v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
16
Cuz 1
106﴿ Biz herhangi bir âyeti(n lafzını yâhut hükmünü veyâ her ikisinin geçerliliğini kaldırarak onu) neshedersek veyâ (hâfızalardan silerek) onu unutturursak, (onun yerine, hem kullara fayda ve kolaylık açısından, hem de sevap bakımından) ondan daha iyisini veyâ (yükümlülük ve sevap kazandırma yönünden) onun (bir) benzerini getiririz. (Habîbim!) Bilmedin mi ki; gerçekten Allâh (emretme, yasaklama, değiştirme ve hükümsüz kılma dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir?! Kur’ân’da ve Sünnet’te geçerli olan “Nesh” konusu “Şer‘î bir hükmün, Allâh-u Te‘âlâ tarafından tümüyle kaldırılması veyâ misliyle yâhut daha iyisiyle değiştirilmesi” anlamına gelmektedir. Meselâ Bakara Sûre-i Celîlesi’nin 180. âyet-i kerîmesinde: “Ardından mal bırakacak kişinin, o maldan ne kadar pay alacakları husûsunda ana-babasına ve akrabâsına vasiyette bulunmasının farz olduğu” açıkça bildirilmiştir. Ama daha sonra “Mîras âyetleri” olarak anılan; Nisâ Sûresi’nin 11 ve 12. âyet-i kerîmelerinin indirilişiyle, herkesin ne alacağı taksim edilmiş ve böylece ölecek kişinin kafasına göre vasiyet yapmasının farziyeti kaldırılmıştır. Yine böylece kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a döndürülüşü de neshin örneklerindendir. Bu konuda misalleri çoğaltabiliriz. Konunun ehemmiyetinden dolayı âlimler: “Nâsih ve mensûhu bilmeyen kimselerin âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler okuyarak vaaz etmeleri câiz değildir” demişlerdir. Allâh-u Te‘âlâ neyi ne zamâna kadar ne sebeple geçerli kılacağını, ne zamanda neyi hangi hikmetle hükümsüz kılacağını ezelî ilmiyle bildiği için nesh, Allâh-u Te‘âlâ’nın ilminde ve takdîrinde vukû bulan bir değişiklik olarak görülemez, bilakis bu hükümler, ferdin ve toplumun menfaatleri gözetilerek zaman ve zemine göre değişebilecek şekilde takdir edilmiştir. Ancak şu bilinmelidir ki; nesh sâdece emir ve yasaklarda geçerlidir, ama haber ve kıssa niteliğindeki konularda geçerliliği düşünülemez. Neshin şekilleri, örnekleri ve hikmetleri husûsunda geniş mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 1/502-507
107﴿ (Ey mümin kişi!) Bilmedin mi ki; gerçekten Allâh; göklerin ve yerin mülkü (saltanatı ve yönetim yetkisi) sâdece O’na âittir. (Dolayısıyla O bir hükmü kaldırıp diğerini getirme gibi konularda istediğini yapma imkânına sâhiptir. O’na îtirâz etmeniz durumunda) zâten sizler için Allâh’tan başka hiçbir dost yoktur, hiçbir yardımcı da yoktur.
108﴿ (Ey müşrikler!) Yoksa bundan önce Mûsâ’dan (Allâh’ı açıkça göstermesi gibi uygunsuz şeyler) istendiği gibi, siz de (“Safâ Dağı’nı altın yap, Mekke arâzisini genişlet” diyerek) Rasûlünüzden (inadına) istekte bulunmanızı mı arzuluyorsunuz? Ama her kim (kendisine gösterilen mûcizeleri yalanlayıp, başka şeyler istemeye kalkışarak) îmânı inkârla değiştirirse, muhakkak ki o kişi (hak peygamberi bulup mûcizeler gördüğü için îmân etmesi gerekirken, kâfirliği seçtiğinden dolayı kendisini hak ve hakîkata kavuşturacak olan doğru yoldan) sapmıştır.
109﴿ Ehl-i Kitap’tan birçoğu o (Tevrat’ta zikredilen sıfatlarıyla ve gösterdiği mûcizelerle, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in) hak (peygamber olduğu) kendilerine açıkça belirdikten sonra (îmân edecekleri yerde) kendi nefisleri tarafından (kaynaklanan) büyük bir kıskançlık nedeniyle, îmânınızın ardından sizi (de mürtet) kâfirler (hâlin)e döndürseler istedi(ler). (Şimdilik kâfirlerle uğraşmaya gücünüz yoktur.) Öyleyse Allâh, (cihâd) emrini getirinceye kadar (onların yaptıkları cehâlet ve düşmanlığı bir zaman için) afv edin ve (onları tahrik edecek şeylerden) yüz çevirin. Şüphesiz ki Allâh (onlardan intikam almak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
110﴿ (Ey müminler!) Bir de siz (kâfirlerle cihâd etme kuvvetini kazanana kadar, gücünüzü aşan cihatlara kalkışmayıp, elinizden geleni yapmaya bakın da) o (farz) namazları dosdoğru kılın, zekâtı da verin. Zâten kendi nefisleriniz için hayır(lı olan ibâdet ve tâatlar)-dan neyi takdîm ederseniz, onu(n ecir ve sevâbını) Allâh nezdinde (kat kat fazlasıyla) bulacaksınız. Şüphesiz ki Allâh sizin yapmakta olduklarınızı (hakkıyla gören bir) Basîr’dir. (Bu yüzden hiçbir kimsenin ameli O’nun nezdinde zâyi olmaz.)
111﴿ O (Yahûdî ve Hristiya)nlar(dan her bir fırka, kendi dinlerine mensup olmayanların cennete giremeyeceği iddiâsıyla): “Yahûdîler(den) yâhut Hristiyanlar(dan) olmuş kimselerden başkası aslâ cennete giremeyecektir” dediler (ki böylece onlar birbirlerinin de cennete giremeyeceğini savunmuş oldular). İşte sana! (Habîbim!) Bu (tür iddiâlar), onların asılsız temennîleridir. De ki: “Haydi delîlinizi getirin. Eğer siz doğru söyleyen kimseler olduysanız (bunu ispatlamanız gerekir).”
112﴿ Hayır; (siz cennetin özel sâhipleri olmak bir yana, Müslüman olmadıkça aslâ cennete giremeyeceksiniz. Zîrâ) her kim (Kur’ân’ı tasdîk ederek ve Allâh-u Te‘âlâ’yı görür gibi bir hâl takınıp sâlih ve) güzel amel(ler) işleyen biri olarak kendisini Allâh(ın dîninin ahkâmın)a teslim ederse, artık Rabbi nezdinde (hak ettiği) ecri (ve sevâbı) ona âittir. (Böylece o kişi Rabbinin cennetine girecek ve cemâlini görecektir.) Ayrıca (âhirette) onlar üzerine hiçbir korku yoktur ve ancak onlar (daha iyisini kazandıkları için dünyâ nîmetini kaybettiklerine eseflenerek) mahzun olmayacaklardır.
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ١
١٦
مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَٓا اَوْ مِثْلِهَاۜ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١٠٦
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿١٠٧
اَمْ تُر۪يدُونَ اَنْ تَسْـَٔلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ ﴿١٠٨
وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّارًاۚ حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١٠٩
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿١١٠
وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿١١١
بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟ ﴿١١٢
Bakara Sûresi
16
Cuz 1
مَا نَنْسَخْ مِنْ اٰيَةٍ اَوْ نُنْسِهَا نَأْتِ بِخَيْرٍ مِنْهَٓا اَوْ مِثْلِهَاۜ اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١٠٦
106﴿ Biz herhangi bir âyeti(n lafzını yâhut hükmünü veyâ her ikisinin geçerliliğini kaldırarak onu) neshedersek veyâ (hâfızalardan silerek) onu unutturursak, (onun yerine, hem kullara fayda ve kolaylık açısından, hem de sevap bakımından) ondan daha iyisini veyâ (yükümlülük ve sevap kazandırma yönünden) onun (bir) benzerini getiririz. (Habîbim!) Bilmedin mi ki; gerçekten Allâh (emretme, yasaklama, değiştirme ve hükümsüz kılma dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir?! Kur’ân’da ve Sünnet’te geçerli olan “Nesh” konusu “Şer‘î bir hükmün, Allâh-u Te‘âlâ tarafından tümüyle kaldırılması veyâ misliyle yâhut daha iyisiyle değiştirilmesi” anlamına gelmektedir. Meselâ Bakara Sûre-i Celîlesi’nin 180. âyet-i kerîmesinde: “Ardından mal bırakacak kişinin, o maldan ne kadar pay alacakları husûsunda ana-babasına ve akrabâsına vasiyette bulunmasının farz olduğu” açıkça bildirilmiştir. Ama daha sonra “Mîras âyetleri” olarak anılan; Nisâ Sûresi’nin 11 ve 12. âyet-i kerîmelerinin indirilişiyle, herkesin ne alacağı taksim edilmiş ve böylece ölecek kişinin kafasına göre vasiyet yapmasının farziyeti kaldırılmıştır. Yine böylece kıblenin Mescid-i Aksâ’dan Mescid-i Harâm’a döndürülüşü de neshin örneklerindendir. Bu konuda misalleri çoğaltabiliriz. Konunun ehemmiyetinden dolayı âlimler: “Nâsih ve mensûhu bilmeyen kimselerin âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler okuyarak vaaz etmeleri câiz değildir” demişlerdir. Allâh-u Te‘âlâ neyi ne zamâna kadar ne sebeple geçerli kılacağını, ne zamanda neyi hangi hikmetle hükümsüz kılacağını ezelî ilmiyle bildiği için nesh, Allâh-u Te‘âlâ’nın ilminde ve takdîrinde vukû bulan bir değişiklik olarak görülemez, bilakis bu hükümler, ferdin ve toplumun menfaatleri gözetilerek zaman ve zemine göre değişebilecek şekilde takdir edilmiştir. Ancak şu bilinmelidir ki; nesh sâdece emir ve yasaklarda geçerlidir, ama haber ve kıssa niteliğindeki konularda geçerliliği düşünülemez. Neshin şekilleri, örnekleri ve hikmetleri husûsunda geniş mâlûmât için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 1/502-507
اَلَمْ تَعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿١٠٧
107﴿ (Ey mümin kişi!) Bilmedin mi ki; gerçekten Allâh; göklerin ve yerin mülkü (saltanatı ve yönetim yetkisi) sâdece O’na âittir. (Dolayısıyla O bir hükmü kaldırıp diğerini getirme gibi konularda istediğini yapma imkânına sâhiptir. O’na îtirâz etmeniz durumunda) zâten sizler için Allâh’tan başka hiçbir dost yoktur, hiçbir yardımcı da yoktur.
اَمْ تُر۪يدُونَ اَنْ تَسْـَٔلُوا رَسُولَكُمْ كَمَا سُئِلَ مُوسٰى مِنْ قَبْلُۜ وَمَنْ يَتَبَدَّلِ الْكُفْرَ بِالْا۪يمَانِ فَقَدْ ضَلَّ سَوَٓاءَ السَّب۪يلِ ﴿١٠٨
108﴿ (Ey müşrikler!) Yoksa bundan önce Mûsâ’dan (Allâh’ı açıkça göstermesi gibi uygunsuz şeyler) istendiği gibi, siz de (“Safâ Dağı’nı altın yap, Mekke arâzisini genişlet” diyerek) Rasûlünüzden (inadına) istekte bulunmanızı mı arzuluyorsunuz? Ama her kim (kendisine gösterilen mûcizeleri yalanlayıp, başka şeyler istemeye kalkışarak) îmânı inkârla değiştirirse, muhakkak ki o kişi (hak peygamberi bulup mûcizeler gördüğü için îmân etmesi gerekirken, kâfirliği seçtiğinden dolayı kendisini hak ve hakîkata kavuşturacak olan doğru yoldan) sapmıştır.
وَدَّ كَث۪يرٌ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ لَوْ يَرُدُّونَكُمْ مِنْ بَعْدِ ا۪يمَانِكُمْ كُفَّارًاۚ حَسَدًا مِنْ عِنْدِ اَنْفُسِهِمْ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُمُ الْحَقُّۚ فَاعْفُوا وَاصْفَحُوا حَتّٰى يَأْتِيَ اللّٰهُ بِاَمْرِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١٠٩
109﴿ Ehl-i Kitap’tan birçoğu o (Tevrat’ta zikredilen sıfatlarıyla ve gösterdiği mûcizelerle, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in) hak (peygamber olduğu) kendilerine açıkça belirdikten sonra (îmân edecekleri yerde) kendi nefisleri tarafından (kaynaklanan) büyük bir kıskançlık nedeniyle, îmânınızın ardından sizi (de mürtet) kâfirler (hâlin)e döndürseler istedi(ler). (Şimdilik kâfirlerle uğraşmaya gücünüz yoktur.) Öyleyse Allâh, (cihâd) emrini getirinceye kadar (onların yaptıkları cehâlet ve düşmanlığı bir zaman için) afv edin ve (onları tahrik edecek şeylerden) yüz çevirin. Şüphesiz ki Allâh (onlardan intikam almak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿١١٠
110﴿ (Ey müminler!) Bir de siz (kâfirlerle cihâd etme kuvvetini kazanana kadar, gücünüzü aşan cihatlara kalkışmayıp, elinizden geleni yapmaya bakın da) o (farz) namazları dosdoğru kılın, zekâtı da verin. Zâten kendi nefisleriniz için hayır(lı olan ibâdet ve tâatlar)-dan neyi takdîm ederseniz, onu(n ecir ve sevâbını) Allâh nezdinde (kat kat fazlasıyla) bulacaksınız. Şüphesiz ki Allâh sizin yapmakta olduklarınızı (hakkıyla gören bir) Basîr’dir. (Bu yüzden hiçbir kimsenin ameli O’nun nezdinde zâyi olmaz.)
وَقَالُوا لَنْ يَدْخُلَ الْجَنَّةَ اِلَّا مَنْ كَانَ هُودًا اَوْ نَصَارٰىۜ تِلْكَ اَمَانِيُّهُمْۜ قُلْ هَاتُوا بُرْهَانَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿١١١
111﴿ O (Yahûdî ve Hristiya)nlar(dan her bir fırka, kendi dinlerine mensup olmayanların cennete giremeyeceği iddiâsıyla): “Yahûdîler(den) yâhut Hristiyanlar(dan) olmuş kimselerden başkası aslâ cennete giremeyecektir” dediler (ki böylece onlar birbirlerinin de cennete giremeyeceğini savunmuş oldular). İşte sana! (Habîbim!) Bu (tür iddiâlar), onların asılsız temennîleridir. De ki: “Haydi delîlinizi getirin. Eğer siz doğru söyleyen kimseler olduysanız (bunu ispatlamanız gerekir).”
بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟ ﴿١١٢
112﴿ Hayır; (siz cennetin özel sâhipleri olmak bir yana, Müslüman olmadıkça aslâ cennete giremeyeceksiniz. Zîrâ) her kim (Kur’ân’ı tasdîk ederek ve Allâh-u Te‘âlâ’yı görür gibi bir hâl takınıp sâlih ve) güzel amel(ler) işleyen biri olarak kendisini Allâh(ın dîninin ahkâmın)a teslim ederse, artık Rabbi nezdinde (hak ettiği) ecri (ve sevâbı) ona âittir. (Böylece o kişi Rabbinin cennetine girecek ve cemâlini görecektir.) Ayrıca (âhirette) onlar üzerine hiçbir korku yoktur ve ancak onlar (daha iyisini kazandıkları için dünyâ nîmetini kaybettiklerine eseflenerek) mahzun olmayacaklardır.