v02.01.25 Geliştirme Notları
A`râf Sûresi
171
Cuz 9
164﴿ (Habîbim!) Bir zaman(da yaşadıkların)ı da (sor) ki; içlerinden (kendileri harama bulaşmayan fakat günah işleyenlere de karışmayan) bir cemâat (nasîhate devâm eden diğer topluluğa): “Ne diye vaaz(-u nasîhate devâm) ediyorsunuz öyle bir topluma ki, Allâh kendilerini (topluca) helâk edicidir ya da (köklerini kazımayıp) onlara çok şiddetli bir azapla azap edicidir?!” demişti de onlar: “Rabbinize bir mâzeret (ve O’na arz edebileceğimiz bir özür vesîlesi) olsun (da kötülükten nehyetme husûsunda gevşeklik yapmakla suçlanmayalım) diye (biz vaazı bırakmıyoruz)! Umulur ki onlar da (bu haramdan sakınarak) takvâ sâhibi olurlar. (Zîrâ helâk olmayan kişilerden tamâmen ümit kesilmez)” dediler.
165﴿ Ama ne zaman ki onlar (nasîhat kabîlinden) kendisiyle öğütlendikleri şeyi (tamâmen terk edip) unuttular, Biz (cumartesi günü balık avlama yasağı gibi) o kötü şeyden nehyetmekte (ve onları engellemekte) olan o (nasîhatçı) kimseleri (diğerlerinin başına gelen belâya çarpılmaktan) kurtardık. O (günahı işleyerek) zâlim olmuş kimseleri ise, sürekli (isyân ve) fâsıklık yapmakta olmaları sebebiyle pek kuvvetli (ve acımasız) olan büyük bir azap ile yakaladık.
166﴿ Sonra onlar kendisinden yasaklandıkları o şey(i terk etmek)den büyüklen(erek onu kabullenemey)ince Biz onlara: “Maymunlar ve alçaklar olun” buyurduk. Ulemânın ekserîsinin beyânı vechile; maymuna döndürülen bu kişiler mesh olunmalarının ardından hiçbir şey yiyip içmediler, birbirlerine cinsî yakınlıkta da bulunmadılar ve üç gün içerisinde helâk oldular. Bâzıları bugünkü maymunların onların neslinden olduğunu iddiâ etmişlerse de, İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)ın şu rivâyeti bu görüşü reddetmektedir: “Bir kişi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e, maymun ve domuzların, sûretleri döndürülen ümmetlerden kalıp kalmadığını sorduğunda o: ‘Şüphesiz ki Allâh-u Te‘âlâ bir toplumu helâk edip yâhut bir millete azap edip de daha sonra onlar için bir nesil bırakmaz. Maymunlar ve domuzlar daha önce de mevcuttular’ buyurmuştur.” (Müslim, el-Kader:7, rakam:2663, 4/2051-2052)
167﴿ (Habîbim!) Bir zaman(da yaşadıkların)ı da (o Yahûdîlere sor) ki; senin Rabbin: “Andolsun; kıyâmet gününe kadar onlar üzerine öyle kimse(leri) gönder(ip musallat ed)ecektir ki o onlara en kötü (işkence ve) azab(lar)ı aray(ıp bulup tattır)acaktır” diye bildiride bulunmuştu. Gerçekten senin Rabbin (kâfirlere karşı) elbette azâbı çok çabuk olan (bir Zât)dır. (Dilediğine azâbı dünyâda çarçabuk gönderebilir. Onlar hakkında bunu böyle dilemese bile zâten her gelecek yakındır.) Yine muhakkak ki O, elbette (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (îmân edenlere ise çok ziyâde acıyan bir) Rahîm’dir.
168﴿ Böylece Biz onları (belli bir yerde kuvvet ve güce kavuşamasınlar diye) yer(yüzünün farklı farklı bölgelerin)de ayrı ayrı topluluklara parçaladık. İçlerinden iyi kimseler vardır (ki onlar İslâm’ı kabûl eden bir azınlıktır). İşte sana! Onlardan bu (iyilik durumu)nun aşağısında bulunan (birtakım kâfir ve fâsıklar) da vardır (ki onlar kāhir ekseriyettir). Böylece Biz onları (bolluk ve âfiyet gibi) güzel şeylerle de, (kıtlık ve hastalık gibi) kötü şeylerle de imtihan (edenin muâmelesine tâbi) ettik. Tâ ki onlar (bu inkâr ve isyanlarından) dönsünler.
169﴿ O (Ehl-i Kitap arasından, kendi dönemlerinde mûteber olan dinlerine ve kitaplarına bağlı buluna)n (sâlih kul)ların ardından (atalarından öğrenme yoluyla) o (Tevrât) kitab(ında bulunan emirler, yasaklar, helâl ve haramlarla ilgili mâlûmât)a mîrasçı olmuş birtakım kötü nesiller onların yerine geçti ki onlar işte şu en yakın olan (peşin ve geçici dünyân)ın menfaatini alırlar, bir yandan da: “(Biz, Allâh’ın kelimelerini değiştirme karşılığında aldığımız rüşvet günahından dolayı cezâlandırılmayacağız) muhakkak ki (tevbe ettiğimizde) bu bizim için bağışlanacaktır” derler. Ama kendilerine onun gibi bir menfaat daha gelse onu da alır (böylece hiç tevbe etmeksizin bu günahlarında ısrâr edip kalır)lar. O kitapta bu kişiler üzerine (vâcip kılınarak); Allâh’a karşı hak olmayanı (özellikle de günaha ısrarcı oldukları hâlde, kesinkes affolunacakları gibi iddiâları) söylemeyeceklerine dâir kuvvetli bir söz alınmamış mıydı?! Hâlbuki kendileri onda bulunanı iyice okumuş (olduklarından, bu sözü unutmamış)lardı. O son yurt (olan âhiret) ise, (rüşvet vesâir haramlardan hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olan o kimseler için (bunların kazandığı âdî ve basit mallara nispetle) hayrın ta kendisidir. (Ey Yahûdîler!) Hâlâ (bunun böyle olduğunu) anla(yıp da ebedî azâba sebebiyet veren bu âdî menfaatleri sonsuz nîmetlerle değişmeyi bırak)mayacak mısınız?!
170﴿ Ama o kimseler ki (kitapları olan Tevrât’ı değiştirip gizlememişler ve onu tahrîf etmeyi bir kazanç vesîlesi edinmemiştirler, daha sonra da onu tasdîk ederek inen) o (Kur’ân gibi yüce) kitaba sımsıkı sarılmıştırlar ve o (farz) namazları dosdoğru kılmıştırlar; şüphesiz ki Biz (kendilerini ve insanları düzeltmeye ve) ıslâha çalışan o kimselerin mükâfâtını zâyi etmeyeceğiz (ve aslâ boşa çıkarmayacağız). Bu âyet-i celîle Ehl-i Kitap’tan olup da Tevrât’ı değiştirmedikleri için Kur’ân geldiğinde ona da sımsıkı sarılarak Müslüman olan Abdullâh ibnü Selâm gibi zatlardan bahsetmektedir. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/245)
سُورَةُ الْاَعْرَافِ
الجزء ٩
١٧١
وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًاۨۙ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًاۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿١٦٤
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿١٦٥
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ ﴿١٦٦
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٦٧
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَمًاۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿١٦٨
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿١٦٩
وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ ﴿١٧٠
A`râf Sûresi
171
Cuz 9
وَاِذْ قَالَتْ اُمَّةٌ مِنْهُمْ لِمَ تَعِظُونَ قَوْمًاۨۙ اللّٰهُ مُهْلِكُهُمْ اَوْ مُعَذِّبُهُمْ عَذَابًا شَد۪يدًاۜ قَالُوا مَعْذِرَةً اِلٰى رَبِّكُمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ ﴿١٦٤
164﴿ (Habîbim!) Bir zaman(da yaşadıkların)ı da (sor) ki; içlerinden (kendileri harama bulaşmayan fakat günah işleyenlere de karışmayan) bir cemâat (nasîhate devâm eden diğer topluluğa): “Ne diye vaaz(-u nasîhate devâm) ediyorsunuz öyle bir topluma ki, Allâh kendilerini (topluca) helâk edicidir ya da (köklerini kazımayıp) onlara çok şiddetli bir azapla azap edicidir?!” demişti de onlar: “Rabbinize bir mâzeret (ve O’na arz edebileceğimiz bir özür vesîlesi) olsun (da kötülükten nehyetme husûsunda gevşeklik yapmakla suçlanmayalım) diye (biz vaazı bırakmıyoruz)! Umulur ki onlar da (bu haramdan sakınarak) takvâ sâhibi olurlar. (Zîrâ helâk olmayan kişilerden tamâmen ümit kesilmez)” dediler.
فَلَمَّا نَسُوا مَا ذُكِّرُوا بِه۪ٓ اَنْجَيْنَا الَّذ۪ينَ يَنْهَوْنَ عَنِ السُّٓوءِ وَاَخَذْنَا الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا بِعَذَابٍ بَـ۪ٔيسٍ بِمَا كَانُوا يَفْسُقُونَ ﴿١٦٥
165﴿ Ama ne zaman ki onlar (nasîhat kabîlinden) kendisiyle öğütlendikleri şeyi (tamâmen terk edip) unuttular, Biz (cumartesi günü balık avlama yasağı gibi) o kötü şeyden nehyetmekte (ve onları engellemekte) olan o (nasîhatçı) kimseleri (diğerlerinin başına gelen belâya çarpılmaktan) kurtardık. O (günahı işleyerek) zâlim olmuş kimseleri ise, sürekli (isyân ve) fâsıklık yapmakta olmaları sebebiyle pek kuvvetli (ve acımasız) olan büyük bir azap ile yakaladık.
فَلَمَّا عَتَوْا عَنْ مَا نُهُوا عَنْهُ قُلْنَا لَهُمْ كُونُوا قِرَدَةً خَاسِـ۪ٔينَ ﴿١٦٦
166﴿ Sonra onlar kendisinden yasaklandıkları o şey(i terk etmek)den büyüklen(erek onu kabullenemey)ince Biz onlara: “Maymunlar ve alçaklar olun” buyurduk. Ulemânın ekserîsinin beyânı vechile; maymuna döndürülen bu kişiler mesh olunmalarının ardından hiçbir şey yiyip içmediler, birbirlerine cinsî yakınlıkta da bulunmadılar ve üç gün içerisinde helâk oldular. Bâzıları bugünkü maymunların onların neslinden olduğunu iddiâ etmişlerse de, İbnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh)ın şu rivâyeti bu görüşü reddetmektedir: “Bir kişi Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e, maymun ve domuzların, sûretleri döndürülen ümmetlerden kalıp kalmadığını sorduğunda o: ‘Şüphesiz ki Allâh-u Te‘âlâ bir toplumu helâk edip yâhut bir millete azap edip de daha sonra onlar için bir nesil bırakmaz. Maymunlar ve domuzlar daha önce de mevcuttular’ buyurmuştur.” (Müslim, el-Kader:7, rakam:2663, 4/2051-2052)
وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكَ لَيَبْعَثَنَّ عَلَيْهِمْ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ مَنْ يَسُومُهُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِۜ اِنَّ رَبَّكَ لَسَر۪يعُ الْعِقَابِۚ وَاِنَّهُ لَغَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٦٧
167﴿ (Habîbim!) Bir zaman(da yaşadıkların)ı da (o Yahûdîlere sor) ki; senin Rabbin: “Andolsun; kıyâmet gününe kadar onlar üzerine öyle kimse(leri) gönder(ip musallat ed)ecektir ki o onlara en kötü (işkence ve) azab(lar)ı aray(ıp bulup tattır)acaktır” diye bildiride bulunmuştu. Gerçekten senin Rabbin (kâfirlere karşı) elbette azâbı çok çabuk olan (bir Zât)dır. (Dilediğine azâbı dünyâda çarçabuk gönderebilir. Onlar hakkında bunu böyle dilemese bile zâten her gelecek yakındır.) Yine muhakkak ki O, elbette (tevbe edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (îmân edenlere ise çok ziyâde acıyan bir) Rahîm’dir.
وَقَطَّعْنَاهُمْ فِي الْاَرْضِ اُمَمًاۚ مِنْهُمُ الصَّالِحُونَ وَمِنْهُمْ دُونَ ذٰلِكَۘ وَبَلَوْنَاهُمْ بِالْحَسَنَاتِ وَالسَّيِّـَٔاتِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿١٦٨
168﴿ Böylece Biz onları (belli bir yerde kuvvet ve güce kavuşamasınlar diye) yer(yüzünün farklı farklı bölgelerin)de ayrı ayrı topluluklara parçaladık. İçlerinden iyi kimseler vardır (ki onlar İslâm’ı kabûl eden bir azınlıktır). İşte sana! Onlardan bu (iyilik durumu)nun aşağısında bulunan (birtakım kâfir ve fâsıklar) da vardır (ki onlar kāhir ekseriyettir). Böylece Biz onları (bolluk ve âfiyet gibi) güzel şeylerle de, (kıtlık ve hastalık gibi) kötü şeylerle de imtihan (edenin muâmelesine tâbi) ettik. Tâ ki onlar (bu inkâr ve isyanlarından) dönsünler.
فَخَلَفَ مِنْ بَعْدِهِمْ خَلْفٌ وَرِثُوا الْكِتَابَ يَأْخُذُونَ عَرَضَ هٰذَا الْاَدْنٰى وَيَقُولُونَ سَيُغْفَرُ لَنَاۚ وَاِنْ يَأْتِهِمْ عَرَضٌ مِثْلُهُ يَأْخُذُوهُۜ اَلَمْ يُؤْخَذْ عَلَيْهِمْ م۪يثَاقُ الْكِتَابِ اَنْ لَا يَقُولُوا عَلَى اللّٰهِ اِلَّا الْحَقَّ وَدَرَسُوا مَا ف۪يهِۜ وَالدَّارُ الْاٰخِرَةُ خَيْرٌ لِلَّذ۪ينَ يَتَّقُونَۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ ﴿١٦٩
169﴿ O (Ehl-i Kitap arasından, kendi dönemlerinde mûteber olan dinlerine ve kitaplarına bağlı buluna)n (sâlih kul)ların ardından (atalarından öğrenme yoluyla) o (Tevrât) kitab(ında bulunan emirler, yasaklar, helâl ve haramlarla ilgili mâlûmât)a mîrasçı olmuş birtakım kötü nesiller onların yerine geçti ki onlar işte şu en yakın olan (peşin ve geçici dünyân)ın menfaatini alırlar, bir yandan da: “(Biz, Allâh’ın kelimelerini değiştirme karşılığında aldığımız rüşvet günahından dolayı cezâlandırılmayacağız) muhakkak ki (tevbe ettiğimizde) bu bizim için bağışlanacaktır” derler. Ama kendilerine onun gibi bir menfaat daha gelse onu da alır (böylece hiç tevbe etmeksizin bu günahlarında ısrâr edip kalır)lar. O kitapta bu kişiler üzerine (vâcip kılınarak); Allâh’a karşı hak olmayanı (özellikle de günaha ısrarcı oldukları hâlde, kesinkes affolunacakları gibi iddiâları) söylemeyeceklerine dâir kuvvetli bir söz alınmamış mıydı?! Hâlbuki kendileri onda bulunanı iyice okumuş (olduklarından, bu sözü unutmamış)lardı. O son yurt (olan âhiret) ise, (rüşvet vesâir haramlardan hakkıyla sakınarak) takvâ sâhibi olan o kimseler için (bunların kazandığı âdî ve basit mallara nispetle) hayrın ta kendisidir. (Ey Yahûdîler!) Hâlâ (bunun böyle olduğunu) anla(yıp da ebedî azâba sebebiyet veren bu âdî menfaatleri sonsuz nîmetlerle değişmeyi bırak)mayacak mısınız?!
وَالَّذ۪ينَ يُمَسِّكُونَ بِالْكِتَابِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۜ اِنَّا لَا نُض۪يعُ اَجْرَ الْمُصْلِح۪ينَ ﴿١٧٠
170﴿ Ama o kimseler ki (kitapları olan Tevrât’ı değiştirip gizlememişler ve onu tahrîf etmeyi bir kazanç vesîlesi edinmemiştirler, daha sonra da onu tasdîk ederek inen) o (Kur’ân gibi yüce) kitaba sımsıkı sarılmıştırlar ve o (farz) namazları dosdoğru kılmıştırlar; şüphesiz ki Biz (kendilerini ve insanları düzeltmeye ve) ıslâha çalışan o kimselerin mükâfâtını zâyi etmeyeceğiz (ve aslâ boşa çıkarmayacağız). Bu âyet-i celîle Ehl-i Kitap’tan olup da Tevrât’ı değiştirmedikleri için Kur’ân geldiğinde ona da sımsıkı sarılarak Müslüman olan Abdullâh ibnü Selâm gibi zatlardan bahsetmektedir. (el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/245)