v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
144
Cuz 8
132﴿ Ayrıca (mükelleflerden) her biri için, (iyi-kötü tüm) yapmış oldukları şeylerden dolayı (cehennemde ve cennette elde edecekleri derekeler ve) birtakım dereceler vardır. Zâten senin Rabbin onların yapmakta oldukları şeylerden aslâ gâfil (ve habersiz) değildir. Birçok müfessire göre bu umûmî ifâde, cinlerin de dâhil olduğu mükelleflerin tümünü içine almaktadır. Bu âyet-i kerîme, insanlar ve cinlerle ilgili âyetlerin akabinde zikredildiği için, İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed (Rahimehumellâh) cinlerin de, ibâdetleriyle sevap kazanacaklarına dâir bunu delil göstermişlerdir. Zîrâ Kur’ân ve Sünnet’te geçen ifâdeler umûmîdir. Bu görüşe göre “Dereceler” tâbiri hayra da şerre de müsâit olur ki, buna göre mânâ: “Cin ve insan topluluklarından hayır veyâ şer yapan her bir kimse için ameli nispetinde Allâh-u Te‘âlâ’nın kendisini ulaştıracağı bir mertebe ve menzil vardır ki, yapılan iş iyi ise karşılık da iyi; şer ise cezâsı da şer olacaktır” demektir. Ama burada hayır şerre gâlip kılınarak “Dereceler” tâbiriyle iktifâ edilmiştir. Zîrâ dünyâda işledikleri iyilikler hasebince cennet ehlinin üstün mertebeleri farklı olabileceği gibi, işlemiş oldukları kötülükler nispetinde cehennem ehlinin azapları da noksanlık ve artışa müsâit olacaktır. Bu farklılık birlikte anlatılmak istendiğinde cennet ehlinin sıfatı öne çıkarılarak “Derece” tâbiri kullanılmıştır. (İbnü Kesîr, en-Nesefî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Mâverdî)
133﴿ (Habîbim!) Ancak senin Rabbin (kullarından ve ibâdetlerinden son derece müstağnî olan bir) Ğaniyy’dir, (ama sırf onların menfaati için kendilerine dînî yükümlülükler arz eden ve bu vazîfeleri ihmâl etmelerine rağmen onlara mühlet verecek derecede) rahmet sâhibidir. (Ey zâlimler ve âsîler!) O murâd ederse sizi (ortadan kaldırıp) giderir ve sizi (Nûh (Aleyhisselâm)ın gemisinde kurtuluşa eren) başka başka bir topluluğun zürriyetinden yarattığı gibi, ardınızdan da (itâatkâr kullarından) dilediğini (sizin) yerinize geçirir.
134﴿ Şüphesiz sürekli size vaad olunan (diriltilme, muhâsebeye çekilme, sevap ve azâba kavuşma gibi kıyâmet hâlleriyle alâkalı) şeyler elbette (meydana) gelicidir. Zâten siz (bunları vaad eden Rabbinizi, hakkınızda yapmak istediği şeylerden) aslâ âciz bırakıcı kimseler değilsiniz.
135﴿ (Habîbim! Müşrikleri tehdit mâhiyetinde) de ki: “Ey kavmim! Siz (kâfirlik ve bana karşı düşmanlık husûsunda) olanca gücünüz /konumunuz/ üzere çalış(ıp çabalay)ın. Şüphesiz ben de (İslâm’da sebât ve size karşı direnişte olanca gücümle) çalışıcıyım. Artık o (dünyâ) yurdun(un güzel) âkıbetini(n elde edileceği yer olan cenneti)n kime âit olacağını muhakkak bileceksiniz. Şu (husus çok dikkat edilmesi gereken) bir gerçek(tir) ki; (şirk gibi en büyük zulmü işlemiş olan) o zâlimler (bir zaman için rahat etseler de netîcede) felâh bulmayacak (ve mesut-bahtiyâr olmayacak)tır.”
136﴿ Ve o (müşrik ola)nlar O (Allâh-u Sübhânehû)-nun yaratıp yaydığı ekinlerle davarlardan bir kısmını Allâh’a âit bir nasip (olarak) tâyin ettiler de sonra bâtıl iddiâlarıyla: “İşte bu (özel vasıflara hâiz bulunan ekinlerle hayvanlar), Allâh’a mahsustur (bu yüzden sâdece misâfir ağırlama ve fakirlere yardım gibi O’nun yolunda sayılabilecek amaçlarla kullanılabilir), işte bu(nlar) da (putlardan O’na) ortak (koştuk)larımıza âittir (ki onlar da ilâhlarımızın hizmetçilerinin istifâdesine bırakılmıştır)” dediler. Artık hangi şey ki onların (Allâh’a) ortak (koştuk)larına âit olmuştur; işte o, (Allâh’ın emrettiği şekilde fakirlere ve misâfirlere ikrâm edilmediği için) Allâh(ın râzı olduğu yollar)a ulaşmaz (ve harcanamaz). Ama hangi şey ki (onların yalan-yanlış tahsisleriyle) Allâh’a âit olmuştur; işte o, (işlerine geldiği zaman onları putların bakımına ve bakıcılarına harcadıkları için, müşriklerin Allâh’a) ortak (koştuk)ları (putları)na ulaşır. (Putları Allâh’a tercih ederek ve gayr-i meşrû kānunlar tâyin ederek) hükmede geldikleri bu şeyler ne kötü olmuştur!
137﴿ Ve (Habîbim!) işte sana! (Putları Allâh’a) ortak (koşma)ları(nı müşriklere telkîn eden şeytanlar ve put bakıcıları: “Allâh’ın öldürdüğü lâşeyi yemiyorsunuz da kendi öldürdüğünüzü nasıl yiyorsunuz?!” gibi yaldızlı laflarla onları kandırdıkları gibi yine onlar) müşriklerden birçoğuna böylece (akıl çelen laflar ederek ve: “Bu kızlar bir harpte düşmanlarınızın eline esir düşer de fuhşa zorlanırsa bu size çok âr olur, en iyisi bunları küçükken öldürün de kurtulun” diyerek kız) çocuklarını öldürmeyi de ziyâdesiyle hoş göstermiştir. Tâ ki onları (azdırıp) helâk etsinler ve (İsmâ‘îl (Aleyhisselâm)dan kalma gerçek) dinlerin(den o zamâna kadar devâm edegelen birkaç şey)i de onlara karmakarışık etsinler. Ama Allâh (onların bunu yapmamalarını) murâd etseydi onlar bunu(n gibi kötü telkîn ve süslemeleri) yapamazlardı. (Lâkin irâdelerini bu yönde kullandıklarını bildiği için imtihan hikmetine binâen buna müsâade etti.) Artık sen onları (Allâh adına) uydurmakta oldukları şeylerle birlikte bırak. (Zîrâ yaptıklarının zararı onlara dönecektir, bundan sana hiçbir mesûliyet gelmeyecektir.) Müfessirlerin beyânı vechile; müşriklere bu yanlış telkînleri dilsiz putlar yapamayacağına göre burada bu tezyînâtı yapanlar, onlara putlara tapmayı telkîn eden şeytanlar ve put bakıcılarıdır ki onlar: “Allâh’ın öldürdüğü lâşeyi yemiyorsunuz da kendi öldürdüğünüzü nasıl yiyorsunuz?!” gibi yaldızlı laflarla onlara hayvanları ğayr-i meşrû sûretle helâl ve haram şeklinde ikiye böldürdükleri gibi yine onlar müşriklerden birçoğuna böylece akıl çelen laflar ederek ve: “Bu kızlar bir harpte düşmanlarınızın eline esir düşer de fuhşa zorlanırsa bu size çok âr olur, fakir düşerseniz bakımları zor olur, evlendirdiğinizde ise kocaları size zarar verebilir, en iyisi bunları küçükken öldürün de kurtulun” diyerek kız çocuklarını öldürmeyi hoş göstermiştir. Bugün dahî câhiliyet devrindeki bu tatbîkāt devâm etmektedir. Nitekim âilenin şeref ve nâmusunu kurtarma adına bâzı aşîretlerin hattâ fertlerin işlediği “Töre cinâyetleri” bu kabilden sayılabilir.
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٨
١٤٤
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ ﴿١٣٢
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ ﴿١٣٣
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ ﴿١٣٤
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿١٣٥
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يبًا فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿١٣٦
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ ﴿١٣٧
En`âm Sûresi
144
Cuz 8
وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُواۜ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ ﴿١٣٢
132﴿ Ayrıca (mükelleflerden) her biri için, (iyi-kötü tüm) yapmış oldukları şeylerden dolayı (cehennemde ve cennette elde edecekleri derekeler ve) birtakım dereceler vardır. Zâten senin Rabbin onların yapmakta oldukları şeylerden aslâ gâfil (ve habersiz) değildir. Birçok müfessire göre bu umûmî ifâde, cinlerin de dâhil olduğu mükelleflerin tümünü içine almaktadır. Bu âyet-i kerîme, insanlar ve cinlerle ilgili âyetlerin akabinde zikredildiği için, İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed (Rahimehumellâh) cinlerin de, ibâdetleriyle sevap kazanacaklarına dâir bunu delil göstermişlerdir. Zîrâ Kur’ân ve Sünnet’te geçen ifâdeler umûmîdir. Bu görüşe göre “Dereceler” tâbiri hayra da şerre de müsâit olur ki, buna göre mânâ: “Cin ve insan topluluklarından hayır veyâ şer yapan her bir kimse için ameli nispetinde Allâh-u Te‘âlâ’nın kendisini ulaştıracağı bir mertebe ve menzil vardır ki, yapılan iş iyi ise karşılık da iyi; şer ise cezâsı da şer olacaktır” demektir. Ama burada hayır şerre gâlip kılınarak “Dereceler” tâbiriyle iktifâ edilmiştir. Zîrâ dünyâda işledikleri iyilikler hasebince cennet ehlinin üstün mertebeleri farklı olabileceği gibi, işlemiş oldukları kötülükler nispetinde cehennem ehlinin azapları da noksanlık ve artışa müsâit olacaktır. Bu farklılık birlikte anlatılmak istendiğinde cennet ehlinin sıfatı öne çıkarılarak “Derece” tâbiri kullanılmıştır. (İbnü Kesîr, en-Nesefî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Mâverdî)
وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِنْ بَعْدِكُمْ مَا يَشَٓاءُ كَمَٓا اَنْشَاَكُمْ مِنْ ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ اٰخَر۪ينَۜ ﴿١٣٣
133﴿ (Habîbim!) Ancak senin Rabbin (kullarından ve ibâdetlerinden son derece müstağnî olan bir) Ğaniyy’dir, (ama sırf onların menfaati için kendilerine dînî yükümlülükler arz eden ve bu vazîfeleri ihmâl etmelerine rağmen onlara mühlet verecek derecede) rahmet sâhibidir. (Ey zâlimler ve âsîler!) O murâd ederse sizi (ortadan kaldırıp) giderir ve sizi (Nûh (Aleyhisselâm)ın gemisinde kurtuluşa eren) başka başka bir topluluğun zürriyetinden yarattığı gibi, ardınızdan da (itâatkâr kullarından) dilediğini (sizin) yerinize geçirir.
اِنَّ مَا تُوعَدُونَ لَاٰتٍۙ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ ﴿١٣٤
134﴿ Şüphesiz sürekli size vaad olunan (diriltilme, muhâsebeye çekilme, sevap ve azâba kavuşma gibi kıyâmet hâlleriyle alâkalı) şeyler elbette (meydana) gelicidir. Zâten siz (bunları vaad eden Rabbinizi, hakkınızda yapmak istediği şeylerden) aslâ âciz bırakıcı kimseler değilsiniz.
قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُوا عَلٰى مَكَانَتِكُمْ اِنّ۪ي عَامِلٌۚ فَسَوْفَ تَعْلَمُونَۙ مَنْ تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدَّارِۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ﴿١٣٥
135﴿ (Habîbim! Müşrikleri tehdit mâhiyetinde) de ki: “Ey kavmim! Siz (kâfirlik ve bana karşı düşmanlık husûsunda) olanca gücünüz /konumunuz/ üzere çalış(ıp çabalay)ın. Şüphesiz ben de (İslâm’da sebât ve size karşı direnişte olanca gücümle) çalışıcıyım. Artık o (dünyâ) yurdun(un güzel) âkıbetini(n elde edileceği yer olan cenneti)n kime âit olacağını muhakkak bileceksiniz. Şu (husus çok dikkat edilmesi gereken) bir gerçek(tir) ki; (şirk gibi en büyük zulmü işlemiş olan) o zâlimler (bir zaman için rahat etseler de netîcede) felâh bulmayacak (ve mesut-bahtiyâr olmayacak)tır.”
وَجَعَلُوا لِلّٰهِ مِمَّا ذَرَاَ مِنَ الْحَرْثِ وَالْاَنْعَامِ نَص۪يبًا فَقَالُوا هٰذَا لِلّٰهِ بِزَعْمِهِمْ وَهٰذَا لِشُرَكَٓائِنَاۚ فَمَا كَانَ لِشُرَكَٓائِهِمْ فَلَا يَصِلُ اِلَى اللّٰهِۚ وَمَا كَانَ لِلّٰهِ فَهُوَ يَصِلُ اِلٰى شُرَكَٓائِهِمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ ﴿١٣٦
136﴿ Ve o (müşrik ola)nlar O (Allâh-u Sübhânehû)-nun yaratıp yaydığı ekinlerle davarlardan bir kısmını Allâh’a âit bir nasip (olarak) tâyin ettiler de sonra bâtıl iddiâlarıyla: “İşte bu (özel vasıflara hâiz bulunan ekinlerle hayvanlar), Allâh’a mahsustur (bu yüzden sâdece misâfir ağırlama ve fakirlere yardım gibi O’nun yolunda sayılabilecek amaçlarla kullanılabilir), işte bu(nlar) da (putlardan O’na) ortak (koştuk)larımıza âittir (ki onlar da ilâhlarımızın hizmetçilerinin istifâdesine bırakılmıştır)” dediler. Artık hangi şey ki onların (Allâh’a) ortak (koştuk)larına âit olmuştur; işte o, (Allâh’ın emrettiği şekilde fakirlere ve misâfirlere ikrâm edilmediği için) Allâh(ın râzı olduğu yollar)a ulaşmaz (ve harcanamaz). Ama hangi şey ki (onların yalan-yanlış tahsisleriyle) Allâh’a âit olmuştur; işte o, (işlerine geldiği zaman onları putların bakımına ve bakıcılarına harcadıkları için, müşriklerin Allâh’a) ortak (koştuk)ları (putları)na ulaşır. (Putları Allâh’a tercih ederek ve gayr-i meşrû kānunlar tâyin ederek) hükmede geldikleri bu şeyler ne kötü olmuştur!
وَكَذٰلِكَ زَيَّنَ لِكَث۪يرٍ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ قَتْلَ اَوْلَادِهِمْ شُرَكَٓاؤُ۬هُمْ لِيُرْدُوهُمْ وَلِيَلْبِسُوا عَلَيْهِمْ د۪ينَهُمْۜ وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ ﴿١٣٧
137﴿ Ve (Habîbim!) işte sana! (Putları Allâh’a) ortak (koşma)ları(nı müşriklere telkîn eden şeytanlar ve put bakıcıları: “Allâh’ın öldürdüğü lâşeyi yemiyorsunuz da kendi öldürdüğünüzü nasıl yiyorsunuz?!” gibi yaldızlı laflarla onları kandırdıkları gibi yine onlar) müşriklerden birçoğuna böylece (akıl çelen laflar ederek ve: “Bu kızlar bir harpte düşmanlarınızın eline esir düşer de fuhşa zorlanırsa bu size çok âr olur, en iyisi bunları küçükken öldürün de kurtulun” diyerek kız) çocuklarını öldürmeyi de ziyâdesiyle hoş göstermiştir. Tâ ki onları (azdırıp) helâk etsinler ve (İsmâ‘îl (Aleyhisselâm)dan kalma gerçek) dinlerin(den o zamâna kadar devâm edegelen birkaç şey)i de onlara karmakarışık etsinler. Ama Allâh (onların bunu yapmamalarını) murâd etseydi onlar bunu(n gibi kötü telkîn ve süslemeleri) yapamazlardı. (Lâkin irâdelerini bu yönde kullandıklarını bildiği için imtihan hikmetine binâen buna müsâade etti.) Artık sen onları (Allâh adına) uydurmakta oldukları şeylerle birlikte bırak. (Zîrâ yaptıklarının zararı onlara dönecektir, bundan sana hiçbir mesûliyet gelmeyecektir.) Müfessirlerin beyânı vechile; müşriklere bu yanlış telkînleri dilsiz putlar yapamayacağına göre burada bu tezyînâtı yapanlar, onlara putlara tapmayı telkîn eden şeytanlar ve put bakıcılarıdır ki onlar: “Allâh’ın öldürdüğü lâşeyi yemiyorsunuz da kendi öldürdüğünüzü nasıl yiyorsunuz?!” gibi yaldızlı laflarla onlara hayvanları ğayr-i meşrû sûretle helâl ve haram şeklinde ikiye böldürdükleri gibi yine onlar müşriklerden birçoğuna böylece akıl çelen laflar ederek ve: “Bu kızlar bir harpte düşmanlarınızın eline esir düşer de fuhşa zorlanırsa bu size çok âr olur, fakir düşerseniz bakımları zor olur, evlendirdiğinizde ise kocaları size zarar verebilir, en iyisi bunları küçükken öldürün de kurtulun” diyerek kız çocuklarını öldürmeyi hoş göstermiştir. Bugün dahî câhiliyet devrindeki bu tatbîkāt devâm etmektedir. Nitekim âilenin şeref ve nâmusunu kurtarma adına bâzı aşîretlerin hattâ fertlerin işlediği “Töre cinâyetleri” bu kabilden sayılabilir.