerini çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
129﴿ İşte sana! Sürekli kazanmakta bulunmuş oldukları (kötü) şeyler sebebiyle, böylece (cinleri ve şeytanları insanlara musallat ettiğimiz gibi) o zâlimlerin bir kısmını da diğer bir kısma musallat ederiz /(cehenneme girerlerken) o zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmın ardına takarız /(dünyâda birbirlerine yakın oldukları gibi azapta da) o zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısma yakın kılarız/.
130﴿ (Allâh-u Te‘âlâ kıyâmet günü kâfirleri azarlamak için:) “Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden size Benim âyetlerimi (bizzât) kendileri anlatan ve işte bu gününüz(d)e (karşınıza çıkacak azaplara) kavuşmakla sizi korkutan rasüller size gelmedi mi?!” (buyurdu.) Onlar (ise): “Biz (peygamberlerin tebliğine muhâtap olduğumuz hâlde, inkâr ettiğimiz için azâbı hak ettiğimize dâir) nefislerimiz aleyhine (îtirâf ve) şâhitlikte bulunduk” dediler. Böylece o en alçak (dünyâ) hayât(ı) bu kişileri (sonuna kadar) aldattı da (nihâyet) kendilerinin gerçekten (bile bile) kâfir kimseler oldukların(dan dolayı azâba çarpıldıkların)a dâir nefisleri aleyhine kendileri (bile) şâhitlik yaptılar.
131﴿ İşte sana! (Peygamberlerin gönderiliş hikmeti) budur. Çünkü senin Rabbin, halkı (kitaptan ve peygamberden habersiz birtakım) gâfil kimseler olan memleketleri (işledikleri) bir zulüm nedeniyle aslâ helâk edici olmamıştır.
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٨
١٤٣
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٢٥
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٢٦
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢٧
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًاۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿١٢٨
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟ ﴿١٢٩
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ ﴿١٣٠
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ ﴿١٣١
En`âm Sûresi
143
Cuz 8
فَمَنْ يُرِدِ اللّٰهُ اَنْ يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلْاِسْلَامِۚ وَمَنْ يُرِدْ اَنْ يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَاَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَٓاءِۜ كَذٰلِكَ يَجْعَلُ اللّٰهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿١٢٥
125﴿ Her kim ki Allâh onu (dosdoğru yola) hidâyet etmeyi dilemektedir, işte O onun göğsünü (ve kalbini) İslâm için şerh eder (de hakkı kolaylıkla kabûl eder bir hâle getirir ve buna engel olacak huylarını giderir, ayrıca kalbini genişletir ve nûra gark eder). Ama her kim ki, O onu saptırmayı murâd etmektedir, işte onun göğsünü (ve kalbini) sıkıntılı ve (içerisine îmân nûru girmeyecek şekilde) dapdar yapar da (artık bu nedenle o kişi, İslâm’a çağrıldığında) sanki kendisi zorla göğe yükselmektedir. İşte sana! Allâh (bu kişilerin kalbini haktan uzaklaştırdığı gibi) kendileri îmân etmemekte (ısrarcı) olan kimseler üzerine murdarlığı (dünyâda lâneti, âhirette ise azâbı) böylece bırakır. Ebû Ca‘fer (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz ki îmân kalbe girdiği zaman kalp ona karşı genişler ve açılır” buyurduktan sonra bu âyet-i kerîmeyi okumuştur. O zaman: “Yâ Rasûlellâh! Bunun kendisiyle anlaşılacağı bir alâmet var mıdır?” diye sorduklarında: “Evet, ebedîlik yurdu olan âhirete yöneliş, aldatma yurdu olan dünyâdan uzaklaşma ve ölüm gelmeden evvel ölüm için hazırlanmak” buyurmuştur. (İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, rakam:35455, 19/54)
وَهٰذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَق۪يمًاۜ قَدْ فَصَّلْنَا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ ﴿١٢٦
126﴿ Ve işte bu (Kur’ân’ın getirdiği beyân), Rabbinin dosdoğru olan yoludur. Gerçekten de Biz (müjde-tehdit, sevap-azap, helâl-haram, emir ve yasaklarla ilgili hükümleri ihtivâ eden) âyetleri bir toplum için ayrıntılı bir şekilde açıkladık ki onlar iyice düşün(üp tesirlenerek, her şeyin Allâh-u Te‘âlâ’nın irâdesi, kazâ ve kaderiyle olduğunu bil)mektedirler.
لَهُمْ دَارُ السَّلَامِ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٢٧
127﴿ Selâm (olan Allâh-u Te‘âlâ’n)ın (değerli kıldığı cennet) yurdu /(istenmedik şeylerden) kurtuluş diyârı/ (dostların birbirini) selâmlama yurdu (olan cennet)/ Rableri nezdinde sâdece o (ince düşünüp gereğini yapa)nlara âittir. Zâten sürekli yapmakta bulunmuş oldukları (iyi) şeyler sebebiyle ancak O onların Velîsi’dir (yâr ve yardımcısıdır, mükâfatlarını ihsân etme vasfının mütevellîsidir).
وَيَوْمَ يَحْشُرُهُمْ جَم۪يعًاۚ يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُمْ مِنَ الْاِنْسِۚ وَقَالَ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُمْ مِنَ الْاِنْسِ رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ وَبَلَغْنَٓا اَجَلَنَا الَّذ۪ٓي اَجَّلْتَ لَنَاۜ قَالَ النَّارُ مَثْوٰيكُمْ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اِلَّا مَا شَٓاءَ اللّٰهُۜ اِنَّ رَبَّكَ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ ﴿١٢٨
128﴿ (Allâh-u Te‘âlâ’nın) onları (diriltip) hep birlikte (âhirete) haşr(-u cem) edeceği günde ise: “Ey cinler (ve şeytanlar) topluluğu! Gerçekten de siz (kötü yolda kendinize arkadaş olarak) çok insanlar edinmiştiniz. (Bu yüzden onlar da sizinle birlikte haşrolundular)(buyuracak.) Onların (kendilerine itâat etmiş) insanlardan olan dostları da (şeytanlara uyup dirilmeyi inkâr ettiklerini îtirâf ve karşılaştıkları duruma pişmanlıklarını ifâde etmek üzere): “Ey Rabbimiz! Bizim bir kısmımız diğer bir kısımla iyice yararlandı ve böylece (hepimiz) Senin bizim (ölüp dirilmemiz) için süre (olarak) tâyin etmiş olduğun o ecelimize ulaştık” dedi(ler). O (zaman Allâh-u Te‘âlâ): “Kendisinde ebedî kalıcı kimseler olarak ancak o ateş sizin ikāmetgâhınızdır. (Lâkin) Allâh’ın (cehennemin soğuk tabakasına nakledilmenizi) murâd ettiği vakitler müstesnâ! /(Sizin hepiniz cehennemde ebedî kalacaksınız) ancak Allâh’ın (ileride Müslüman olacağını ezelde bilerek hidâyetini) dilediği kimseler müstesnâ!/” buyurdu. (Habîbim!) Şüphesiz senin Rabbin (azap etme ve mükâfatlandırma dâhil tüm işlerini yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir, (ins-ü cinnin yaptıklarını ve hak ettiklerini çok iyi bilen bir) Alîm’dir.
وَكَذٰلِكَ نُوَلّ۪ي بَعْضَ الظَّالِم۪ينَ بَعْضًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ۟ ﴿١٢٩
129﴿ İşte sana! Sürekli kazanmakta bulunmuş oldukları (kötü) şeyler sebebiyle, böylece (cinleri ve şeytanları insanlara musallat ettiğimiz gibi) o zâlimlerin bir kısmını da diğer bir kısma musallat ederiz /(cehenneme girerlerken) o zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısmın ardına takarız /(dünyâda birbirlerine yakın oldukları gibi azapta da) o zâlimlerin bir kısmını diğer bir kısma yakın kılarız/.
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِ اَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِنْكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ اٰيَات۪ي وَيُنْذِرُونَكُمْ لِقَٓاءَ يَوْمِكُمْ هٰذَاۜ قَالُوا شَهِدْنَا عَلٰٓى اَنْفُسِنَا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَشَهِدُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ اَنَّهُمْ كَانُوا كَافِر۪ينَ ﴿١٣٠
130﴿ (Allâh-u Te‘âlâ kıyâmet günü kâfirleri azarlamak için:) “Ey cinler ve insanlar topluluğu! İçinizden size Benim âyetlerimi (bizzât) kendileri anlatan ve işte bu gününüz(d)e (karşınıza çıkacak azaplara) kavuşmakla sizi korkutan rasüller size gelmedi mi?!” (buyurdu.) Onlar (ise): “Biz (peygamberlerin tebliğine muhâtap olduğumuz hâlde, inkâr ettiğimiz için azâbı hak ettiğimize dâir) nefislerimiz aleyhine (îtirâf ve) şâhitlikte bulunduk” dediler. Böylece o en alçak (dünyâ) hayât(ı) bu kişileri (sonuna kadar) aldattı da (nihâyet) kendilerinin gerçekten (bile bile) kâfir kimseler oldukların(dan dolayı azâba çarpıldıkların)a dâir nefisleri aleyhine kendileri (bile) şâhitlik yaptılar.
ذٰلِكَ اَنْ لَمْ يَكُنْ رَبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرٰى بِظُلْمٍ وَاَهْلُهَا غَافِلُونَ ﴿١٣١
131﴿ İşte sana! (Peygamberlerin gönderiliş hikmeti) budur. Çünkü senin Rabbin, halkı (kitaptan ve peygamberden habersiz birtakım) gâfil kimseler olan memleketleri (işledikleri) bir zulüm nedeniyle aslâ helâk edici olmamıştır.