HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُالْاَعْرَافِ  ١٦٥ 
الجزء ٩

فَاِذَا جَٓاءَتْهُمُ الْحَسَنَةُ قَالُوا لَنَا هٰذِه۪ۚ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَطَّيَّرُوا بِمُوسٰى وَمَنْ مَعَهُۜ اَلَٓا اِنَّمَا طَٓائِرُهُمْ عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿ ١٣١ ﴾ وَقَالُوا مَهْمَا تَأْتِنَا بِه۪ مِنْ اٰيَةٍ لِتَسْحَرَنَا بِهَاۙ فَمَا نَحْنُ لَكَ بِمُؤْمِن۪ينَ ﴿ ١٣٢ ﴾ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الطُّوفَانَ وَالْجَرَادَ وَالْقُمَّلَ وَالضَّفَادِعَ وَالدَّمَ اٰيَاتٍ مُفَصَّلَاتٍ فَاسْتَكْبَرُوا وَكَانُوا قَوْمًا مُجْرِم۪ينَ ﴿ ١٣٣ ﴾ وَلَمَّا وَقَعَ عَلَيْهِمُ الرِّجْزُ قَالُوا يَا مُوسَى ادْعُ لَنَا رَبَّكَ بِمَا عَهِدَ عِنْدَكَۚ لَئِنْ كَشَفْتَ عَنَّا الرِّجْزَ لَنُؤْمِنَنَّ لَكَ وَلَنُرْسِلَنَّ مَعَكَ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ ﴿ ١٣٤ ﴾ فَلَمَّا كَشَفْنَا عَنْهُمُ الرِّجْزَ اِلٰٓى اَجَلٍ هُمْ بَالِغُوهُ اِذَا هُمْ يَنْكُثُونَ ﴿ ١٣٥ ﴾ فَانْتَقَمْنَا مِنْهُمْ فَاَغْرَقْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ بِاَنَّهُمْ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَكَانُوا عَنْهَا غَافِل۪ينَ ﴿ ١٣٦ ﴾ وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ الْحُسْنٰى عَلٰى بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ بِمَا صَبَرُواۜ وَدَمَّرْنَا مَا كَانَ يَصْنَعُ فِرْعَوْنُ وَقَوْمُهُ وَمَا كَانُوا يَعْرِشُونَ ﴿ ١٣٧ ﴾

سُورَةُالْاَعْرَافِ  ١٦٥ 
الجزء ٩
A`râf Sûresi  165 
Cüz  9

131  Fakat onlara (sağlık ve bolluk gibi) güzelbir şey gelince (bunu kendilerinin hak ettiği iddiasıyla): “İşte bu bize âittir!” derlerdi, kendilerine (hastalık ve kıtlık gibi) kötü bir şey çarpınca da (: “Bu felaketler başımıza Mûsâ ve adamları yüzünden geldi!” diyerek) Mûsâ ve beraberinde olanlarla uğursuzlanırlardı. Bilesiniz ki; onların (bolluk, darlık, hayır ve şer gibi tüm) talih (ve nasip)leri ancak Allâh katındadır (, do layısıyla bütün bunlar kimsenin etkisi olmaksızın sade ce O’nun hükmü ve dilemesiyle kendilerine ulaşmakta dır)uğursuzlukları ancak (imansızlıkları sebebiyle) Allâh katında (takdir edilip yazılmış)dır. Velâkin onların çoğu (bu hakikati) bilmezler (de bu yüzden bilip bilmeden konuşurlar).

132  (Firavun’un kavmi olan Kıptî`ler bunca mûcize leri gördükten ve inkâr larına karşı türlü türlü belalara çarptırıldıktan sonra hâlâ kâfirliği ve inadı bırakmaya rak) dediler ki: “Bizi kendisiyle büyüley(ip dinimizden döndür) e bilmen için her ne âyet (ve mucize) getirsen de, biz asla sana inanıcılar olmayacağız!”

133  (Hiddetli bir mizaca sahip olan ve duası müstecab olan Mûsâ (Aleyhisselâm)ın, bu inatçılık ve inkâr karşısında yaptığı beddua neticesinde) Biz de hemen onlar üzerine, (zaman bakımından) ayrı ayrı(ilâhî bir mucize oluşu hususunda şüphe edilemeyecek kadar) açık seçik âyet (ve mucize)ler olmak üzere tufanı, çekirgeleri, (buğday güvesi, pire ve kene gibi) haşereleri, kurbağaları ve kanı gönderdik. Yine de (onlara inanmaktan) büyüklendiler ve suçlular toplumu ol(makta dâim ol)dular.
İbni Abbâs, Sa’îd ibni Cübeyr ve Katâde (Radı yallâhu anhüm) gibi birçok zevâtın müşterek rivayetlerine göre; sihirbazlar iman edip Firavun mağlup olarak dönünce, o ve kavmi kâfirlikte ısrara karar verdiler. Bunun üzerine Allâh-u Te`âlâ azap âyetlerini üzerlerine peş peşe göndermeye başladı. Evvela onları kıtlık ve mahsullerde noksanlıkla yakaladı, fakat iman etmemeleri üzerine Mûsâ (Aleyhisselâm) beddua yapınca bu âyet-i kerîmede zikredilen sıra üzere belalar üzerlerine yağmaya başladı. İlk önce sekiz gün süren şiddetli bir karanlık içerisinde öyle yağmur yağdı ki kimse evinden çıkamadı, su evlerin içerilerine dolup boğazlarına kadar ulaştı. İsrâiloğullarının evleri onlarla iç içe olduğu halde onların evine bir damla düşmedi. Bunun üzerine Mûsâ (Aleyhisselâm)`a müracaat ederek bir sonraki âyet-i kerîmede beyan edildiği üzere ondan dua istediler ve iman sözü verdiler, fakat dua neticesinde bela kalkmasına rağmen iman etmemeleri üzerine bu sefer Allâh-u Te`âlâ, onlara çekirge sürüleri musallat ederek elbiselerine varıncaya kadar, kapılarını, tavanlarını ve bütün ekinlerini yedirtti. Tekrar Mûsâ (Aleyhisselâm)`a müracaat ettiler, o da sahraya çıkarak asâsıyla doğu ve batı tarafına doğru işaret edince çekirgeler geldikleri taraflara döndüler. Onlar yine iman etmeyince bu sefer Allâh-u Te`âlâ, üzerlerine haşarat sürüleri musallat etti, onlar da çekirgelerin bıraktığı ne varsa yediler, yemeklerinin içine, hatta elbiseleriyle derilerinin arasına kadar girip derilerini emdiler. Onlar yine Mûsâ (Aleyhisselâm)`dan dua istediler, bela kalktığında ise: “Bu sefer gerçekten senin sihirbaz olduğuna kanaat getirdik!” dediler. Sonra Allâh-u Te`âlâ, üzerlerine kurbağaları yolladı, o derece ki hangi elbise ve yemek açılacak olsa içerisinde kurbağa bulunuyordu, yatakları onlarla doldu, kaynayan kazanlarına sıçrıyorlardı, hatta konuşurken ağızlarına giriyorlardı. Yine Mûsâ (Aleyhisselâm)`a yalvardılar, bu sefer kendilerinden kuvvetli söz aldı ve duaya sarıldı, Allâh-u Te’âlâ da belayı açınca yine sözü bozdular. O zaman Allâh-u Te`âlâ, üzerlerine kan gönderdi, böylece bütün suları kana dönüştü, o kadar ki, bir Kıptî ile İsrâîlî aynı kaptan içecek olsalar, Kıptî’nin tarafı kan, İsrâîlî’nin tarafı ise su oluyordu. Hatta Kıptî, İsrâîlî’nin ağzından suyu emiyordu da ağzında kana dönüşüyordu. (Beyzâvî, Nesefî, Hâzin, Âlûsî)

134  (Anlatılan) bu murdar azap(lar) üzerlerine çökünce (, her defasında): “Ey Mûsâ! Senin yanında bulunan (peygamberlik mertebesi ve dualarının kabu lüne dâir) ahdi hürmetine bizim için Rabbine yalvar! Kasem olsun; eğer bu pis azâb(lar)ı (dualarınla) bizden açacak olursan, yemin olsun ki; elbette sa na inanacağız ve andolsun ki; İsrâiloğullarını senin le birlikte (mukaddes topraklara) mutlaka yollaya cağız!” dediler.

135  Ama (Mûsâ (Aleyhisselâm)ın duasıyla) Biz onla rın (ölüm sonrası) kendisin(d)e (ebedî azâba) ulaşa cakları bir müddete kadar o pis azâbı onlardan ne zaman açtıysak, birdenbire onlar (verdikleri sözü) bozuyorlardı.

136  Biz de onlardan intikam al(mayı arzula) dık da, böylece kendilerini o derin deniz (olan Kızılde niz)dedalga(lar) içinde boğduk, çünkü onlar ger çekten âyet lerimizi yalanlamıştılar ve onlardan (yüz çeviren, hattâ inceleme lüzumu bile hissetmeyen) gâfil kimseler olmuştular.

137  (Öteden beri oğulları boğazlanarak ve zor iş lerde köle olarak çalıştırılmak suretiyle hor görülüp) zayıf tutulmakta bulunmuş olan o (Benî İsrâîl) toplu mu(nu) ise, (bol rızıklara sahip bulunması ve peygam berlerin meskeni olması münasebetiyle maddeten ve ma nen) kendisinde bereketler yarattığımız o (Beyt-i Mukaddes) arazi(si)nin doğularına ve batılarına (düşen Şam ve Mısır topraklarının tümüne) mirasçı kıldık. İşte (zorluklara) sabretmeleri sebebiyle İsrâiloğul ları üzerine Rabbinin o en güzel (yardım ve iktidar) sözü tamamlanmış oldu. Böylece Biz Firavun’un ve kavminin sanat eseri olarak yapmakta bulunmuş olduğu (köşk ve saray gibi) şeyleri de, (evlerinin tavan ları ve bağlarbahçeler gibi) çardak yapmakta bulun muş oldukları(Hâmân’ın yaptığı köşk gibi) yüksekçe inşa ettikleri şeyleri de tamamen harap ettik.

A`râf Sûresi  165 
Cüz  9
cihanyamaneren