v02.01.25 Geliştirme Notları
En`âm Sûresi
149
Cuz 8
158﴿ (Habîbim!) O (kâfir ola)nlar (ortaya koyduğumuz bunca delillerle sapık inançlarını iptâl etmemize rağmen hâlâ îmân etmeyerek hiçbir şey beklemiş olmuyorlar) ancak (ölüm ve azap) meleklerin(in kendilerinin ruhlarını almak için) onlara gelmesini yâhut senin Rabbinin ityânını (ve kıyâmet günü azap emrinin onlar hakkında gerçekleşmesini) ya da (güneşin batıdan doğması, Deccâl’in hurûcu ve Dâbbetü’l-arz’ın çıkması gibi) senin Rabbinin (kıyâmet alâmeti olarak yaratacağı) âyetlerinden bâzısının (meydana) gelmesini bekliyorlar. Rabbinin âyetlerinin biri (olan güneşin batıdan doğuş mûcizesi meydana) geleceği gün (ise), daha önce îmân etmiş olmayan yâhut îmânında (ihlâs ve tevbe gibi) hiçbir hayır kazanmış bulunmayan hiçbir şahsa (o günkü) îmân (ve ihlâs)ı fayda vermeyecektir. (Çünkü o günkü îmân, ihtiyârî bir inanma olmayıp, azaptan kurtulma beklentisinin getirdiği zoraki inanmadır. Habîbim! O müşriklere) de ki: “Siz (kâfirlikte ısrâr ederek, kıyâmet alâmetlerinin gelişini) bekleyin (bakalım), şüphesiz biz (de bunlardan birinin başınıza gelerek helâk olacağınız günü) bekleyicileriz.” Bu âyet-i kerîme, kıyâmet öncesi vukû bulacak ve mükellefiyet mefhûmunu ortadan kaldıracak en yakın alâmetlerden bâzısına değinmektedir ki, tafsîlatlı bilgi için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 12/443-504
159﴿ Şüphesiz o kimseler ki; (bâzı meselelere inanıp diğerlerini inkâr ederek yâhut inanç konularında ayrılığa düşerek) dinlerini parça parça etmiştirler ve (bâtıl din veyâ mezhep uyduran bir önder eşliğinde birleşen) farklı (fırkalar ve) şî‘alar oluvermiştirler, gerçekten de sen onlar(ın tefrika sebeplerini araştırma ve azaplarına ortak olma sorumluluğun)dan dolayı (kendine zarar verecek) hiçbir şeyde değilsin. Onların (cezâlandırılma) işi ancak Allâh(ın hesâbın)a (kalmış)dır. Sonra O, sürekli yapmakta bulunmuş oldukları şeyleri(n acısını onlara tattırarak, kötü amellerinin gerçek yüzünü) kendilerine tam mânâsıyla haber verecektir.
160﴿ Her kim (kelime-i tevhîd ve diğer sâlih ameller gibi) güzel bir iş (meydana) getirirse, (Allâh-u Te‘âlâ’nın fazl-u keremi îcâbı) kendisi için onun on misli (sevap) vardır. Her kim de (şirk ve günahlar gibi) kötü bir şey (ortaya) getirirse, o da (İlâhî adâlet gereği) onun mislinden (ve sâdece yaptığının karşılığından) başkasıyla cezâlandırılmaz. O (iyilikleri ve kötülükleri yapa)nlar (sevapları eksiltilerek veyâ azapları artırılarak) zulme de uğratılmazlar.
161﴿ (Habîbim!) De ki: “Gerçekten ben, Rabbim beni dosdoğru bir yola hidâyet etmiştir; (dünyâ ve âhiret hayâtını) ayakta tutan /(neshedilmeyecek şekilde sâbit olup) dâimâ ayakta olan/ bir dîne; (bâtılları bırakıp bütünüyle hakka yönelmiş) bir hanîf olan İbrâhîm’in milletine (eriştirmiştir) ki o (hiçbir zaman), (sizin gibi) müşriklerden olmamıştır.”
162﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Muhakkak benim namazlarım ve (hac ve kurban gibi bütün) ibâdet(ler)im, ayrıca hayâtım ve ölümüm(ü kaplayan tüm anlarda işlediğim ve işleyeceğim îmânım ve bütün sâlih amellerim), tüm âlemlerin Rabbi (olan) Allâh’a mahsustur.
163﴿ (O Allâh ki) Kendisi için hiçbir ortak yoktur. (Ey insan!) İşte sana! Ben ancak bunun (ifâde ettiği ihlâsa sâhip olmam)la emrolundum ve ancak ben (ümmetim içerisinde) Müslümanların ilkiyim.”
164﴿ (Habîbim! Seni kendi putlarına ibâdete çağıran ve “Bizim yolumuza uy, günahlarını biz taşıyalım” diyen o müşriklere) de ki: “Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ) her şeyin Rabbi iken (O’nun dışındakiler ise O’nun mahlûku ve merbûbu olmaları îtibârıyla rablik vasfını hâiz değillerken), ben Allâh’tan başkasını mı bir Rab olarak arayayım?! Zâten (günah işleyen) her nefis ancak kendi aleyhine kazanır. (Günah yükünü tutmuş) hiçbir ağır günahı yüklenici de bir diğerinin ağır günah yükünü yüklenemez. (Ölüp diriltildikten) sonra dönüşünüz ancak (bütün işlerinizin yegâne Mâlik’i olan) Rabbiniz(in sizi hesâba çekeceği âhiret)e olacaktır. O da, sürekli kendisi hakkında ihtilâf etmekte bulunmuş olduğunuz (dînî konularla alâkalı) şeyleri(n doğrusuyla eğrisini) size tamâmen haber ver(mek sûretiyle herkese hak ettiği cezâyı ver)ecektir.”
165﴿ (Ey insanlar!) Ancak O (Rabbiniz), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (asır be asır ölenlerinizin yerine yenilerinizi getirerek) sizi yer(yüzün)de (birbirinin yerini dolduran) halîfeler yapmıştır /(dünyâyı istediğiniz şekilde yönetme imkânı vererek) sizi yer(yüzünde Allâh-u Zü’l-celâl)in halîfeleri kılmıştır/. Ayrıca O size vermiş olduğu (mal ve makam gibi) şeyler hakkında sizi imtihan (edenin muâmelesine tâbi) etsin diye bir kısmınızı diğer bir kısmın fevkınde (îtibâr ve zenginlik) dereceler(in)e yükseltmiştir. (Habîbim!) Şüphesiz senin Rabbin, (nîmetlerine nankörlükte bulunanlara karşı) azâbı çok çabuk olan (bir Zât)-dır. (Böylece O, dilediği anda istediği kimseye azâbı çarçabuk gönderir. Zâten her gelecek yakın olduğundan, kâfirler de o azâba çabucak kavuşacaklardır.) Yine muhakkak ki O, (sâhip olduğu nîmetlerin haklarını ödeyenlerin günahlarını) elbette (çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (nîmetlerin şükrünü îfâ edenlere ise ziyâdesiyle acıyan bir) Rahîm’dir.
سُورَةُ الْاَنْعَامِ
الجزء ٨
١٤٩
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْرًاۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ ﴿١٥٨
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿١٥٩
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿١٦٠
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪ينًا قِيَمًا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٦١
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿١٦٢
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿١٦٣
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿١٦٤
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٦٥
En`âm Sûresi
149
Cuz 8
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّٓا اَنْ تَأْتِيَهُمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَوْ يَأْتِيَ رَبُّكَ اَوْ يَأْتِيَ بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَۜ يَوْمَ يَأْت۪ي بَعْضُ اٰيَاتِ رَبِّكَ لَا يَنْفَعُ نَفْسًا ا۪يمَانُهَا لَمْ تَكُنْ اٰمَنَتْ مِنْ قَبْلُ اَوْ كَسَبَتْ ف۪ٓي ا۪يمَانِهَا خَيْرًاۜ قُلِ انْتَظِرُٓوا اِنَّا مُنْتَظِرُونَ ﴿١٥٨
158﴿ (Habîbim!) O (kâfir ola)nlar (ortaya koyduğumuz bunca delillerle sapık inançlarını iptâl etmemize rağmen hâlâ îmân etmeyerek hiçbir şey beklemiş olmuyorlar) ancak (ölüm ve azap) meleklerin(in kendilerinin ruhlarını almak için) onlara gelmesini yâhut senin Rabbinin ityânını (ve kıyâmet günü azap emrinin onlar hakkında gerçekleşmesini) ya da (güneşin batıdan doğması, Deccâl’in hurûcu ve Dâbbetü’l-arz’ın çıkması gibi) senin Rabbinin (kıyâmet alâmeti olarak yaratacağı) âyetlerinden bâzısının (meydana) gelmesini bekliyorlar. Rabbinin âyetlerinin biri (olan güneşin batıdan doğuş mûcizesi meydana) geleceği gün (ise), daha önce îmân etmiş olmayan yâhut îmânında (ihlâs ve tevbe gibi) hiçbir hayır kazanmış bulunmayan hiçbir şahsa (o günkü) îmân (ve ihlâs)ı fayda vermeyecektir. (Çünkü o günkü îmân, ihtiyârî bir inanma olmayıp, azaptan kurtulma beklentisinin getirdiği zoraki inanmadır. Habîbim! O müşriklere) de ki: “Siz (kâfirlikte ısrâr ederek, kıyâmet alâmetlerinin gelişini) bekleyin (bakalım), şüphesiz biz (de bunlardan birinin başınıza gelerek helâk olacağınız günü) bekleyicileriz.” Bu âyet-i kerîme, kıyâmet öncesi vukû bulacak ve mükellefiyet mefhûmunu ortadan kaldıracak en yakın alâmetlerden bâzısına değinmektedir ki, tafsîlatlı bilgi için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 12/443-504
اِنَّ الَّذ۪ينَ فَرَّقُوا د۪ينَهُمْ وَكَانُوا شِيَعًا لَسْتَ مِنْهُمْ ف۪ي شَيْءٍۜ اِنَّمَٓا اَمْرُهُمْ اِلَى اللّٰهِ ثُمَّ يُنَبِّئُهُمْ بِمَا كَانُوا يَفْعَلُونَ ﴿١٥٩
159﴿ Şüphesiz o kimseler ki; (bâzı meselelere inanıp diğerlerini inkâr ederek yâhut inanç konularında ayrılığa düşerek) dinlerini parça parça etmiştirler ve (bâtıl din veyâ mezhep uyduran bir önder eşliğinde birleşen) farklı (fırkalar ve) şî‘alar oluvermiştirler, gerçekten de sen onlar(ın tefrika sebeplerini araştırma ve azaplarına ortak olma sorumluluğun)dan dolayı (kendine zarar verecek) hiçbir şeyde değilsin. Onların (cezâlandırılma) işi ancak Allâh(ın hesâbın)a (kalmış)dır. Sonra O, sürekli yapmakta bulunmuş oldukları şeyleri(n acısını onlara tattırarak, kötü amellerinin gerçek yüzünü) kendilerine tam mânâsıyla haber verecektir.
مَنْ جَٓاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ اَمْثَالِهَاۚ وَمَنْ جَٓاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَا وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿١٦٠
160﴿ Her kim (kelime-i tevhîd ve diğer sâlih ameller gibi) güzel bir iş (meydana) getirirse, (Allâh-u Te‘âlâ’nın fazl-u keremi îcâbı) kendisi için onun on misli (sevap) vardır. Her kim de (şirk ve günahlar gibi) kötü bir şey (ortaya) getirirse, o da (İlâhî adâlet gereği) onun mislinden (ve sâdece yaptığının karşılığından) başkasıyla cezâlandırılmaz. O (iyilikleri ve kötülükleri yapa)nlar (sevapları eksiltilerek veyâ azapları artırılarak) zulme de uğratılmazlar.
قُلْ اِنَّن۪ي هَدٰين۪ي رَبّ۪ٓي اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍۚ د۪ينًا قِيَمًا مِلَّةَ اِبْرٰه۪يمَ حَن۪يفًاۚ وَمَا كَانَ مِنَ الْمُشْرِك۪ينَ ﴿١٦١
161﴿ (Habîbim!) De ki: “Gerçekten ben, Rabbim beni dosdoğru bir yola hidâyet etmiştir; (dünyâ ve âhiret hayâtını) ayakta tutan /(neshedilmeyecek şekilde sâbit olup) dâimâ ayakta olan/ bir dîne; (bâtılları bırakıp bütünüyle hakka yönelmiş) bir hanîf olan İbrâhîm’in milletine (eriştirmiştir) ki o (hiçbir zaman), (sizin gibi) müşriklerden olmamıştır.”
قُلْ اِنَّ صَلَات۪ي وَنُسُك۪ي وَمَحْيَايَ وَمَمَات۪ي لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۙ ﴿١٦٢
162﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Muhakkak benim namazlarım ve (hac ve kurban gibi bütün) ibâdet(ler)im, ayrıca hayâtım ve ölümüm(ü kaplayan tüm anlarda işlediğim ve işleyeceğim îmânım ve bütün sâlih amellerim), tüm âlemlerin Rabbi (olan) Allâh’a mahsustur.
لَا شَر۪يكَ لَهُۚ وَبِذٰلِكَ اُمِرْتُ وَاَنَا۬ اَوَّلُ الْمُسْلِم۪ينَ ﴿١٦٣
163﴿ (O Allâh ki) Kendisi için hiçbir ortak yoktur. (Ey insan!) İşte sana! Ben ancak bunun (ifâde ettiği ihlâsa sâhip olmam)la emrolundum ve ancak ben (ümmetim içerisinde) Müslümanların ilkiyim.”
قُلْ اَغَيْرَ اللّٰهِ اَبْغ۪ي رَبًّا وَهُوَ رَبُّ كُلِّ شَيْءٍۜ وَلَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍ اِلَّا عَلَيْهَاۚ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۚ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ ف۪يهِ تَخْتَلِفُونَ ﴿١٦٤
164﴿ (Habîbim! Seni kendi putlarına ibâdete çağıran ve “Bizim yolumuza uy, günahlarını biz taşıyalım” diyen o müşriklere) de ki: “Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ) her şeyin Rabbi iken (O’nun dışındakiler ise O’nun mahlûku ve merbûbu olmaları îtibârıyla rablik vasfını hâiz değillerken), ben Allâh’tan başkasını mı bir Rab olarak arayayım?! Zâten (günah işleyen) her nefis ancak kendi aleyhine kazanır. (Günah yükünü tutmuş) hiçbir ağır günahı yüklenici de bir diğerinin ağır günah yükünü yüklenemez. (Ölüp diriltildikten) sonra dönüşünüz ancak (bütün işlerinizin yegâne Mâlik’i olan) Rabbiniz(in sizi hesâba çekeceği âhiret)e olacaktır. O da, sürekli kendisi hakkında ihtilâf etmekte bulunmuş olduğunuz (dînî konularla alâkalı) şeyleri(n doğrusuyla eğrisini) size tamâmen haber ver(mek sûretiyle herkese hak ettiği cezâyı ver)ecektir.”
وَهُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ الْاَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ ف۪ي مَٓا اٰتٰيكُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ سَر۪يعُ الْعِقَابِۘ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٦٥
165﴿ (Ey insanlar!) Ancak O (Rabbiniz), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (asır be asır ölenlerinizin yerine yenilerinizi getirerek) sizi yer(yüzün)de (birbirinin yerini dolduran) halîfeler yapmıştır /(dünyâyı istediğiniz şekilde yönetme imkânı vererek) sizi yer(yüzünde Allâh-u Zü’l-celâl)in halîfeleri kılmıştır/. Ayrıca O size vermiş olduğu (mal ve makam gibi) şeyler hakkında sizi imtihan (edenin muâmelesine tâbi) etsin diye bir kısmınızı diğer bir kısmın fevkınde (îtibâr ve zenginlik) dereceler(in)e yükseltmiştir. (Habîbim!) Şüphesiz senin Rabbin, (nîmetlerine nankörlükte bulunanlara karşı) azâbı çok çabuk olan (bir Zât)-dır. (Böylece O, dilediği anda istediği kimseye azâbı çarçabuk gönderir. Zâten her gelecek yakın olduğundan, kâfirler de o azâba çabucak kavuşacaklardır.) Yine muhakkak ki O, (sâhip olduğu nîmetlerin haklarını ödeyenlerin günahlarını) elbette (çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (nîmetlerin şükrünü îfâ edenlere ise ziyâdesiyle acıyan bir) Rahîm’dir.