v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
17
Cuz 1
113﴿ (Hristiyanların cennete giremeyeceğini iddiâ eden) Yahûdîler ayrıca: “Hristiyanlar (din adına mûteber) hiçbir şey üzere değildir” dedi. Hristiyanlar da: “Yahûdîler (din nâmına) hiçbir (doğru) şey üzere değildir” dedi. Hâlbuki onlar o (kendilerine verilen Tevrât ve İncîl) kitab(lar)ı(nı) art arda okumaktadırlar. (Habîbim!) İşte sana! Kendileri (kitap nedir) bilmeyen o (müşrik) kimseler de, o (Yahûdî ve Hristiyan)-ların (birbirleri hakkındaki) sözünün benzerini böylece (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashâbı hakkında) söylemişti. Artık kendisi hakkında sürekli ihtilâf etmekte bulunmuş oldukları (dinle alâkalı) şeyler husûsunda Allâh kıyâmet günü onların arasında hüküm verecek (ve bunun netîcesi olarak haklıyı cennete, haksızı cehenneme sevk edecek)tir.
114﴿ Allâh’ın mescitlerini; onların içlerinde O’nun adının zikredilmesini (ve anılmasını) engellemiş olan kimseden ve onların (maddî ya da mânevî) yıkımı (uğru)nda (gayretle) çalışmış olandan kim daha zâlimdir?! (Bunu yapan çok büyük bir zulüm işlemiştir.) (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, (mescitlerin tahrîbine cesâret bir yana, oralara yaklaşırken bile Allâh’a karşı) korkuya kapılmış kimseler olmaları dışında oralara girmeleri kendileri için olacak (şey) değildi! Onlar için dünyâda (öldürülme, esir edilme ve cizyeye bağlanma gibi) büyük bir rüsvaylık vardır. (Kâfirliklerine bir de zâlimliği ilâve ettiklerinden dolayı) kendileri için âhirette de pek büyük bir azap vardır.
115﴿ Ayrıca (Mescid-i Harâm’da ve Mescid-i Aksâ’da namaz kılmaktan engellenirseniz bu durum ibâdetinize mâni teşkil etmez, zîrâ) doğu(su) ile batı(sı ile bütün dünyâ) Allâh’a âittir. Öyleyse (namaz kılmak için) her nerede (yüzlerinizi kıble tarafına) yöneltme yaparsanız, Allâh’ın vechi (ve yönelmenizi emrettiği cihet) işte oradadır. (Dolayısıyla Mescid-i Harâm veyâ Mescid-i Aksâ gibi yerlerde namaz kılmanız engellenirse, kıbleye dönmek şartıyla istediğiniz yerde kılabilirsiniz.) /O hâlde her nerede (kalplerinizi Allâh-u Te‘âlâ’ya) yöneltmede bulunursanız, Allâh’ın (mekândan münezzeh olan) vechi (Yüce Zâtının sonsuz ilmi ve her yerde ne yapıldığını bilme sıfatı) işte oradadır./ Şüphesiz ki Allâh, (bilgisi ve acıması nihâyetsiz derecede geniş olan) bir Vâsi‘dir (bu yüzden kullarına kıbleye yönelme husûsunda genişlik tanımıştır), bir Alîm’dir (herkesin niyetini de amelini de hakkıyla bilendir).
116﴿ (Yahûdîler Uzeyr (Aleyhisselâm)ı, Hristiyanlar Îsâ (Aleyhisselâm)ı, müşrikler ise melekleri Allâh’ın çocuğu kabûl ederek:) “Allâh bir çocuk edindi” dediler. O’nu (andıkları ve Kendisine isnâd ettikleri yakışıksız şeylerden Allâh-u Te‘âlâ Yüce Zâtını) tesbîh ile (tenzîh etmekte ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu dâimâ beyân etmektedir. Elbette Allâh-u Te‘âlâ, çocuk edinmenin gerektirdiği şeylerden; özellikle eşi ve benzeri olma gibi muhtaçlık ve yok olma belirtilerinden son derece pâk ve uzaktır)! Doğrusu göklerde ve yerde bulunanlar(ın tümü, dolayısıyla Uzeyr de, Îsâ da, melekler de yaratılma cihetinden) O’na âittir. Her biri (de varlığını ve birliğini ikrâr ederek) ancak O’na itâat edicidirler. (Artık Kendisi tarafından yaratılan şeylerin O’nun parçası olduğu nasıl söylenebilir?!)
117﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) göklerin ve yerin Bedî‘i’dir (eşsiz ve örneksiz yoktan yaratıcısıdır). Bir de O bir iş(in meydana gelmesin)e hükmettiği (ve karar verdiği) zaman, artık ona ancak: “Vâr ol” buyurur, o da hemen vâr oluverir.
118﴿ Kendileri (kitap nâmına hiçbir şey) bilmeyen o (müşrik) kimseler de (bile bile inkâr eden Ehl-i Kitap kâfirleri de, kibir ve inatlarından dolayı): “Allâh (meleklerle ve Mûsâ ile konuştuğu gibi, senin hak olduğuna dâir) bizimle (de) konuşsa ya veyâ (senin doğruluğunu gösteren) bir âyet (ve mûcize) bize gelse ya” dedi(ler). (Habîbim!) İşte sana! Onlardan önce (geçmiş ümmetlerin kâfir) olanlar(ı) da böylece onların sözünün benzerini (Mûsâ (Aleyhisselâm) gibi peygamberlere karşı) söylemişti. (Körlük ve inatçılıkta) onların kalpleri birbirine (ne kadar da) benzemiştir. Muhakkak ki Biz o (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in peygamberliğinin doğruluğuna delâlet eden nice mûcize ve) âyetleri bir kavim için tam mânâsıyla açıkladık ki onlar (delîli bulunan şeye îmân etmenin gerekli olduğuna) yakînen inanmaktadırlar.
119﴿ Muhakkak Biz seni (îmân edip itâat edenler için) büyük bir müjdeleyici ve (inkâr edip isyân edenler hakkında) önemli bir uyarıcı olarak o hak (olan Kur’ân-ı Kerîm ve İslâm) ile birlikte (kullarımıza) rasûl (ve elçi olarak) gönderdik. (Böylece sen, inanıp itâat edenleri cennetle müjdelemekte, inkâr edip isyân edenleri de cehennemle korkutmaktasın.) Ama sen (gerçekleri duyurduktan sonra) şiddetle tutuşturulmuş o (cehennem) ateşin(in) ayrılmaz arkadaşların(ın îmânsızlığın)dan sorumlu olmayacaksın.
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ١
١٧
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١١٣
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿١١٤
وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿١١٥
وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ ﴿١١٦
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ﴿١١٧
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿١١٨
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۙ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ ﴿١١٩
Bakara Sûresi
17
Cuz 1
وَقَالَتِ الْيَهُودُ لَيْسَتِ النَّصَارٰى عَلٰى شَيْءٍۖ وَقَالَتِ النَّصَارٰى لَيْسَتِ الْيَهُودُ عَلٰى شَيْءٍۙ وَهُمْ يَتْلُونَ الْكِتَابَۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ مِثْلَ قَوْلِهِمْۚ فَاللّٰهُ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١١٣
113﴿ (Hristiyanların cennete giremeyeceğini iddiâ eden) Yahûdîler ayrıca: “Hristiyanlar (din adına mûteber) hiçbir şey üzere değildir” dedi. Hristiyanlar da: “Yahûdîler (din nâmına) hiçbir (doğru) şey üzere değildir” dedi. Hâlbuki onlar o (kendilerine verilen Tevrât ve İncîl) kitab(lar)ı(nı) art arda okumaktadırlar. (Habîbim!) İşte sana! Kendileri (kitap nedir) bilmeyen o (müşrik) kimseler de, o (Yahûdî ve Hristiyan)-ların (birbirleri hakkındaki) sözünün benzerini böylece (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashâbı hakkında) söylemişti. Artık kendisi hakkında sürekli ihtilâf etmekte bulunmuş oldukları (dinle alâkalı) şeyler husûsunda Allâh kıyâmet günü onların arasında hüküm verecek (ve bunun netîcesi olarak haklıyı cennete, haksızı cehenneme sevk edecek)tir.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ مَنَعَ مَسَاجِدَ اللّٰهِ اَنْ يُذْكَرَ ف۪يهَا اسْمُهُ وَسَعٰى ف۪ي خَرَابِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ مَا كَانَ لَهُمْ اَنْ يَدْخُلُوهَٓا اِلَّا خَٓائِف۪ينَۜ لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ وَلَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿١١٤
114﴿ Allâh’ın mescitlerini; onların içlerinde O’nun adının zikredilmesini (ve anılmasını) engellemiş olan kimseden ve onların (maddî ya da mânevî) yıkımı (uğru)nda (gayretle) çalışmış olandan kim daha zâlimdir?! (Bunu yapan çok büyük bir zulüm işlemiştir.) (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, (mescitlerin tahrîbine cesâret bir yana, oralara yaklaşırken bile Allâh’a karşı) korkuya kapılmış kimseler olmaları dışında oralara girmeleri kendileri için olacak (şey) değildi! Onlar için dünyâda (öldürülme, esir edilme ve cizyeye bağlanma gibi) büyük bir rüsvaylık vardır. (Kâfirliklerine bir de zâlimliği ilâve ettiklerinden dolayı) kendileri için âhirette de pek büyük bir azap vardır.
وَلِلّٰهِ الْمَشْرِقُ وَالْمَغْرِبُ فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿١١٥
115﴿ Ayrıca (Mescid-i Harâm’da ve Mescid-i Aksâ’da namaz kılmaktan engellenirseniz bu durum ibâdetinize mâni teşkil etmez, zîrâ) doğu(su) ile batı(sı ile bütün dünyâ) Allâh’a âittir. Öyleyse (namaz kılmak için) her nerede (yüzlerinizi kıble tarafına) yöneltme yaparsanız, Allâh’ın vechi (ve yönelmenizi emrettiği cihet) işte oradadır. (Dolayısıyla Mescid-i Harâm veyâ Mescid-i Aksâ gibi yerlerde namaz kılmanız engellenirse, kıbleye dönmek şartıyla istediğiniz yerde kılabilirsiniz.) /O hâlde her nerede (kalplerinizi Allâh-u Te‘âlâ’ya) yöneltmede bulunursanız, Allâh’ın (mekândan münezzeh olan) vechi (Yüce Zâtının sonsuz ilmi ve her yerde ne yapıldığını bilme sıfatı) işte oradadır./ Şüphesiz ki Allâh, (bilgisi ve acıması nihâyetsiz derecede geniş olan) bir Vâsi‘dir (bu yüzden kullarına kıbleye yönelme husûsunda genişlik tanımıştır), bir Alîm’dir (herkesin niyetini de amelini de hakkıyla bilendir).
وَقَالُوا اتَّخَذَ اللّٰهُ وَلَدًاۙ سُبْحَانَهُۜ بَلْ لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ كُلٌّ لَهُ قَانِتُونَ ﴿١١٦
116﴿ (Yahûdîler Uzeyr (Aleyhisselâm)ı, Hristiyanlar Îsâ (Aleyhisselâm)ı, müşrikler ise melekleri Allâh’ın çocuğu kabûl ederek:) “Allâh bir çocuk edindi” dediler. O’nu (andıkları ve Kendisine isnâd ettikleri yakışıksız şeylerden Allâh-u Te‘âlâ Yüce Zâtını) tesbîh ile (tenzîh etmekte ve her türlü kusurdan son derece uzak olduğunu dâimâ beyân etmektedir. Elbette Allâh-u Te‘âlâ, çocuk edinmenin gerektirdiği şeylerden; özellikle eşi ve benzeri olma gibi muhtaçlık ve yok olma belirtilerinden son derece pâk ve uzaktır)! Doğrusu göklerde ve yerde bulunanlar(ın tümü, dolayısıyla Uzeyr de, Îsâ da, melekler de yaratılma cihetinden) O’na âittir. Her biri (de varlığını ve birliğini ikrâr ederek) ancak O’na itâat edicidirler. (Artık Kendisi tarafından yaratılan şeylerin O’nun parçası olduğu nasıl söylenebilir?!)
بَد۪يعُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاِذَا قَضٰٓى اَمْرًا فَاِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ ﴿١١٧
117﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) göklerin ve yerin Bedî‘i’dir (eşsiz ve örneksiz yoktan yaratıcısıdır). Bir de O bir iş(in meydana gelmesin)e hükmettiği (ve karar verdiği) zaman, artık ona ancak: “Vâr ol” buyurur, o da hemen vâr oluverir.
وَقَالَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ لَوْلَا يُكَلِّمُنَا اللّٰهُ اَوْ تَأْت۪ينَٓا اٰيَةٌۜ كَذٰلِكَ قَالَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ مِثْلَ قَوْلِهِمْۜ تَشَابَهَتْ قُلُوبُهُمْۜ قَدْ بَيَّنَّا الْاٰيَاتِ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿١١٨
118﴿ Kendileri (kitap nâmına hiçbir şey) bilmeyen o (müşrik) kimseler de (bile bile inkâr eden Ehl-i Kitap kâfirleri de, kibir ve inatlarından dolayı): “Allâh (meleklerle ve Mûsâ ile konuştuğu gibi, senin hak olduğuna dâir) bizimle (de) konuşsa ya veyâ (senin doğruluğunu gösteren) bir âyet (ve mûcize) bize gelse ya” dedi(ler). (Habîbim!) İşte sana! Onlardan önce (geçmiş ümmetlerin kâfir) olanlar(ı) da böylece onların sözünün benzerini (Mûsâ (Aleyhisselâm) gibi peygamberlere karşı) söylemişti. (Körlük ve inatçılıkta) onların kalpleri birbirine (ne kadar da) benzemiştir. Muhakkak ki Biz o (Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in peygamberliğinin doğruluğuna delâlet eden nice mûcize ve) âyetleri bir kavim için tam mânâsıyla açıkladık ki onlar (delîli bulunan şeye îmân etmenin gerekli olduğuna) yakînen inanmaktadırlar.
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۙ وَلَا تُسْـَٔلُ عَنْ اَصْحَابِ الْجَح۪يمِ ﴿١١٩
119﴿ Muhakkak Biz seni (îmân edip itâat edenler için) büyük bir müjdeleyici ve (inkâr edip isyân edenler hakkında) önemli bir uyarıcı olarak o hak (olan Kur’ân-ı Kerîm ve İslâm) ile birlikte (kullarımıza) rasûl (ve elçi olarak) gönderdik. (Böylece sen, inanıp itâat edenleri cennetle müjdelemekte, inkâr edip isyân edenleri de cehennemle korkutmaktasın.) Ama sen (gerçekleri duyurduktan sonra) şiddetle tutuşturulmuş o (cehennem) ateşin(in) ayrılmaz arkadaşların(ın îmânsızlığın)dan sorumlu olmayacaksın.