v02.01.25 Geliştirme Notları
A`râf Sûresi
172
Cuz 9
171﴿ (Habîbim!) Bir zaman(da yaşadıkların)ı da (o Yahûdîlere sor) ki; Biz o (Tûr) dağı(nı) sanki gerçekten o bir bulutmuş gibi /gölgelikmiş gibi/ onların üzerine kaldırmıştık da, kendileri (itâat etmezlerse) gerçekten onun, üstlerine düşeceğini yakînen bilmiştiler. (O zaman Biz onlara:) “Size verdiğimiz (kitabın hükümleriyle ilgili) şeyleri (bütün güçlüklerine katlanarak, ciddiyet, gayret ve) kuvvetle alı(p kabûl edi)n ve onda bulunanları iyice düşünü(p gereğini yapı)n! Tâ ki siz (haramlardan sakınarak) takvâ sâhibi olabilesiniz” (buyurmuştuk.)
172﴿ (Habîbim!) Bir zamânı da (insanlara anlat) ki; Senin Rabbin (Âdem’den yaratacağı çocuklarını) Âdem(in kendi sulbünden, onun) oğullarından (da); onların sırtlarında (bulunan sulplerinde)n (kıyâmete kadar yaratacağı) zürriyetlerini (asır be asır doğacakları tertip üzere çıkarıp) almış ve (zerrecikler hâlinde huzûruna topladığı o nesillere, hayat, anlayış ve konuşma kābiliyeti vermiş ve) onları (birbirlerine değil de bizzât) kendi nefislerine karşı şâhit tut(arak buyur)muştu ki: “Sizin Rabbiniz (yaratıcınız ve yöneticiniz) ancak Ben değil miyim?!” Onlar da (cevâben): “Evet (Rabbimiz ancak Sensin)! Biz (Senden gayri Rabbimiz olmadığına ve Senin birliğine dâir ikrarda ve) şâhitlikte bulunduk” demişlerdi. (Evet, Allâh-u Te‘âlâ bunu böylece yaptı) tâ ki siz kıyâmet gününde (O’na karşı): “Şüphesiz ki biz (Senin) işte bu (husustaki ahd-ü mîsâkı)ndan habersiz kimselerdik” demeyesiniz. Tefsir ve hadis ehlinin, İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan naklettiklerine göre; Allâh-u Te‘âlâ, Âdem (Aleyhisselâm)ın sırtını yed-i kudretiyle sıvazlayarak, bizzât kendinden gelecek olan zürriyetlerini onun sulbünden, kıyâmete kadar yaratacak olduğu diğer tüm zürriyetleri de babalarının sulplerinden zerrecikler hâlinde çıkartarak Arafat vâdîsine serpti. Sonra onlarla şifâhen konuşarak: “Sizin Rabbiniz ancak Ben değil miyim?!” diye sordu, onlar da: “Evet, biz buna şâhitlikte bulunduk” dediler. Böylece Allâh-u Te‘âlâ onların rızıklarını, ecellerini ve başlarına gelecek musîbetlere varıncaya kadar her şeylerini yazdı. Ayrıca onlardan, Kendisine ibâdet edip, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına dâir söz aldı ve rızıklarına kefil oldu, sonra da onları Âdem (Aleyhisselâm)ın sulbüne iâde etti. O gün Allâh-u Te‘âlâ’ya söz vermiş olan zürriyetlerin hepsi doğmadıkça kıyâmet kopmayacaktır. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, rakam:15349-15373, 6/110-114; Ebû Dâvûd, es-Sünnet:17, rakam:4703, 2/639) İmâm-ı Âlûsî, hadis ulemâsının ve sûfiyye hazarâtının bu husustaki kesin îtikādını açıklarken: “Allâh-u Te‘âlâ, dünyâda yaratıldıkları özel bünyeleriyle vâr olmalarından önce tüm kullarından sözlü bir mîsak aldı” demiştir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 9/103)
173﴿ Yâhut siz: “Bundan önce ancak babalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra olan (ve kendilerine uyan) bir zürriyet olmuştuk. (Dolayısıyla biz bunu kendiliğimizden uydurmadık. Bu şirki tesis edip yol olarak bize bırakanlar atalarımızdı.) Şimdi Sen bâtıl (ve asılsız olan şirk ve inkâr)ı meydana getiren o kişilerin yapmış olduğu şey yüzünden bizi de mi helâk edeceksin?!” demeyesiniz diye (sizden ruhlar âleminde söz aldığımızı bugün size hatırlatıyoruz)!
174﴿ (Habîbim!) İşte sana! Biz bu âyetleri böyle (belâğatlı bir beyân üslûbuyla) ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz (ki onlar hakîkati anlayabilsinler). Bir de ola ki onlar (âyetlerimizde bulunan teşvik ve tehditlere vâkıf olarak körü körüne taklitçilikten ve bâtıla uyarak şirke düşmekten) dönebilsinler.
175﴿ (Habîbim!) O (Yahûdîlere ve diğer insa)nlara o (mânevî değerleri menfaat karşılığı zâyi eden Bel‘am ibnü Bâ‘ûrâ isimli) şahsın önemli haberini sürekli oku ki; Biz ona âyetlerimiz(le alâkalı ilimleri, özellikle İsm-i Âzam’ı ve bâzı kerâmetler)i vermiştik, fakat o (Bizim âyetlerimizi inkâr ederek, yılanın derisinden sıyrılması gibi) onlardan sıyrılıp çıkmıştı, bu sebeple de (îmânlıyken onu saptırmaktan âciz kalan) şeytan kendisine kavuştu ve sonunda o, azgınlardan oldu.
176﴿ Ama Biz murâd etseydik, elbette onlar(a inanıp amel etmesi) sebebiyle kendisini (takvâ sâhibi âlimlerin derecelerine) yükseltirdik. Lâkin o (Bel‘am), o (âdî dünyâ) toprağ(ın)a meyletti de (kabîlesinin hoşnutluğunu kazanma uğruna nefsinin) kötü arzusunun peşine düştü. (Biz de bunu bildiğimiz için onun yükselmesini murâd etmedik.) Artık onun ilginç durumu köpeğin (en âdî ve) şaşılacak hâli gibidir ki; (onu kovalamak için) üzerine hamle yapsan da nefes nefese (kalarak) dilini çıkarır yâhut onu (kendi hâlinde) bırakacak olursan yine soluk soluğa dilini çıkarır. (İşte dünyâya düşkün olana vaaz etsen de tesir etmez, hâli üzere bıraksan da huyundan vazgeçmez. Zîrâ ondaki hırs, köpeğin soluması gibi onun ayrılmaz bir vasfı olmuştur. Habîbim!) İşte sana! Bu, ancak o (Yahûdî) kavmin(in) acâyip hâlidir ki onlar (Tevrât’ı okuduktan sonra, bile bile) âyetlerimizi yalanlamıştırlar. Öyleyse bu kıssayı sürekli anlat, tâ ki onlar iyice düşünsünler (de bu kişinin durumuna düşmesinler).
177﴿ Şaşılacak bir hâl bakımından o toplum(un durumu) ne kötü olmuştur ki; onlar Bizim âyetlerimizi (inadına) yalanlamıştırlar ve (bu inkârlarıyla kimseye zarar veremeyip) sâdece kendilerine zulmetmekte olmuşturlar.
178﴿ Allâh (ezelde hidâyeti seçtiğini bildiği ve yarattıktan sonra da irâdesini o yönde kullandığını gördüğü için) kimi hidâyete erdirirse, işte ancak o kişi hidâyet bulandır. Ama (ilm-i ezelîsinde, sapıklığı tercih edeceğini bildiği ve yarattıktan sonra da irâdesini o yönde kullandığını gördüğü için) kimi de saptırırsa, işte sana! Ancak onlar (iki cihanda da zarar ve) hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.
سُورَةُ الْاَعْرَافِ
الجزء ٩
١٧٢
وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟ ﴿١٧١
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ ﴿١٧٢
اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ ﴿١٧٣
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿١٧٤
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ ﴿١٧٥
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿١٧٦
سَٓاءَ مَثَلًاۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ ﴿١٧٧
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿١٧٨
A`râf Sûresi
172
Cuz 9
وَاِذْ نَتَقْنَا الْجَبَلَ فَوْقَهُمْ كَاَنَّهُ ظُلَّةٌ وَظَنُّٓوا اَنَّهُ وَاقِعٌ بِهِمْۚ خُذُوا مَٓا اٰتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ وَاذْكُرُوا مَا ف۪يهِ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ۟ ﴿١٧١
171﴿ (Habîbim!) Bir zaman(da yaşadıkların)ı da (o Yahûdîlere sor) ki; Biz o (Tûr) dağı(nı) sanki gerçekten o bir bulutmuş gibi /gölgelikmiş gibi/ onların üzerine kaldırmıştık da, kendileri (itâat etmezlerse) gerçekten onun, üstlerine düşeceğini yakînen bilmiştiler. (O zaman Biz onlara:) “Size verdiğimiz (kitabın hükümleriyle ilgili) şeyleri (bütün güçlüklerine katlanarak, ciddiyet, gayret ve) kuvvetle alı(p kabûl edi)n ve onda bulunanları iyice düşünü(p gereğini yapı)n! Tâ ki siz (haramlardan sakınarak) takvâ sâhibi olabilesiniz” (buyurmuştuk.)
وَاِذْ اَخَذَ رَبُّكَ مِنْ بَن۪ٓي اٰدَمَ مِنْ ظُهُورِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ وَاَشْهَدَهُمْ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْۚ اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْۜ قَالُوا بَلٰىۚۛ شَهِدْنَاۚۛ اَنْ تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اِنَّا كُنَّا عَنْ هٰذَا غَافِل۪ينَۙ ﴿١٧٢
172﴿ (Habîbim!) Bir zamânı da (insanlara anlat) ki; Senin Rabbin (Âdem’den yaratacağı çocuklarını) Âdem(in kendi sulbünden, onun) oğullarından (da); onların sırtlarında (bulunan sulplerinde)n (kıyâmete kadar yaratacağı) zürriyetlerini (asır be asır doğacakları tertip üzere çıkarıp) almış ve (zerrecikler hâlinde huzûruna topladığı o nesillere, hayat, anlayış ve konuşma kābiliyeti vermiş ve) onları (birbirlerine değil de bizzât) kendi nefislerine karşı şâhit tut(arak buyur)muştu ki: “Sizin Rabbiniz (yaratıcınız ve yöneticiniz) ancak Ben değil miyim?!” Onlar da (cevâben): “Evet (Rabbimiz ancak Sensin)! Biz (Senden gayri Rabbimiz olmadığına ve Senin birliğine dâir ikrarda ve) şâhitlikte bulunduk” demişlerdi. (Evet, Allâh-u Te‘âlâ bunu böylece yaptı) tâ ki siz kıyâmet gününde (O’na karşı): “Şüphesiz ki biz (Senin) işte bu (husustaki ahd-ü mîsâkı)ndan habersiz kimselerdik” demeyesiniz. Tefsir ve hadis ehlinin, İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan naklettiklerine göre; Allâh-u Te‘âlâ, Âdem (Aleyhisselâm)ın sırtını yed-i kudretiyle sıvazlayarak, bizzât kendinden gelecek olan zürriyetlerini onun sulbünden, kıyâmete kadar yaratacak olduğu diğer tüm zürriyetleri de babalarının sulplerinden zerrecikler hâlinde çıkartarak Arafat vâdîsine serpti. Sonra onlarla şifâhen konuşarak: “Sizin Rabbiniz ancak Ben değil miyim?!” diye sordu, onlar da: “Evet, biz buna şâhitlikte bulunduk” dediler. Böylece Allâh-u Te‘âlâ onların rızıklarını, ecellerini ve başlarına gelecek musîbetlere varıncaya kadar her şeylerini yazdı. Ayrıca onlardan, Kendisine ibâdet edip, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarına dâir söz aldı ve rızıklarına kefil oldu, sonra da onları Âdem (Aleyhisselâm)ın sulbüne iâde etti. O gün Allâh-u Te‘âlâ’ya söz vermiş olan zürriyetlerin hepsi doğmadıkça kıyâmet kopmayacaktır. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, rakam:15349-15373, 6/110-114; Ebû Dâvûd, es-Sünnet:17, rakam:4703, 2/639) İmâm-ı Âlûsî, hadis ulemâsının ve sûfiyye hazarâtının bu husustaki kesin îtikādını açıklarken: “Allâh-u Te‘âlâ, dünyâda yaratıldıkları özel bünyeleriyle vâr olmalarından önce tüm kullarından sözlü bir mîsak aldı” demiştir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 9/103)
اَوْ تَقُولُٓوا اِنَّمَٓا اَشْرَكَ اٰبَٓاؤُ۬نَا مِنْ قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِنْ بَعْدِهِمْۚ اَفَتُهْلِكُنَا بِمَا فَعَلَ الْمُبْطِلُونَ ﴿١٧٣
173﴿ Yâhut siz: “Bundan önce ancak babalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra olan (ve kendilerine uyan) bir zürriyet olmuştuk. (Dolayısıyla biz bunu kendiliğimizden uydurmadık. Bu şirki tesis edip yol olarak bize bırakanlar atalarımızdı.) Şimdi Sen bâtıl (ve asılsız olan şirk ve inkâr)ı meydana getiren o kişilerin yapmış olduğu şey yüzünden bizi de mi helâk edeceksin?!” demeyesiniz diye (sizden ruhlar âleminde söz aldığımızı bugün size hatırlatıyoruz)!
وَكَذٰلِكَ نُفَصِّلُ الْاٰيَاتِ وَلَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿١٧٤
174﴿ (Habîbim!) İşte sana! Biz bu âyetleri böyle (belâğatlı bir beyân üslûbuyla) ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz (ki onlar hakîkati anlayabilsinler). Bir de ola ki onlar (âyetlerimizde bulunan teşvik ve tehditlere vâkıf olarak körü körüne taklitçilikten ve bâtıla uyarak şirke düşmekten) dönebilsinler.
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَاَ الَّذ۪ٓي اٰتَيْنَاهُ اٰيَاتِنَا فَانْسَلَخَ مِنْهَا فَاَتْبَعَهُ الشَّيْطَانُ فَكَانَ مِنَ الْغَاو۪ينَ ﴿١٧٥
175﴿ (Habîbim!) O (Yahûdîlere ve diğer insa)nlara o (mânevî değerleri menfaat karşılığı zâyi eden Bel‘am ibnü Bâ‘ûrâ isimli) şahsın önemli haberini sürekli oku ki; Biz ona âyetlerimiz(le alâkalı ilimleri, özellikle İsm-i Âzam’ı ve bâzı kerâmetler)i vermiştik, fakat o (Bizim âyetlerimizi inkâr ederek, yılanın derisinden sıyrılması gibi) onlardan sıyrılıp çıkmıştı, bu sebeple de (îmânlıyken onu saptırmaktan âciz kalan) şeytan kendisine kavuştu ve sonunda o, azgınlardan oldu.
وَلَوْ شِئْنَا لَرَفَعْنَاهُ بِهَا وَلٰكِنَّهُٓ اَخْلَدَ اِلَى الْاَرْضِ وَاتَّبَعَ هَوٰيهُۚ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِۚ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْۜ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَاۚ فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ ﴿١٧٦
176﴿ Ama Biz murâd etseydik, elbette onlar(a inanıp amel etmesi) sebebiyle kendisini (takvâ sâhibi âlimlerin derecelerine) yükseltirdik. Lâkin o (Bel‘am), o (âdî dünyâ) toprağ(ın)a meyletti de (kabîlesinin hoşnutluğunu kazanma uğruna nefsinin) kötü arzusunun peşine düştü. (Biz de bunu bildiğimiz için onun yükselmesini murâd etmedik.) Artık onun ilginç durumu köpeğin (en âdî ve) şaşılacak hâli gibidir ki; (onu kovalamak için) üzerine hamle yapsan da nefes nefese (kalarak) dilini çıkarır yâhut onu (kendi hâlinde) bırakacak olursan yine soluk soluğa dilini çıkarır. (İşte dünyâya düşkün olana vaaz etsen de tesir etmez, hâli üzere bıraksan da huyundan vazgeçmez. Zîrâ ondaki hırs, köpeğin soluması gibi onun ayrılmaz bir vasfı olmuştur. Habîbim!) İşte sana! Bu, ancak o (Yahûdî) kavmin(in) acâyip hâlidir ki onlar (Tevrât’ı okuduktan sonra, bile bile) âyetlerimizi yalanlamıştırlar. Öyleyse bu kıssayı sürekli anlat, tâ ki onlar iyice düşünsünler (de bu kişinin durumuna düşmesinler).
سَٓاءَ مَثَلًاۨ الْقَوْمُ الَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاَنْفُسَهُمْ كَانُوا يَظْلِمُونَ ﴿١٧٧
177﴿ Şaşılacak bir hâl bakımından o toplum(un durumu) ne kötü olmuştur ki; onlar Bizim âyetlerimizi (inadına) yalanlamıştırlar ve (bu inkârlarıyla kimseye zarar veremeyip) sâdece kendilerine zulmetmekte olmuşturlar.
مَنْ يَهْدِ اللّٰهُ فَهُوَ الْمُهْتَد۪يۚ وَمَنْ يُضْلِلْ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ ﴿١٧٨
178﴿ Allâh (ezelde hidâyeti seçtiğini bildiği ve yarattıktan sonra da irâdesini o yönde kullandığını gördüğü için) kimi hidâyete erdirirse, işte ancak o kişi hidâyet bulandır. Ama (ilm-i ezelîsinde, sapıklığı tercih edeceğini bildiği ve yarattıktan sonra da irâdesini o yönde kullandığını gördüğü için) kimi de saptırırsa, işte sana! Ancak onlar (iki cihanda da zarar ve) hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.