v02.01.25 Geliştirme Notları
A`râf Sûresi
156
Cuz 8
52﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz büyük bir hidâyet (ve doğru yol rehberi) ve yüce bir rahmet (eseri) olsun diye elbette o (insa)nlara (Kur’ân-ı Kerîm gibi) çok değerli bir kitap getirdik ve Biz (sâhip olduğumuz ezelî ve) üstün bir ilim üzere onu(n ihtivâ ettiği inanç, hüküm ve nasîhatlerle ilgili âyetleri) bir toplum için ayrıntılı bir şekilde açıkladık ki onlar îmân etmektedirler.
53﴿ O (kâfir ola)nlar (inkârlarında ısrâr ederek Allâh’ın azâbını geri çeviremeyeceklerine göre kendilerine faydalı bir şey yapmıyorlar, bu hâlleriyle onlar) ancak o (Kur’ân’ın tehdit içeren haberlerinin doğruluğu)nu (gösterecek ola)n te’vîlini(n başlarına gelmesini) bekliyorlar. Onun te’vîli (meydana) geleceği gün, daha önce onu (bir kenara bırakıp ona îmânı) terk etmiş olan o kimseler: “Rabbimizin rasülleri gerçekten bize hakkı getirmişti. Şimdi bizim için şefâatçilerden biri var mıdır ki, bize şefâatte bulunsunlar veyâ (dünyâya) geri döndürülür müyüz ki, sürekli yapmakta bulunmuş olduğumuz o (kötü) şeylerden başkasını yapalım?!” diyecek. Şüphesiz ki onlar (ömürlerini kâfirliğe harcayarak) kendilerini zarara uğrattılar ve (“Putlar bizim şefâatçilerimizdir” diye) sürekli uydurmakta bulunmuş oldukları şeyler(in yardımı) onlardan uzaklaşarak kayboldu (gitti).
54﴿ Şüphesiz sizin Rabbiniz ancak O Allâh’tır ki; gökleri ve yeri, güneşi ve ayı ayrıca yıldızları (akıllı canlılar gibi) emir (ve irâdes)ine boyun eğdirilen (ve kendilerinden istenen hiçbir vazîfeyi eksik etmeyen) varlıklar hâlinde (dünyâ günlerinden) altı gün (miktârına denk gelecek vakit)de yaratmıştır. Sonra O (yüce Rabbinizin emir ve yasakları, nurları ve tecellîleri) Arş(a yönelmiş ve böylece Allâh-u Te‘âlâ’nın hükümranlığı en büyük cisim olan Arş dâhil tüm yaratılmışlar)ı istivâ (ve istîlâ) etmiş (hepsine de hükmünü kabûl ettirmiş)tir. O (Allâh-u Te‘âlâ üstün kudretiyle) geceyi gündüze bürü(yüp ört)mektedir ki, o (gündüzün ışığı) koşturulurcasına (gecenin karanlığını gidermek için zulmet üzerine hücum ederek) onu talep (ve tâkip) etmektedir. İyi bilin ki; (dilediklerini) yaratmak ve (istediklerini) emretmek sâdece O’na âittir! Âlemlerin Rabbi olan Allâh dâimâ çok bereket (ve hayır) sâhibi oldu /Allâh dâimâ (bütün noksan sıfatlardan son derece uzak ve) yüce olmuştur/. Bu ve benzeri bâzı âyet-i kerîmeler, “Müteşâbih âyetler”den oldukları için bunları yanlış yorumlayan birçok sapık fırka, -hâşâ- Allâh-u Te‘âlâ’nın gökte olduğunu ve Arş’ın üzerinde oturduğunu iddiâ etmektedirler. Hâlbuki Allâh-u Te‘âlâ bir mekânda olma ve oturma gibi noksan sıfatlardan son derecede münezzehtir. Bu âyetin îzâhı hakkında (ilk üç asır ulemâsı olan) seleften ve (onlardan sonra gelen) haleften iki görüş naklolunmuştur:
a) Selefe göre; “İstivâ” kelimesi, hiç te’vîl edilmeyip: “Allâh-u Te‘âlâ’nın şânına yakışan bir istivâ” ile tefsir edilmiştir.
b) Halefe göre ise: “Allâh-u Te‘âlâ’nın emir ve hükümlerinin Arş’a indirilişi” ya da “Allâh-u Te‘âlâ’nın gücünün, en büyük cisim olan Arş dâhil tüm yaratılmışları istîlâsı” gibi uygun mânâlarla te’vil edilmiştir. Nitekim biz bu iki mânâyı da belirttik.
Selefin mezhebi, mesûliyetten kurtulma bakımından eslem (daha selâmetli) ise de, halefin görüşü, fitnelere kapı açmamak bakımından ahkem (daha kuvvetli)dir. Âyet-i kerîme veyâ hadîs-i şerîflerde Allâh-u Te‘âlâ’ya nispet edilen “Fevkıyyet” ve “Ulviyyet” gibi vasıflardan herhangi biri, Ehl-i Sünnet ulemâsının selef ve halefinin hiçbirine göre, mekân ve mesâfe üstünlüğü gibi mânâlarla îzâh edilmemiş, bilakis sâdece kudret ve kuvvet üstünlüğü ile te’vil edilmiştir. Âyetler içerisinde müteşâbih olanların tefsîr ve te’vîli hakkında ziyâde mâlûmât için bakınız: Âl-i İmrân Sûresi:9; Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 3/330-341 “Allâh-u Te‘âlâ’nın, kullarının fevkınde oluşu” ve “Allâh-u Te‘âlâ’nın mekândan münezzeh oluşu” gibi îtikādî meselelerle ilgili aklî ve naklî birçok delil için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri: 8/418-425, 511-535
55﴿ Rabbinize yalvar(ıp yakar)arak ve (için için) gizlice duâ edin! Şüphesiz ki O (Rabbiniz), (peygamberlik istemek ve göklere çıkarılmayı talep etmek gibi uygunsuz duâlar yaparak ve duâ ederken bağırıp çağırarak) haddi aşanları sevmez (ve onların bu yaptıklarına rızâ göstermez).
56﴿ (Allâh-u Te‘âlâ tarafından peygamberler gönderilip, şerîatlar tâyin edilerek) düzgün hâle getirilişinden sonra (kâfirlik ve zâlimlik yaparak) yer(yüzün)de fesat çıkarmayın. Ayrıca siz (amellerinizin kusurundan dolayı reddolunacağınızdan) korkarak ve (fazl-u keremiyle yalvarışınızı kabûl etmesini) umarak O’na duâ edin. Şüphesiz ki Allâh’ın rahmet (ve icâbet)i (duâlarını vesâir amellerini güzelce yapan) muhsin kimselere çok yakındır.
57﴿ Ancak O, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; rahmetinin (eseri olan yağmurun) önünde müjdeciler olarak rüzgârları göndermektedir. Bilâhare o (rüzgârlar), (tonlarca suyla yüklü) ağır ağır bulutları azımsayarak taşıdığında Biz o (su bulutu)nu (kuraklıktan) ölmüş bir beldeye sevk eder de hemen oraya suyu indiririz, sonra onun sebebiyle ürünlerin hepsinden çıkarırız. (Ey dirilmeyi inkâr eden!) İşte sana! (Ölü toprağı dirilttiğimiz gibi) ölüleri de böylece (kabirlerinden) çıkaracağız. Tâ ki siz iyice düşünesiniz (de, dirilmeye gerçekten îmân edesiniz diye bu âyetleri size açıklıyoruz).
سُورَةُ الْاَعْرَافِ
الجزء ٨
١٥٦
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٢
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿٥٣
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٥٤
اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ ﴿٥٥
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًاۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٦
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٥٧
A`râf Sûresi
156
Cuz 8
وَلَقَدْ جِئْنَاهُمْ بِكِتَابٍ فَصَّلْنَاهُ عَلٰى عِلْمٍ هُدًى وَرَحْمَةً لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿٥٢
52﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz büyük bir hidâyet (ve doğru yol rehberi) ve yüce bir rahmet (eseri) olsun diye elbette o (insa)nlara (Kur’ân-ı Kerîm gibi) çok değerli bir kitap getirdik ve Biz (sâhip olduğumuz ezelî ve) üstün bir ilim üzere onu(n ihtivâ ettiği inanç, hüküm ve nasîhatlerle ilgili âyetleri) bir toplum için ayrıntılı bir şekilde açıkladık ki onlar îmân etmektedirler.
هَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا تَأْو۪يلَهُۜ يَوْمَ يَأْت۪ي تَأْو۪يلُهُ يَقُولُ الَّذ۪ينَ نَسُوهُ مِنْ قَبْلُ قَدْ جَٓاءَتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّۚ فَهَلْ لَنَا مِنْ شُفَعَٓاءَ فَيَشْفَعُوا لَنَٓا اَوْ نُرَدُّ فَنَعْمَلَ غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ قَدْ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ۟ ﴿٥٣
53﴿ O (kâfir ola)nlar (inkârlarında ısrâr ederek Allâh’ın azâbını geri çeviremeyeceklerine göre kendilerine faydalı bir şey yapmıyorlar, bu hâlleriyle onlar) ancak o (Kur’ân’ın tehdit içeren haberlerinin doğruluğu)nu (gösterecek ola)n te’vîlini(n başlarına gelmesini) bekliyorlar. Onun te’vîli (meydana) geleceği gün, daha önce onu (bir kenara bırakıp ona îmânı) terk etmiş olan o kimseler: “Rabbimizin rasülleri gerçekten bize hakkı getirmişti. Şimdi bizim için şefâatçilerden biri var mıdır ki, bize şefâatte bulunsunlar veyâ (dünyâya) geri döndürülür müyüz ki, sürekli yapmakta bulunmuş olduğumuz o (kötü) şeylerden başkasını yapalım?!” diyecek. Şüphesiz ki onlar (ömürlerini kâfirliğe harcayarak) kendilerini zarara uğrattılar ve (“Putlar bizim şefâatçilerimizdir” diye) sürekli uydurmakta bulunmuş oldukları şeyler(in yardımı) onlardan uzaklaşarak kayboldu (gitti).
اِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَث۪يثًاۙ وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِاَمْرِه۪ۜ اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٥٤
54﴿ Şüphesiz sizin Rabbiniz ancak O Allâh’tır ki; gökleri ve yeri, güneşi ve ayı ayrıca yıldızları (akıllı canlılar gibi) emir (ve irâdes)ine boyun eğdirilen (ve kendilerinden istenen hiçbir vazîfeyi eksik etmeyen) varlıklar hâlinde (dünyâ günlerinden) altı gün (miktârına denk gelecek vakit)de yaratmıştır. Sonra O (yüce Rabbinizin emir ve yasakları, nurları ve tecellîleri) Arş(a yönelmiş ve böylece Allâh-u Te‘âlâ’nın hükümranlığı en büyük cisim olan Arş dâhil tüm yaratılmışlar)ı istivâ (ve istîlâ) etmiş (hepsine de hükmünü kabûl ettirmiş)tir. O (Allâh-u Te‘âlâ üstün kudretiyle) geceyi gündüze bürü(yüp ört)mektedir ki, o (gündüzün ışığı) koşturulurcasına (gecenin karanlığını gidermek için zulmet üzerine hücum ederek) onu talep (ve tâkip) etmektedir. İyi bilin ki; (dilediklerini) yaratmak ve (istediklerini) emretmek sâdece O’na âittir! Âlemlerin Rabbi olan Allâh dâimâ çok bereket (ve hayır) sâhibi oldu /Allâh dâimâ (bütün noksan sıfatlardan son derece uzak ve) yüce olmuştur/. Bu ve benzeri bâzı âyet-i kerîmeler, “Müteşâbih âyetler”den oldukları için bunları yanlış yorumlayan birçok sapık fırka, -hâşâ- Allâh-u Te‘âlâ’nın gökte olduğunu ve Arş’ın üzerinde oturduğunu iddiâ etmektedirler. Hâlbuki Allâh-u Te‘âlâ bir mekânda olma ve oturma gibi noksan sıfatlardan son derecede münezzehtir. Bu âyetin îzâhı hakkında (ilk üç asır ulemâsı olan) seleften ve (onlardan sonra gelen) haleften iki görüş naklolunmuştur:
a) Selefe göre; “İstivâ” kelimesi, hiç te’vîl edilmeyip: “Allâh-u Te‘âlâ’nın şânına yakışan bir istivâ” ile tefsir edilmiştir.
b) Halefe göre ise: “Allâh-u Te‘âlâ’nın emir ve hükümlerinin Arş’a indirilişi” ya da “Allâh-u Te‘âlâ’nın gücünün, en büyük cisim olan Arş dâhil tüm yaratılmışları istîlâsı” gibi uygun mânâlarla te’vil edilmiştir. Nitekim biz bu iki mânâyı da belirttik.
Selefin mezhebi, mesûliyetten kurtulma bakımından eslem (daha selâmetli) ise de, halefin görüşü, fitnelere kapı açmamak bakımından ahkem (daha kuvvetli)dir. Âyet-i kerîme veyâ hadîs-i şerîflerde Allâh-u Te‘âlâ’ya nispet edilen “Fevkıyyet” ve “Ulviyyet” gibi vasıflardan herhangi biri, Ehl-i Sünnet ulemâsının selef ve halefinin hiçbirine göre, mekân ve mesâfe üstünlüğü gibi mânâlarla îzâh edilmemiş, bilakis sâdece kudret ve kuvvet üstünlüğü ile te’vil edilmiştir. Âyetler içerisinde müteşâbih olanların tefsîr ve te’vîli hakkında ziyâde mâlûmât için bakınız: Âl-i İmrân Sûresi:9; Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 3/330-341 “Allâh-u Te‘âlâ’nın, kullarının fevkınde oluşu” ve “Allâh-u Te‘âlâ’nın mekândan münezzeh oluşu” gibi îtikādî meselelerle ilgili aklî ve naklî birçok delil için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri: 8/418-425, 511-535

اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةًۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَۚ ﴿٥٥
55﴿ Rabbinize yalvar(ıp yakar)arak ve (için için) gizlice duâ edin! Şüphesiz ki O (Rabbiniz), (peygamberlik istemek ve göklere çıkarılmayı talep etmek gibi uygunsuz duâlar yaparak ve duâ ederken bağırıp çağırarak) haddi aşanları sevmez (ve onların bu yaptıklarına rızâ göstermez).
وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَا وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًاۜ اِنَّ رَحْمَتَ اللّٰهِ قَر۪يبٌ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٦
56﴿ (Allâh-u Te‘âlâ tarafından peygamberler gönderilip, şerîatlar tâyin edilerek) düzgün hâle getirilişinden sonra (kâfirlik ve zâlimlik yaparak) yer(yüzün)de fesat çıkarmayın. Ayrıca siz (amellerinizin kusurundan dolayı reddolunacağınızdan) korkarak ve (fazl-u keremiyle yalvarışınızı kabûl etmesini) umarak O’na duâ edin. Şüphesiz ki Allâh’ın rahmet (ve icâbet)i (duâlarını vesâir amellerini güzelce yapan) muhsin kimselere çok yakındır.
وَهُوَ الَّذ۪ي يُرْسِلُ الرِّيَاحَ بُشْرًا بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَٓا اَقَلَّتْ سَحَابًا ثِقَالًا سُقْنَاهُ لِبَلَدٍ مَيِّتٍ فَاَنْزَلْنَا بِهِ الْمَٓاءَ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِۜ كَذٰلِكَ نُخْرِجُ الْمَوْتٰى لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ ﴿٥٧
57﴿ Ancak O, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; rahmetinin (eseri olan yağmurun) önünde müjdeciler olarak rüzgârları göndermektedir. Bilâhare o (rüzgârlar), (tonlarca suyla yüklü) ağır ağır bulutları azımsayarak taşıdığında Biz o (su bulutu)nu (kuraklıktan) ölmüş bir beldeye sevk eder de hemen oraya suyu indiririz, sonra onun sebebiyle ürünlerin hepsinden çıkarırız. (Ey dirilmeyi inkâr eden!) İşte sana! (Ölü toprağı dirilttiğimiz gibi) ölüleri de böylece (kabirlerinden) çıkaracağız. Tâ ki siz iyice düşünesiniz (de, dirilmeye gerçekten îmân edesiniz diye bu âyetleri size açıklıyoruz).