v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
15
Cuz 1
102﴿ Yine o (Yahûdî ola)nlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın kitabını arkalarına atıp) Süleymân’ın mülkü (ve hükümrânlığı dönemi)nde o şeytanların (azgınlarının) art arda okumakta oldukları (sihir ve büyü kitapları)na iyice uymuşturlar. Ama Süleymân (büyüyü helâl sayıp onunla uğraşarak) kâfir olmamıştır velâkin o şeytanlar (bu sihri helâl sayıp ilim hâlinde derleyip, kötü yolda kullanarak) kâfir olmuşturlar ki onlar insanlara sihri ve Bâbil’deki o iki meleğe; Hârût ile Mârut’a (sihir nâmına) indirilmiş olan şeyi öğretiyorlardı. Hâlbuki o ikisi (kendilerinden bu ilmi öğrenmek isteyenlere): “Biz ancak bir fitne (ve imtihan vesîlesi)yiz. Öyleyse sen (bu büyüyü öğrenip, helâl olduğu inancıyla uygulayarak) kâfir olma” deyinceye kadar hiçbir kimseye (sihir nâmına bir şey) öğretmiyorlardı. Yine de o (insa)nlar kendisi(nin tatbîki) sebebiyle kişiyle eşinin arasında ayırma yapacakları (büyü gibi) şeyleri o ikisinden öğreniyorlardı. Oysa o (büyü yapa)nlar Allâh’ın izni olmaksızın, on(ca yaptıkları büyü ve efs)un sebebiyle hiçbir kimseye aslâ zarar verici kişiler olmadılar. Böylece o (tenbihlere aldırış etmeyen insa)nlar kendilerine fayda vermeyecek, üstelik onlara zarar verecek şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun ki; elbette (bunu yapan Yahûdîler şunu) kesinlikle bilmişlerdi ki, (Allâh’ın kitabını bırakıp da) onu(n yasak ettiği büyü ilmini) kim satın almış (ve uygulamış)sa, âhirette o kişi için elbette hiçbir nasip yoktur. Yemîn olsun ki; (kendisini öğrenmek için) karşılığında canlarını (cehenneme) sattıkları o şey elbette ne kötü olmuştur. Eğer onlar (büyüyü öğrenip uygulamanın fenâlığını ve çarpılacakları cezânın gerçek yüzünü) bilmekte bulunmuş olsaydılar (kesinlikle ondan vazgeçerlerdi). Ehl-i Sünnet ulemâsına göre sihir; gerçeği olmayan birtakım boş hayallerden ibâret olmayıp, diğer varlıklar gibi hakîkati olan bir şeydir. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ kitabında bunu konu etmiş, öğrenilen ve öğretilen bir şey olduğundan bahsetmiş, yapılmasının helâl olduğuna inanılması durumunda kişiyi kâfir edeceğini ve kişiyle âilesinin arasını ayırabileceğini beyân etmiştir ki, varlığı sâbit olmayan bâtıl şeylerin bu şekilde vasıflanması mümkün değildir. Ayrıca büyücüden başka kimsenin bilmediği, derlenmiş birtakım sözler konuşulduğunda yâhut bâzı cisimler bir araya getirildiğinde veyâ birtakım güçler birleştirildiğinde Allâh-u Te‘âlâ’nın, imtihan hikmetine binâen dilemesi hâlinde hârikulâde bâzı şeyler yaratabileceği husûsu, aklın reddedeceği bir şey de değildir. Sahîh hadîs-i şerîfler de büyünün varlığını açıkça ortaya koymaktadır. Yalnız bilinmesi gereken şudur ki; Allâh-u Te‘âlâ’dan başka yaratıcı yoktur, meydana gelen büyüler ise dilediği kullarının eliyle Allâh-u Te‘âlâ’nın icrâ ettiği bir kānundur ve sihir en büyük günahlardan biridir. Lâkin büyü yapmak en büyük yedi günahtan olsa da yapılan işin kendi kendine tesir ettiğine ya da helâl olduğuna inanılmadıkça, yapanı da yaptıranı da kâfir etmez. Ama Kur’ân-ı Kerîm’i kanla yazmak ve çöplük gibi pis yerlere atmak sûretiyle yapılan sihirler îtikāda taalluk etmese de elbette sâhibini kâfir edecek amellerdendir. (el-Hâzin; el-Felak Sûresi tefsîri) Geniş mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 1/487-492
103﴿ Eğer onlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Kur’ân-ı Kerîm’e) gerçekten îmân etselerdi ve (Allâh’ın kitabını bırakıp, büyücülükle uğraşmak gibi günahlardan hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olsalardı, elbette Allâh tarafından (kendilerine ulaşacak) azıcık bir sevap (bile sonsuz olduğu için, büyüyle kazandıkları fânî yararlardan) çok hayırlıdır. Eğer onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın sevâbının hayırlı olduğunu) bilmekte olsaydılar (elbette îmânı ve takvâyı tercih ederlerdi).
104﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (Peygamberimin nasîhatlerini dinlerken, iyice anlama isteğiyle sözlerini tekrarlatmak için, sizce: “Bizi gözet” anlamına gelen fakat Yahûdîlerin dilinde sövüp sayma gibi uygunsuz mânâlara çekilebilen) “Râ‘inâ” (sözünü) demeyin, ama (Yahûdîlere fırsat vermemek için bunun yerine, sâdece: “Bizi gözet” anlamına gelip, onların dilinde kötü mânâya çekilemeyen:) “Unzurnâ” (kelimesini) deyin ve (onun sözlerini iyi) dinleyin (ki, sözünü tekrarlatmaya lüzum kalmasın). Çok acı verici büyük bir azap ise (her fırsatta Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e hakārete yeltenen) o kâfirler içindir.
105﴿ O kâfir olmuş kimseler; ne Ehl-i Kitap, ne de müşrikler, Rabbinizden sizin üzerinize hiçbir hayrın (ve vahyin) indirilmesini istemez(ler). Allâh ise, dilediğini rahmetiyle seçkin kılar. /Rahmetini dilediğine tahsis eder./ (Dolayısıyla peygamberlik gibi yüce bir rahmete ancak O’nun seçtiği kimseler erişebilir.) Zâten Allâh büyük fazl(-u kerem) sâhibidir. (Bu yüzden Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e vahiy ve nübüvvet lütfetmiştir.)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ١
١٥
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿١٠٢
وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟ ﴿١٠٣
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٠٤
مَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ ﴿١٠٥
Bakara Sûresi
15
Cuz 1
وَاتَّبَعُوا مَا تَتْلُوا الشَّيَاط۪ينُ عَلٰى مُلْكِ سُلَيْمٰنَۚ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمٰنُ وَلٰكِنَّ الشَّيَاط۪ينَ كَفَرُوا يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَۗ وَمَٓا اُنْزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَۜ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ اَحَدٍ حَتّٰى يَقُولَٓا اِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلَا تَكْفُرْۜ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِه۪ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِه۪ۜ وَمَا هُمْ بِضَٓارّ۪ينَ بِه۪ مِنْ اَحَدٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلَا يَنْفَعُهُمْۜ وَلَقَدْ عَلِمُوا لَمَنِ اشْتَرٰيهُ مَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ خَلَاقٍ۠ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْا بِه۪ٓ اَنْفُسَهُمْۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ ﴿١٠٢
102﴿ Yine o (Yahûdî ola)nlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın kitabını arkalarına atıp) Süleymân’ın mülkü (ve hükümrânlığı dönemi)nde o şeytanların (azgınlarının) art arda okumakta oldukları (sihir ve büyü kitapları)na iyice uymuşturlar. Ama Süleymân (büyüyü helâl sayıp onunla uğraşarak) kâfir olmamıştır velâkin o şeytanlar (bu sihri helâl sayıp ilim hâlinde derleyip, kötü yolda kullanarak) kâfir olmuşturlar ki onlar insanlara sihri ve Bâbil’deki o iki meleğe; Hârût ile Mârut’a (sihir nâmına) indirilmiş olan şeyi öğretiyorlardı. Hâlbuki o ikisi (kendilerinden bu ilmi öğrenmek isteyenlere): “Biz ancak bir fitne (ve imtihan vesîlesi)yiz. Öyleyse sen (bu büyüyü öğrenip, helâl olduğu inancıyla uygulayarak) kâfir olma” deyinceye kadar hiçbir kimseye (sihir nâmına bir şey) öğretmiyorlardı. Yine de o (insa)nlar kendisi(nin tatbîki) sebebiyle kişiyle eşinin arasında ayırma yapacakları (büyü gibi) şeyleri o ikisinden öğreniyorlardı. Oysa o (büyü yapa)nlar Allâh’ın izni olmaksızın, on(ca yaptıkları büyü ve efs)un sebebiyle hiçbir kimseye aslâ zarar verici kişiler olmadılar. Böylece o (tenbihlere aldırış etmeyen insa)nlar kendilerine fayda vermeyecek, üstelik onlara zarar verecek şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun ki; elbette (bunu yapan Yahûdîler şunu) kesinlikle bilmişlerdi ki, (Allâh’ın kitabını bırakıp da) onu(n yasak ettiği büyü ilmini) kim satın almış (ve uygulamış)sa, âhirette o kişi için elbette hiçbir nasip yoktur. Yemîn olsun ki; (kendisini öğrenmek için) karşılığında canlarını (cehenneme) sattıkları o şey elbette ne kötü olmuştur. Eğer onlar (büyüyü öğrenip uygulamanın fenâlığını ve çarpılacakları cezânın gerçek yüzünü) bilmekte bulunmuş olsaydılar (kesinlikle ondan vazgeçerlerdi). Ehl-i Sünnet ulemâsına göre sihir; gerçeği olmayan birtakım boş hayallerden ibâret olmayıp, diğer varlıklar gibi hakîkati olan bir şeydir. Nitekim Allâh-u Te‘âlâ kitabında bunu konu etmiş, öğrenilen ve öğretilen bir şey olduğundan bahsetmiş, yapılmasının helâl olduğuna inanılması durumunda kişiyi kâfir edeceğini ve kişiyle âilesinin arasını ayırabileceğini beyân etmiştir ki, varlığı sâbit olmayan bâtıl şeylerin bu şekilde vasıflanması mümkün değildir. Ayrıca büyücüden başka kimsenin bilmediği, derlenmiş birtakım sözler konuşulduğunda yâhut bâzı cisimler bir araya getirildiğinde veyâ birtakım güçler birleştirildiğinde Allâh-u Te‘âlâ’nın, imtihan hikmetine binâen dilemesi hâlinde hârikulâde bâzı şeyler yaratabileceği husûsu, aklın reddedeceği bir şey de değildir. Sahîh hadîs-i şerîfler de büyünün varlığını açıkça ortaya koymaktadır. Yalnız bilinmesi gereken şudur ki; Allâh-u Te‘âlâ’dan başka yaratıcı yoktur, meydana gelen büyüler ise dilediği kullarının eliyle Allâh-u Te‘âlâ’nın icrâ ettiği bir kānundur ve sihir en büyük günahlardan biridir. Lâkin büyü yapmak en büyük yedi günahtan olsa da yapılan işin kendi kendine tesir ettiğine ya da helâl olduğuna inanılmadıkça, yapanı da yaptıranı da kâfir etmez. Ama Kur’ân-ı Kerîm’i kanla yazmak ve çöplük gibi pis yerlere atmak sûretiyle yapılan sihirler îtikāda taalluk etmese de elbette sâhibini kâfir edecek amellerdendir. (el-Hâzin; el-Felak Sûresi tefsîri) Geniş mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 1/487-492
وَلَوْ اَنَّهُمْ اٰمَنُوا وَاتَّقَوْا لَمَثُوبَةٌ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ خَيْرٌۜ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ۟ ﴿١٠٣
103﴿ Eğer onlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ve Kur’ân-ı Kerîm’e) gerçekten îmân etselerdi ve (Allâh’ın kitabını bırakıp, büyücülükle uğraşmak gibi günahlardan hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olsalardı, elbette Allâh tarafından (kendilerine ulaşacak) azıcık bir sevap (bile sonsuz olduğu için, büyüyle kazandıkları fânî yararlardan) çok hayırlıdır. Eğer onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın sevâbının hayırlı olduğunu) bilmekte olsaydılar (elbette îmânı ve takvâyı tercih ederlerdi).
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَقُولُوا رَاعِنَا وَقُولُوا انْظُرْنَا وَاسْمَعُواۜ وَلِلْكَافِر۪ينَ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١٠٤
104﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! (Peygamberimin nasîhatlerini dinlerken, iyice anlama isteğiyle sözlerini tekrarlatmak için, sizce: “Bizi gözet” anlamına gelen fakat Yahûdîlerin dilinde sövüp sayma gibi uygunsuz mânâlara çekilebilen) “Râ‘inâ” (sözünü) demeyin, ama (Yahûdîlere fırsat vermemek için bunun yerine, sâdece: “Bizi gözet” anlamına gelip, onların dilinde kötü mânâya çekilemeyen:) “Unzurnâ” (kelimesini) deyin ve (onun sözlerini iyi) dinleyin (ki, sözünü tekrarlatmaya lüzum kalmasın). Çok acı verici büyük bir azap ise (her fırsatta Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e hakārete yeltenen) o kâfirler içindir.
مَا يَوَدُّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ وَلَا الْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يُنَزَّلَ عَلَيْكُمْ مِنْ خَيْرٍ مِنْ رَبِّكُمْۜ وَاللّٰهُ يَخْتَصُّ بِرَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ ذُو الْفَضْلِ الْعَظ۪يمِ ﴿١٠٥
105﴿ O kâfir olmuş kimseler; ne Ehl-i Kitap, ne de müşrikler, Rabbinizden sizin üzerinize hiçbir hayrın (ve vahyin) indirilmesini istemez(ler). Allâh ise, dilediğini rahmetiyle seçkin kılar. /Rahmetini dilediğine tahsis eder./ (Dolayısıyla peygamberlik gibi yüce bir rahmete ancak O’nun seçtiği kimseler erişebilir.) Zâten Allâh büyük fazl(-u kerem) sâhibidir. (Bu yüzden Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e vahiy ve nübüvvet lütfetmiştir.)