v02.01.25 Geliştirme Notları
A`râf Sûresi
155
Cuz 8
44﴿ Cennet ashâbı, (kendi hâllerinden memnûniyetlerini ifâde etmek üzere, bir de cehennemliklerin durumuna sevinme belirtisi olarak ve ayrıca onların pişmanlıklarını artırmak için) o (cehennem) ateşin(in) sürekli arkadaşlarına: “Gerçekten biz Rabbimizin bize (mükâfat olarak) vaad etmiş olduğu şeyi hak olarak bulduk. Siz de Rabbinizin (size azap olarak) vaad etmiş olduğu şeyi gerçek buldunuz mu?!” diye nidâ etti. Onlar: “Evet! (Biz Rabbimizin tehditlerini hak bulduk)” dediler. Bunun üzerine (cennet ehliyle cehennem halkının tümüne birden ses işittirebilen melekler arasında) çağrıda bulunan biri onların arasında: “Allâh’ın lâneti o zâlimlerin üzerine olsun” diye îlanda bulundu.
45﴿ (Allâh-u Te‘âlâ’nın lânetine çarpılacak olanlar) öyle (zâlim) kimselerdir ki; Allâh’ın (kullarını O’nun) yolu (olan İslâm’a katılmaları)ndan engellemektedirler ve ona (girmek isteyenlere mâni olmak için) bir eğrilik (ve çelişki) ara(yıp, dosdoğru gerçekleri eğri büğrü göstermeye çalış)maktadırlar. Hem de onlar âhireti inkâr eden kimselerdir.”
46﴿ (Cennetliklerle cehennemliklerin) ikisi arasında büyük bir sûr vardır /(cennetle cehennem arasında, birinin diğerine etkisini önleyecek şekilde) büyük bir perde vardır/. (Îmânlı) birtakım adamlar da (amelleri doğrudan cennete girmelerine yeterli olmadığı için Allâh-u Te‘âlâ’nın kendileri hakkında vereceği hükmü beklemek üzere) A‘râf üzerinde (hapsedilmiş)dir ki; onlar (iki fırkadan) her birini (yüzlerinin beyazlığı ve siyahlığı gibi) alâmetleriyle tanırlar. Böylece onlar cennet ashâbına: “Selâm (ve selâmet) sizin üzerinize olsun” diye seslendiler. Ama (cennete girmeye) tama‘ etmekte oldukları hâlde kendileri oraya (henüz) giremediler. Bu sûreye ismini veren “A‘râf” kelimesi; “Yüksek yer” anlamına gelen “Urf” kelimesinin cemîsidir. Burada kastedilen mânâ; cennetle cehennem arasına çekilen sûrun üst tarafındaki burçlardır. Orada bulunacak olan kişilerin kimler olduğu hakkında vârid olan birçok görüşler içerisinden Âlûsî (Rahimehullâh)ın tercih ettiği kavle göre bunlar, cehenneme girmeyecek kadar sevapları bulunan, fakat cennete girmelerine engel olacak kadar da günahları mevcut olan birtakım müminlerdir. İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar bu kişiler orada bekletilecek, sonra Rableri kendilerine tecellî ederek: “Kalkın cennete girin! Şüphesiz ki Ben sizi afv ettim” buyuracaktır. (el-Beyhakî, el-Ba‘s, sh:110; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 9/116)
47﴿ Ama gözleri (gayr-i ihtiyârî olarak) o (cehennem) ateşin(in) dâimî arkadaşları (olan kâfirlerin) cihetine doğru çevrildiği zaman (onların suratlarının siyahlığını ve çektikleri azâbı görünce, Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınmak üzere): “Ey Rabbimiz! Bizi bu (kendilerine) zulmeden (kâfir)ler gürûhuyla birlikte (ateşe düşenlerden) yapma” derler.
48﴿ Yine A‘râf ashâbı kendilerini (yüzlerinin siyahlığı, sûretlerinin çirkinliği ve gözlerinin mâviliği gibi kötü) alâmetleriyle tanımakta oldukları (ve cehennemin ortasında gördükleri Ebû Cehil gibi) birtakım adamlara nidâ edip dediler ki: “(Kötü yolda size uyan kalabalık) toplumunuz /(mal ve mülkü) toplamanız/ ve (hem Hakk’a hem halka karşı) sürekli büyüklük taslamış olmanız (çektiğiniz azaptan) sizi koruyamamıştır /sizin neyinize yaramıştır?!/
49﴿ İşte bunlar mıydı o kimseler ki (fakirliklerinden dolayı hakir görerek): ‘Allâh onlara hiçbir rahmet eriştirmeyecek (dünyâda sefil durumda olan bu kişileri cennete kavuşturmayacak. Cennete ancak yine bizim gibi zenginler girebilir)’ diye yemîn etmiştiniz.” (Derken Allâh-u Te‘âlâ A‘râf üzerinde cennete girmeyi bekleyen o kişilere:)(Haydi) cennete girin! Sizin üzerinize hiçbir korku yoktur ve ancak siz mahzun olmayacaksınız” (buyurur).
50﴿ O ateşin ayrılmaz arkadaşları (cehennemde açlıktan ve susuzluktan kırılınca), cennet ashâbına: “(Sâhip olduğunuz) sudan veyâ Allâh’ın sizi rızıklandırmış olduğu (yiyecek-içecek türü) şeylerden (ne olur) biraz da bizim üzerimize akıtın” diye nidâ etti. Onlar da dediler ki: “Gerçekten Allâh o (yiyecek ve içeceklerin) ikisini de (sizin gibi) kâfirlere yasaklamıştır.
51﴿ O (îmânsız) kimselere (cennetin yiyeceklerini yasaklamıştır) ki; (kendi kafalarından helâller ve haramlar uydurmuş ve uymaları gereken gerçek) dinlerini bir eğlence ve bir oyun (malzemesi) edinmiştiler ve o en alçak (dünyâ) hayât(ının geçici yaldızları ve boş vaatleri) kendilerini aldat(ıp bırak)mıştı.” Artık onlar Bizim âyetlerimizi bile bile sürekli inkâr etmekte bulunmuş olduklarından, bir de (hazırlık yapmaları gereken) işte bu (büyük) günlerine kavuşacakların(a dâir îmân ve ikrâr)ı terk ettikleri için bu (kıyâmet) gün(ü) Biz de onları (azap içerisinde) terk edeceğiz (ve hiçbir isteklerine olumlu cevap vermeyeceğiz).
سُورَةُ الْاَعْرَافِ
الجزء ٨
١٥٥
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّاۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ ﴿٤٤
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ ﴿٤٥
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ ﴿٤٦
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿٤٧
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ ﴿٤٨
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ ﴿٤٩
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ ﴿٥٠
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿٥١
A`râf Sûresi
155
Cuz 8
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْجَنَّةِ اَصْحَابَ النَّارِ اَنْ قَدْ وَجَدْنَا مَا وَعَدَنَا رَبُّنَا حَقًّا فَهَلْ وَجَدْتُمْ مَا وَعَدَ رَبُّكُمْ حَقًّاۜ قَالُوا نَعَمْۚ فَاَذَّنَ مُؤَذِّنٌ بَيْنَهُمْ اَنْ لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ ﴿٤٤
44﴿ Cennet ashâbı, (kendi hâllerinden memnûniyetlerini ifâde etmek üzere, bir de cehennemliklerin durumuna sevinme belirtisi olarak ve ayrıca onların pişmanlıklarını artırmak için) o (cehennem) ateşin(in) sürekli arkadaşlarına: “Gerçekten biz Rabbimizin bize (mükâfat olarak) vaad etmiş olduğu şeyi hak olarak bulduk. Siz de Rabbinizin (size azap olarak) vaad etmiş olduğu şeyi gerçek buldunuz mu?!” diye nidâ etti. Onlar: “Evet! (Biz Rabbimizin tehditlerini hak bulduk)” dediler. Bunun üzerine (cennet ehliyle cehennem halkının tümüne birden ses işittirebilen melekler arasında) çağrıda bulunan biri onların arasında: “Allâh’ın lâneti o zâlimlerin üzerine olsun” diye îlanda bulundu.
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًاۚ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَۜ ﴿٤٥
45﴿ (Allâh-u Te‘âlâ’nın lânetine çarpılacak olanlar) öyle (zâlim) kimselerdir ki; Allâh’ın (kullarını O’nun) yolu (olan İslâm’a katılmaları)ndan engellemektedirler ve ona (girmek isteyenlere mâni olmak için) bir eğrilik (ve çelişki) ara(yıp, dosdoğru gerçekleri eğri büğrü göstermeye çalış)maktadırlar. Hem de onlar âhireti inkâr eden kimselerdir.”
وَبَيْنَهُمَا حِجَابٌۚ وَعَلَى الْاَعْرَافِ رِجَالٌ يَعْرِفُونَ كُلًّا بِس۪يمٰيهُمْۚ وَنَادَوْا اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ سَلَامٌ عَلَيْكُمْ لَمْ يَدْخُلُوهَا وَهُمْ يَطْمَعُونَ ﴿٤٦
46﴿ (Cennetliklerle cehennemliklerin) ikisi arasında büyük bir sûr vardır /(cennetle cehennem arasında, birinin diğerine etkisini önleyecek şekilde) büyük bir perde vardır/. (Îmânlı) birtakım adamlar da (amelleri doğrudan cennete girmelerine yeterli olmadığı için Allâh-u Te‘âlâ’nın kendileri hakkında vereceği hükmü beklemek üzere) A‘râf üzerinde (hapsedilmiş)dir ki; onlar (iki fırkadan) her birini (yüzlerinin beyazlığı ve siyahlığı gibi) alâmetleriyle tanırlar. Böylece onlar cennet ashâbına: “Selâm (ve selâmet) sizin üzerinize olsun” diye seslendiler. Ama (cennete girmeye) tama‘ etmekte oldukları hâlde kendileri oraya (henüz) giremediler. Bu sûreye ismini veren “A‘râf” kelimesi; “Yüksek yer” anlamına gelen “Urf” kelimesinin cemîsidir. Burada kastedilen mânâ; cennetle cehennem arasına çekilen sûrun üst tarafındaki burçlardır. Orada bulunacak olan kişilerin kimler olduğu hakkında vârid olan birçok görüşler içerisinden Âlûsî (Rahimehullâh)ın tercih ettiği kavle göre bunlar, cehenneme girmeyecek kadar sevapları bulunan, fakat cennete girmelerine engel olacak kadar da günahları mevcut olan birtakım müminlerdir. İnsanlar arasında hüküm verilinceye kadar bu kişiler orada bekletilecek, sonra Rableri kendilerine tecellî ederek: “Kalkın cennete girin! Şüphesiz ki Ben sizi afv ettim” buyuracaktır. (el-Beyhakî, el-Ba‘s, sh:110; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 9/116)
وَاِذَا صُرِفَتْ اَبْصَارُهُمْ تِلْقَٓاءَ اَصْحَابِ النَّارِۙ قَالُوا رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿٤٧
47﴿ Ama gözleri (gayr-i ihtiyârî olarak) o (cehennem) ateşin(in) dâimî arkadaşları (olan kâfirlerin) cihetine doğru çevrildiği zaman (onların suratlarının siyahlığını ve çektikleri azâbı görünce, Allâh-u Te‘âlâ’ya sığınmak üzere): “Ey Rabbimiz! Bizi bu (kendilerine) zulmeden (kâfir)ler gürûhuyla birlikte (ateşe düşenlerden) yapma” derler.
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ الْاَعْرَافِ رِجَالًا يَعْرِفُونَهُمْ بِس۪يمٰيهُمْ قَالُوا مَٓا اَغْنٰى عَنْكُمْ جَمْعُكُمْ وَمَا كُنْتُمْ تَسْتَكْبِرُونَ ﴿٤٨
48﴿ Yine A‘râf ashâbı kendilerini (yüzlerinin siyahlığı, sûretlerinin çirkinliği ve gözlerinin mâviliği gibi kötü) alâmetleriyle tanımakta oldukları (ve cehennemin ortasında gördükleri Ebû Cehil gibi) birtakım adamlara nidâ edip dediler ki: “(Kötü yolda size uyan kalabalık) toplumunuz /(mal ve mülkü) toplamanız/ ve (hem Hakk’a hem halka karşı) sürekli büyüklük taslamış olmanız (çektiğiniz azaptan) sizi koruyamamıştır /sizin neyinize yaramıştır?!/
اَهٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ اَقْسَمْتُمْ لَا يَنَالُهُمُ اللّٰهُ بِرَحْمَةٍۜ اُدْخُلُوا الْجَنَّةَ لَا خَوْفٌ عَلَيْكُمْ وَلَٓا اَنْتُمْ تَحْزَنُونَ ﴿٤٩
49﴿ İşte bunlar mıydı o kimseler ki (fakirliklerinden dolayı hakir görerek): ‘Allâh onlara hiçbir rahmet eriştirmeyecek (dünyâda sefil durumda olan bu kişileri cennete kavuşturmayacak. Cennete ancak yine bizim gibi zenginler girebilir)’ diye yemîn etmiştiniz.” (Derken Allâh-u Te‘âlâ A‘râf üzerinde cennete girmeyi bekleyen o kişilere:)(Haydi) cennete girin! Sizin üzerinize hiçbir korku yoktur ve ancak siz mahzun olmayacaksınız” (buyurur).
وَنَادٰٓى اَصْحَابُ النَّارِ اَصْحَابَ الْجَنَّةِ اَنْ اَف۪يضُوا عَلَيْنَا مِنَ الْمَٓاءِ اَوْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۜ قَالُٓوا اِنَّ اللّٰهَ حَرَّمَهُمَا عَلَى الْكَافِر۪ينَۙ ﴿٥٠
50﴿ O ateşin ayrılmaz arkadaşları (cehennemde açlıktan ve susuzluktan kırılınca), cennet ashâbına: “(Sâhip olduğunuz) sudan veyâ Allâh’ın sizi rızıklandırmış olduğu (yiyecek-içecek türü) şeylerden (ne olur) biraz da bizim üzerimize akıtın” diye nidâ etti. Onlar da dediler ki: “Gerçekten Allâh o (yiyecek ve içeceklerin) ikisini de (sizin gibi) kâfirlere yasaklamıştır.
اَلَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَهْوًا وَلَعِبًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَاۚ فَالْيَوْمَ نَنْسٰيهُمْ كَمَا نَسُوا لِقَٓاءَ يَوْمِهِمْ هٰذَاۙ وَمَا كَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿٥١
51﴿ O (îmânsız) kimselere (cennetin yiyeceklerini yasaklamıştır) ki; (kendi kafalarından helâller ve haramlar uydurmuş ve uymaları gereken gerçek) dinlerini bir eğlence ve bir oyun (malzemesi) edinmiştiler ve o en alçak (dünyâ) hayât(ının geçici yaldızları ve boş vaatleri) kendilerini aldat(ıp bırak)mıştı.” Artık onlar Bizim âyetlerimizi bile bile sürekli inkâr etmekte bulunmuş olduklarından, bir de (hazırlık yapmaları gereken) işte bu (büyük) günlerine kavuşacakların(a dâir îmân ve ikrâr)ı terk ettikleri için bu (kıyâmet) gün(ü) Biz de onları (azap içerisinde) terk edeceğiz (ve hiçbir isteklerine olumlu cevap vermeyeceğiz).