v02.01.25 Geliştirme Notları
A`râf Sûresi
150
Cuz 8
YEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-A`râf
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 206 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Elif! Lâm! Mîm! Sâd! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
2﴿ (Bu Kur’ân-ı Kerîm) öyle büyük bir kitaptır ki; kendisiyle (tüm insanlara) uyarıda bulunasın ve îmân edenler için (yeterli) bir öğüt olsun diye (tarafımızdan) sana indirilmiştir. Artık on(un tebliğinin getireceği sıkıntılar)dan dolayı kalbinde hiçbir darlık bulunmasın.
3﴿ Rabbinizden size indirilmiş olan şeye (Kur’ân’a ve Sünnet’e) hakkıyla tâbi olun. On(un vahiylerini bırakıp) da (insan ve cin şeytanları gibi, kâfirliğe ve sapıklığa çağıra)n başka birtakım dostlara aslâ uymayın. (Öğütlenme nâmına) çok az olan bir şeyle öğütleniyorsunuz (bu yüzden Allâh’ın dînini bırakıp başkalarına uyuyorsunuz).
4﴿ Yine Biz nice memleketi(n halkını) ki; (günahları yüzünden) onları helâk etmiştik. Böylece onlara geceleyin (uyurlarken) ya da kendileri (gündüz ortası uykuya yatmış) kaylûle yapan kimselerken çetin azâbımız gelip çatmıştı.
5﴿ Çetin azâbımız kendilerine geldiği zaman ise artık onların (suçlarını îtirâf mâhiyetindeki) yalvarmaları: “Şüphesiz ki biz gerçekten (şirk koşarak kendilerine yazık eden) zâlim kimseler olmuştuk” demelerinden başka bir şey olmamıştır.
6﴿ Andolsun ki; kendilerine rasûl gönderilmiş olan o kişilere de (elçilerimize tâbi olup olmadıklarını) elbette soracağız. Yemîn olsun; o rasûl olarak gönderilmiş olan kimselere de (ümmetleri tarafından nasıl karşılandıklarını) mutlaka soracağız.
7﴿ Böylece kasem olsun ki; (peygamberlere de ümmetlerine de) elbette onlara (gizli açık her şey hakkında sâhip olduğumuz dosdoğru ve) mükemmel bir ilimle (tüm yaptıklarını) anlatacağız. Zâten Biz (hiçbir zaman onlardan ve amellerinden) uzakta kal(ıp habersiz ol)anlar değildik.
8﴿ (Kulların amellerini dosdoğru tartarak) hak (ve adâletin temsilciliğini yapacak) olan o tartı (ve mîzân), işte (Allâh-u Te‘âlâ’nın, peygamberleri ve ümmetleri sorgulayacağı) o günde (gerçekleşecek)dir. Artık kimin tartılan (sevap)ları (günahlarına karşı) ağır gelirse, işte sana! Ancak onlar felâh (ve kurtuluş)a erenlerin ta kendileridir. İmâm-ı Mücâhid gibi bâzı âlimlere göre; burada geçen “Vezn”, kıyâmet gününde kullar arasında verilecek hüküm anlamına gelmekteyse de, müfessirlerin cumhûruna göre bu “Vezn”, tartma anlamında olup kulların amellerinin bir mîzanla tartılmasından ibârettir ki, İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; o terâzinin bir dili iki de kefesi bulunmaktadır, her bir kefe doğu ile batı arası kadardır. Allâh-u Te‘âlâ kullarının uzuvlarını kendi haklarında konuşturup şâhit yapacağı gibi, o mîzânı da adâletle konuşturacaktır. (el-Lâlikâî, Şerhu usûli i‘tikādi Ehli’s-Sünne, rakam:2210, 6/1245; el-Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, rakam:277, 1/447) Ancak ulemâ bu tartının keyfiyeti hakkında birkaç görüş açıklamışlardır:
a) “Sevapların ve günahların yazılı bulunduğu sayfalar tartılacaktır” diyenler, Abdullâh ibnü Amr ibni’l-Âs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edilen şu hadîs-i şerîfi delil getirmişlerdir: “Kıyâmet günü ümmetimden birine bütün yaratılmışların huzûrunda nidâ edilir ve kendisi için, her biri gözün gördüğü kadar uzun sahayı dolduran doksan dokuz sicil açılır. Allâh-u Te‘âlâ bu kişiye, yazıcı meleklerin ona zulmetmediğini ve o dosyalarda yazılı olanları kendisinin yaptığını îtirâf ettirdikten sonra, onca günah karşısında bir sevâbı olup olmadığını sorar. O kişi dehşete kapılarak ‘Yok’ dediyse de Allâh-u Te‘âlâ: ‘Olur mu?! Bizim nezdimizde senin çok hasenelerin var ve bugün sana zulüm yok’ buyurur. Bunun üzerine o kişinin okumuş olduğu bir kelime-i şehâdetin yazılı bulunduğu küçük bir kâğıt parçası çıkarır. O kişi: ‘Yâ Rabbi! Bu kadar dosyanın yanında bu kâğıt parçası ne yapsın?!’ dediğinde, Allâh-u Te‘âlâ tekrar: ‘Sen zulme uğratılmayacaksın’ buyurur. Böylece o günah kefesine konmuş olan doksan dokuz sicile karşılık, o küçük kâğıdın konmuş olduğu sevap kefesi ağır basar ve o kişi kurtulur.” (İbnü Mâce, ez-Zühd:35, rakam:4300, 2/1437; et-Tirmizî, el-Îmân:17, rakam:2639, 5/24)
b) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göreyse; güzel ameller güzel sûrette, kötü ameller de çirkin sûret üzere mahşere getirilerek mîzâna konulacaktır. Böylece Allâh-u Te‘âlâ o sûretlerde, tartılmaya elverişli olacak şekilde bir ağırlık ve hafiflik yaratacaktır. (el-Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, rakam:277, 1/447)
9﴿ Ama kimin (îmânı olmadığı için hiçbir iyiliği ı̂tibâra alınmayarak) tartılan (hayır)ları kıymetsiz olursa, işte sana! Bizim âyetlerimize karşı sürekli işlemekte bulunmuş oldukları (inkâr ve) zulüm sebebiyle kendi nefislerini hüsrâna uğrat(ıp ebedî mükâfatlardan mahrum bırak)mış olanlar da ancak onlardır.
10﴿ Yine andolsun ki; elbette Biz sizi gerçekten yer(yüzün)de yerleştirdik /size yerde güç ve imkân verdik/ ve sizin için orada (yiyecekler ve içecekler gibi) maîşetler (geçim vâsıtaları) yarattık. (Bunca nîmetlerimize karşı) çok az olan bir şeyle şükrediyorsunuz.
11﴿ Yine yemîn olsun ki; şüphesiz sizi(n babanız Âdem’i, ilk olarak şekilsiz bir balçık hâlinde) elbette yarattık, sonra sizi(n babanızı) şekillendirdik, sonra da meleklere: “Âdem’e (bir saygı göstergesi olarak, kıble gibi ona yönelip Bana) secde edin” buyurduk, onlar da hemen secde yaptılar. Ama İblîs müstesnâ; (nitekim) o, secde edenlerden olmadı.
سُورَةُ الْاَعْرَافِ
الجزء ٨
١٥٠
سُورَةُالْاَعْرَافِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
الٓمٓصٓۜ ﴿١
كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٢
اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَ ﴿٣
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ ﴿٤
فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ﴿٥
فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿٦
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ ﴿٧
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٨
وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ ﴿٩
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ۟ ﴿١٠
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ ﴿١١
A`râf Sûresi
150
Cuz 8
YEDİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-A`râf
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 206 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
الٓمٓصٓۜ ﴿١
1﴿ Elif! Lâm! Mîm! Sâd! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
كِتَابٌ اُنْزِلَ اِلَيْكَ فَلَا يَكُنْ ف۪ي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِنْهُ لِتُنْذِرَ بِه۪ وَذِكْرٰى لِلْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٢
2﴿ (Bu Kur’ân-ı Kerîm) öyle büyük bir kitaptır ki; kendisiyle (tüm insanlara) uyarıda bulunasın ve îmân edenler için (yeterli) bir öğüt olsun diye (tarafımızdan) sana indirilmiştir. Artık on(un tebliğinin getireceği sıkıntılar)dan dolayı kalbinde hiçbir darlık bulunmasın.
اِتَّبِعُوا مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ وَلَا تَتَّبِعُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۜ قَل۪يلًا مَا تَذَكَّرُونَ ﴿٣
3﴿ Rabbinizden size indirilmiş olan şeye (Kur’ân’a ve Sünnet’e) hakkıyla tâbi olun. On(un vahiylerini bırakıp) da (insan ve cin şeytanları gibi, kâfirliğe ve sapıklığa çağıra)n başka birtakım dostlara aslâ uymayın. (Öğütlenme nâmına) çok az olan bir şeyle öğütleniyorsunuz (bu yüzden Allâh’ın dînini bırakıp başkalarına uyuyorsunuz).
وَكَمْ مِنْ قَرْيَةٍ اَهْلَكْنَاهَا فَجَٓاءَهَا بَأْسُنَا بَيَاتًا اَوْ هُمْ قَٓائِلُونَ ﴿٤
4﴿ Yine Biz nice memleketi(n halkını) ki; (günahları yüzünden) onları helâk etmiştik. Böylece onlara geceleyin (uyurlarken) ya da kendileri (gündüz ortası uykuya yatmış) kaylûle yapan kimselerken çetin azâbımız gelip çatmıştı.
فَمَا كَانَ دَعْوٰيهُمْ اِذْ جَٓاءَهُمْ بَأْسُنَٓا اِلَّٓا اَنْ قَالُٓوا اِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ ﴿٥
5﴿ Çetin azâbımız kendilerine geldiği zaman ise artık onların (suçlarını îtirâf mâhiyetindeki) yalvarmaları: “Şüphesiz ki biz gerçekten (şirk koşarak kendilerine yazık eden) zâlim kimseler olmuştuk” demelerinden başka bir şey olmamıştır.
فَلَنَسْـَٔلَنَّ الَّذ۪ينَ اُرْسِلَ اِلَيْهِمْ وَلَنَسْـَٔلَنَّ الْمُرْسَل۪ينَۙ ﴿٦
6﴿ Andolsun ki; kendilerine rasûl gönderilmiş olan o kişilere de (elçilerimize tâbi olup olmadıklarını) elbette soracağız. Yemîn olsun; o rasûl olarak gönderilmiş olan kimselere de (ümmetleri tarafından nasıl karşılandıklarını) mutlaka soracağız.
فَلَنَقُصَّنَّ عَلَيْهِمْ بِعِلْمٍ وَمَا كُنَّا غَٓائِب۪ينَ ﴿٧
7﴿ Böylece kasem olsun ki; (peygamberlere de ümmetlerine de) elbette onlara (gizli açık her şey hakkında sâhip olduğumuz dosdoğru ve) mükemmel bir ilimle (tüm yaptıklarını) anlatacağız. Zâten Biz (hiçbir zaman onlardan ve amellerinden) uzakta kal(ıp habersiz ol)anlar değildik.
وَالْوَزْنُ يَوْمَئِذٍۨ الْحَقُّۚ فَمَنْ ثَقُلَتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ﴿٨
8﴿ (Kulların amellerini dosdoğru tartarak) hak (ve adâletin temsilciliğini yapacak) olan o tartı (ve mîzân), işte (Allâh-u Te‘âlâ’nın, peygamberleri ve ümmetleri sorgulayacağı) o günde (gerçekleşecek)dir. Artık kimin tartılan (sevap)ları (günahlarına karşı) ağır gelirse, işte sana! Ancak onlar felâh (ve kurtuluş)a erenlerin ta kendileridir. İmâm-ı Mücâhid gibi bâzı âlimlere göre; burada geçen “Vezn”, kıyâmet gününde kullar arasında verilecek hüküm anlamına gelmekteyse de, müfessirlerin cumhûruna göre bu “Vezn”, tartma anlamında olup kulların amellerinin bir mîzanla tartılmasından ibârettir ki, İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; o terâzinin bir dili iki de kefesi bulunmaktadır, her bir kefe doğu ile batı arası kadardır. Allâh-u Te‘âlâ kullarının uzuvlarını kendi haklarında konuşturup şâhit yapacağı gibi, o mîzânı da adâletle konuşturacaktır. (el-Lâlikâî, Şerhu usûli i‘tikādi Ehli’s-Sünne, rakam:2210, 6/1245; el-Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, rakam:277, 1/447) Ancak ulemâ bu tartının keyfiyeti hakkında birkaç görüş açıklamışlardır:
a) “Sevapların ve günahların yazılı bulunduğu sayfalar tartılacaktır” diyenler, Abdullâh ibnü Amr ibni’l-Âs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edilen şu hadîs-i şerîfi delil getirmişlerdir: “Kıyâmet günü ümmetimden birine bütün yaratılmışların huzûrunda nidâ edilir ve kendisi için, her biri gözün gördüğü kadar uzun sahayı dolduran doksan dokuz sicil açılır. Allâh-u Te‘âlâ bu kişiye, yazıcı meleklerin ona zulmetmediğini ve o dosyalarda yazılı olanları kendisinin yaptığını îtirâf ettirdikten sonra, onca günah karşısında bir sevâbı olup olmadığını sorar. O kişi dehşete kapılarak ‘Yok’ dediyse de Allâh-u Te‘âlâ: ‘Olur mu?! Bizim nezdimizde senin çok hasenelerin var ve bugün sana zulüm yok’ buyurur. Bunun üzerine o kişinin okumuş olduğu bir kelime-i şehâdetin yazılı bulunduğu küçük bir kâğıt parçası çıkarır. O kişi: ‘Yâ Rabbi! Bu kadar dosyanın yanında bu kâğıt parçası ne yapsın?!’ dediğinde, Allâh-u Te‘âlâ tekrar: ‘Sen zulme uğratılmayacaksın’ buyurur. Böylece o günah kefesine konmuş olan doksan dokuz sicile karşılık, o küçük kâğıdın konmuş olduğu sevap kefesi ağır basar ve o kişi kurtulur.” (İbnü Mâce, ez-Zühd:35, rakam:4300, 2/1437; et-Tirmizî, el-Îmân:17, rakam:2639, 5/24)
b) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göreyse; güzel ameller güzel sûrette, kötü ameller de çirkin sûret üzere mahşere getirilerek mîzâna konulacaktır. Böylece Allâh-u Te‘âlâ o sûretlerde, tartılmaya elverişli olacak şekilde bir ağırlık ve hafiflik yaratacaktır. (el-Beyhakî, Şu‘abü’l-îmân, rakam:277, 1/447)

وَمَنْ خَفَّتْ مَوَاز۪ينُهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ بِمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَظْلِمُونَ ﴿٩
9﴿ Ama kimin (îmânı olmadığı için hiçbir iyiliği ı̂tibâra alınmayarak) tartılan (hayır)ları kıymetsiz olursa, işte sana! Bizim âyetlerimize karşı sürekli işlemekte bulunmuş oldukları (inkâr ve) zulüm sebebiyle kendi nefislerini hüsrâna uğrat(ıp ebedî mükâfatlardan mahrum bırak)mış olanlar da ancak onlardır.
وَلَقَدْ مَكَّنَّاكُمْ فِي الْاَرْضِ وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ۟ ﴿١٠
10﴿ Yine andolsun ki; elbette Biz sizi gerçekten yer(yüzün)de yerleştirdik /size yerde güç ve imkân verdik/ ve sizin için orada (yiyecekler ve içecekler gibi) maîşetler (geçim vâsıtaları) yarattık. (Bunca nîmetlerimize karşı) çok az olan bir şeyle şükrediyorsunuz.
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ ﴿١١
11﴿ Yine yemîn olsun ki; şüphesiz sizi(n babanız Âdem’i, ilk olarak şekilsiz bir balçık hâlinde) elbette yarattık, sonra sizi(n babanızı) şekillendirdik, sonra da meleklere: “Âdem’e (bir saygı göstergesi olarak, kıble gibi ona yönelip Bana) secde edin” buyurduk, onlar da hemen secde yaptılar. Ama İblîs müstesnâ; (nitekim) o, secde edenlerden olmadı.