v02.01.25 Geliştirme Notları
A`râf Sûresi
168
Cuz 9
150﴿ Mûsâ (Tûr Dağı’nda bulunuyorken Sâmirî’nin, ümmetini buzağıya taptırarak saptırdığını Allâh-u Te‘âlâ’dan öğrenip) kızgın ve son derece üzgün bir şekilde kavmine döndüğü zaman (yerine bıraktığı ağabeyi Hârûn (Aleyhisselâm) ve berâberindeki müminlere): “Ardımdan benim yerime geçmeniz ne kötü bir şey oldu (ki, bunların Allâh-u Te‘âlâ’yı bırakıp buzağıya tapmalarına engel olamadınız). Rabbinizin (kırk gece bitiminde size Tevrât getireceğime dâir) emir (ve vaad)ini mi (çiğneyip) geç(erek buzağıya ibâdet et)tiniz?!” dedi. Böylece (Allâh için öfkesi çok şiddetli olan Mûsâ (Aleyhisselâm) dînî gayret ve hamiyetinden dolayı) o (Tevrât) levhalar(ın)ı (gayr-i ihtiyârî olarak aceleyle yere) bıraktı ve (o sırada) kardeşinin (bu hususta gevşeklik yaptığı zannıyla) başını tutup onu kendisine doğru çekiyordu. O (Hârûn (Aleyhisselâm) onun bu düşüncesini gidermek için) dedi ki: “Ey anam oğlu! Şüphesiz ki bu toplum (yardımcılarımın azlığından dolayı) beni güçsüz bıraktılar ve (kendilerini bu şirkten nehyettiğimde) beni öldürmeye çok yanaştılar. Sen de (onların gözü önünde bana böyle davranarak) o düşmanları bana (yaptığına) sevindirme ve beni o zâlimler toplumuyla birlikte sayma.”
151﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm) kardeşinin bu özrünü işitince) dedi ki: “Ey Rabbim! Beni(m anlayıp dinlemeden kardeşime böyle davranmamı) ve (eğer vazîfesinde bir gevşeklik yaptıysa da) kardeşimi bağışla ve bizi (hep birlikte) rahmetinin içerisine girdir. Zâten ancak Sen acıyanların en merhametlisisin.”
152﴿ Şüphesiz o (Sâmirî gibi sapık) kimseler ki; o buzağıyı (tanrı) edinmiştirler; gerçekten onlara Rablerinden (türlü türlü azapları mûcip) pek büyük bir gazap ve o en alçak (dünyâ) hayât(ın)da fecî bir alçaklık ulaşacaktır. Zâten işte sana! Biz (“Mûsâ’nın da, sizin de ilâhınız bu buzağıdır” diyerek Allâh’a karşı en büyük iftirâyı uyduran) o iftirâcı kimseleri böyle (dehşetli azaplarla) cezâlandırırız.
153﴿ (Habîbim!) Ama o kimseler ki, kötü şeyler yapmıştırlar, sonra onların ardından tevbe etmiştirler ve îmân etmiştirler (ayrıca o îmân gereği sâlih ameller de işlemiştirler); şüphesiz ki senin Rabbin onlar(ın bu kötü işlerinden pişman olmaların)dan sonra elbette (evvelce vukû bulan küçük-büyük tüm günahlarını tamâmen silip örten bir) Ğafûr’dur, (tevbe edenlere çokça acıyıp cennetini ikrâm eden bir) Rahîm’dir.
154﴿ (Kardeşinin özür beyânı ve kavminin tevbesi sonucu) Mûsâ’dan kızgınlık uzaklaşarak kendisi sâkinleşince, o (yere bıraktığı) levhaları (geri) aldı ki, onda yazılanlarda /onun nüshasında (Levh-i Mahfûz’dan aktarılan o levhalarda)/, o kimseler için büyük bir hidâyet (rehberi) ve (iyiliğe irşâd eden) yüce bir rahmet vardı ki onlar sâdece Rablerinden çokça korkardılar /onlar (görsünler beğensinler için değil de) ancak Rableri için (günahlara yaklaşmaktan) korkardılar/.
155﴿ Böylece Mûsâ tâyin ettiğimiz vakit(te Tûr-u Sînâ’ya gelip, buzağıya tapma günahından tevbe etmeleri) için kavminden yetmiş adam seç(ip onlarla birlikte belirlenen mekâna eriş)ti. (Bu kişiler Mûsâ (Aleyhisselâm)a emir ve nehiyler buyuran Allâh-u Te‘âlâ’nın kelâmını işitmeye mazhar oldukları hâlde, dönüp Mûsâ (Aleyhisselâm)a: “Açıkça Allâh’ı görmedikçe sana aslâ inanmayacağız” dediler.) Sonra o şiddetli zelzele kendilerini yakalayınca (Mûsâ (Aleyhisselâm)) dedi ki: “Ey Rabbim! Sen murâd etseydin (buzağıya tapmalarından) daha önce bunları da, (seni görmek istediğim zaman) beni de helâk ederdin. İçimizden o (buzağıya tapan müşriklerin ve evvelce şirkten sakındıkları hâlde şimdi sapıtan bu) beyinsizlerin yapmış olduğu bir şey yüzünden bizi helâk mi edeceksin?! Bu ancak Senin bir imtihanındır ki, (ezelde sapıklığı tercih edeceğini bilerek, sapıtmasını) murâd ettiğin kimseyi onunla dalâlete düşürürsün, (ezelî ilminde hidâyeti seçeceğini bildiğin için doğru yola iletmeyi) istediğin kimseyi de hidâyete erdirirsin. Ancak Sen bizim (bütün işlerimizi yöneten) Velîmizsin. O hâlde (yaptığımız günahları) bizim için mağfiret et ve (her şeyi kaplayan rahmetinle) bize merhamet et. Zâten ancak Sen bağışlayanların hayırlısısın. (Zîrâ Senden başkası bağışlasa da, ya övgü beklentisi veyâ bir zararı savuşturma gâyesiyle bağışlar. Sen ise, ivazsız-garazsız sırf fazl-u kereminle tüm günahları bağışlar, bununla da yetinmeyip onları sevaplara dönüştürürsün.)
سُورَةُ الْاَعْرَافِ
الجزء ٩
١٦٨
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفًاۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿١٥٠
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟ ﴿١٥١
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ ﴿١٥٢
وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٥٣
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ ﴿١٥٤
وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلًا لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ ﴿١٥٥
A`râf Sûresi
168
Cuz 9
وَلَمَّا رَجَعَ مُوسٰٓى اِلٰى قَوْمِه۪ غَضْبَانَ اَسِفًاۙ قَالَ بِئْسَمَا خَلَفْتُمُون۪ي مِنْ بَعْد۪يۚ اَعَجِلْتُمْ اَمْرَ رَبِّكُمْۚ وَاَلْقَى الْاَلْوَاحَ وَاَخَذَ بِرَأْسِ اَخ۪يهِ يَجُرُّهُٓ اِلَيْهِۜ قَالَ ابْنَ اُمَّ اِنَّ الْقَوْمَ اسْتَضْعَفُون۪ي وَكَادُوا يَقْتُلُونَن۪يۘ فَلَا تُشْمِتْ بِيَ الْاَعْدَٓاءَ وَلَا تَجْعَلْن۪ي مَعَ الْقَوْمِ الظَّالِم۪ينَ ﴿١٥٠
150﴿ Mûsâ (Tûr Dağı’nda bulunuyorken Sâmirî’nin, ümmetini buzağıya taptırarak saptırdığını Allâh-u Te‘âlâ’dan öğrenip) kızgın ve son derece üzgün bir şekilde kavmine döndüğü zaman (yerine bıraktığı ağabeyi Hârûn (Aleyhisselâm) ve berâberindeki müminlere): “Ardımdan benim yerime geçmeniz ne kötü bir şey oldu (ki, bunların Allâh-u Te‘âlâ’yı bırakıp buzağıya tapmalarına engel olamadınız). Rabbinizin (kırk gece bitiminde size Tevrât getireceğime dâir) emir (ve vaad)ini mi (çiğneyip) geç(erek buzağıya ibâdet et)tiniz?!” dedi. Böylece (Allâh için öfkesi çok şiddetli olan Mûsâ (Aleyhisselâm) dînî gayret ve hamiyetinden dolayı) o (Tevrât) levhalar(ın)ı (gayr-i ihtiyârî olarak aceleyle yere) bıraktı ve (o sırada) kardeşinin (bu hususta gevşeklik yaptığı zannıyla) başını tutup onu kendisine doğru çekiyordu. O (Hârûn (Aleyhisselâm) onun bu düşüncesini gidermek için) dedi ki: “Ey anam oğlu! Şüphesiz ki bu toplum (yardımcılarımın azlığından dolayı) beni güçsüz bıraktılar ve (kendilerini bu şirkten nehyettiğimde) beni öldürmeye çok yanaştılar. Sen de (onların gözü önünde bana böyle davranarak) o düşmanları bana (yaptığına) sevindirme ve beni o zâlimler toplumuyla birlikte sayma.”
قَالَ رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِاَخ۪ي وَاَدْخِلْنَا ف۪ي رَحْمَتِكَۘ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِم۪ينَ۟ ﴿١٥١
151﴿ O (Mûsâ (Aleyhisselâm) kardeşinin bu özrünü işitince) dedi ki: “Ey Rabbim! Beni(m anlayıp dinlemeden kardeşime böyle davranmamı) ve (eğer vazîfesinde bir gevşeklik yaptıysa da) kardeşimi bağışla ve bizi (hep birlikte) rahmetinin içerisine girdir. Zâten ancak Sen acıyanların en merhametlisisin.”
اِنَّ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا الْعِجْلَ سَيَنَالُهُمْ غَضَبٌ مِنْ رَبِّهِمْ وَذِلَّةٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَكَذٰلِكَ نَجْزِي الْمُفْتَر۪ينَ ﴿١٥٢
152﴿ Şüphesiz o (Sâmirî gibi sapık) kimseler ki; o buzağıyı (tanrı) edinmiştirler; gerçekten onlara Rablerinden (türlü türlü azapları mûcip) pek büyük bir gazap ve o en alçak (dünyâ) hayât(ın)da fecî bir alçaklık ulaşacaktır. Zâten işte sana! Biz (“Mûsâ’nın da, sizin de ilâhınız bu buzağıdır” diyerek Allâh’a karşı en büyük iftirâyı uyduran) o iftirâcı kimseleri böyle (dehşetli azaplarla) cezâlandırırız.
وَالَّذ۪ينَ عَمِلُوا السَّيِّـَٔاتِ ثُمَّ تَابُوا مِنْ بَعْدِهَا وَاٰمَنُواۘ اِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٥٣
153﴿ (Habîbim!) Ama o kimseler ki, kötü şeyler yapmıştırlar, sonra onların ardından tevbe etmiştirler ve îmân etmiştirler (ayrıca o îmân gereği sâlih ameller de işlemiştirler); şüphesiz ki senin Rabbin onlar(ın bu kötü işlerinden pişman olmaların)dan sonra elbette (evvelce vukû bulan küçük-büyük tüm günahlarını tamâmen silip örten bir) Ğafûr’dur, (tevbe edenlere çokça acıyıp cennetini ikrâm eden bir) Rahîm’dir.
وَلَمَّا سَكَتَ عَنْ مُوسَى الْغَضَبُ اَخَذَ الْاَلْوَاحَۚ وَف۪ي نُسْخَتِهَا هُدًى وَرَحْمَةٌ لِلَّذ۪ينَ هُمْ لِرَبِّهِمْ يَرْهَبُونَ ﴿١٥٤
154﴿ (Kardeşinin özür beyânı ve kavminin tevbesi sonucu) Mûsâ’dan kızgınlık uzaklaşarak kendisi sâkinleşince, o (yere bıraktığı) levhaları (geri) aldı ki, onda yazılanlarda /onun nüshasında (Levh-i Mahfûz’dan aktarılan o levhalarda)/, o kimseler için büyük bir hidâyet (rehberi) ve (iyiliğe irşâd eden) yüce bir rahmet vardı ki onlar sâdece Rablerinden çokça korkardılar /onlar (görsünler beğensinler için değil de) ancak Rableri için (günahlara yaklaşmaktan) korkardılar/.
وَاخْتَارَ مُوسٰى قَوْمَهُ سَبْع۪ينَ رَجُلًا لِم۪يقَاتِنَاۚ فَلَمَّٓا اَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ قَالَ رَبِّ لَوْ شِئْتَ اَهْلَكْتَهُمْ مِنْ قَبْلُ وَاِيَّايَۜ اَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ السُّفَهَٓاءُ مِنَّاۚ اِنْ هِيَ اِلَّا فِتْنَتُكَۜ تُضِلُّ بِهَا مَنْ تَشَٓاءُ وَتَهْد۪ي مَنْ تَشَٓاءُۜ اَنْتَ وَلِيُّنَا فَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا وَاَنْتَ خَيْرُ الْغَافِر۪ينَ ﴿١٥٥
155﴿ Böylece Mûsâ tâyin ettiğimiz vakit(te Tûr-u Sînâ’ya gelip, buzağıya tapma günahından tevbe etmeleri) için kavminden yetmiş adam seç(ip onlarla birlikte belirlenen mekâna eriş)ti. (Bu kişiler Mûsâ (Aleyhisselâm)a emir ve nehiyler buyuran Allâh-u Te‘âlâ’nın kelâmını işitmeye mazhar oldukları hâlde, dönüp Mûsâ (Aleyhisselâm)a: “Açıkça Allâh’ı görmedikçe sana aslâ inanmayacağız” dediler.) Sonra o şiddetli zelzele kendilerini yakalayınca (Mûsâ (Aleyhisselâm)) dedi ki: “Ey Rabbim! Sen murâd etseydin (buzağıya tapmalarından) daha önce bunları da, (seni görmek istediğim zaman) beni de helâk ederdin. İçimizden o (buzağıya tapan müşriklerin ve evvelce şirkten sakındıkları hâlde şimdi sapıtan bu) beyinsizlerin yapmış olduğu bir şey yüzünden bizi helâk mi edeceksin?! Bu ancak Senin bir imtihanındır ki, (ezelde sapıklığı tercih edeceğini bilerek, sapıtmasını) murâd ettiğin kimseyi onunla dalâlete düşürürsün, (ezelî ilminde hidâyeti seçeceğini bildiğin için doğru yola iletmeyi) istediğin kimseyi de hidâyete erdirirsin. Ancak Sen bizim (bütün işlerimizi yöneten) Velîmizsin. O hâlde (yaptığımız günahları) bizim için mağfiret et ve (her şeyi kaplayan rahmetinle) bize merhamet et. Zâten ancak Sen bağışlayanların hayırlısısın. (Zîrâ Senden başkası bağışlasa da, ya övgü beklentisi veyâ bir zararı savuşturma gâyesiyle bağışlar. Sen ise, ivazsız-garazsız sırf fazl-u kereminle tüm günahları bağışlar, bununla da yetinmeyip onları sevaplara dönüştürürsün.)