v02.01.25 Geliştirme Notları
A`râf Sûresi
173
Cuz 9
179﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz (ezelî ilmimizle), cinlerden ve insanlardan birçoğunu(n kâfirlik tarafını seçeceğini bildiğimizden dolayı onları) elbette cehennem için yarattık. O kişilere âit (işe yaramaz) birtakım kalpler vardır, (ama) onlar(ı hakkı anlama uğrunda kullanmadıkları için onlar) ile (gerçekleri) anlamazlar. O kimselere has birtakım gözler de vardır, (fakat) onlarla (Allâh’ın yarattıklarına ibret nazarıyla bakmadıkları için âlemde bulunan âyetleri) görmezler. Onlara mahsus birtakım kulaklar da vardır, (lâkin) onlarla (her şeyi duyarlar ama âyet ve vaazları) işit(erek amel et)mezler. İşte sana! Onlar (anlayış kıtlığı, ibret nazarıyla bakmama ve düşünerek dinlememe yönlerinden) hayvanlar gibidir. Hattâ (hayvanlar fayda ve zararı bilip, menfaatlerini celp etme ve tehlikelerden sakınma husûsunda var güçlerini kullanırken) onlar (sonsuz faydaları bırakıp, ebedî azaplara kendilerini mâruz kılarak işi tersine çevirdikleri için hayvanlardan) daha ziyâde (doğru yoldan) sapıtıcıdır(lar). İşte sana! Ancak onlar (kendi kârlarını bilmeyen) gâfil kimselerin tâ kendileridir. Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede ins-ü cinden birçoğunu cehennem için yarattığını bildirmiştir. Aslında onları sâdece Kendisine kulluk etmeleri ve bu sâyede rahmetine mazhar olmaları için yaratmıştır. Nitekim Zâriyât Sûresi’nin 56. âyet-i kerîmesi ile Hûd Sûresi’nin 119. âyet-i kerîmesinde bu hakîkati bildirmiştir. Lâkin ekseriyetin işledikleri kâfirlik ve günahların âkıbeti cehennem olacağı için netîce îtibârıyla onların yaratılmaları cehennem için olmuş demektir. Ama îmân edip amel-i sâlih işleyenlerin âkıbeti cennet olacağından onları cennet için halketmiştir. Fakat onların bir azınlık olacağı bu âyet-i celîleden anlaşılmaktadır.
180﴿ (En güzel ve en şerefli mânâlara delâlet eden en güzel isimlerden ibâret olan) Esmâ-i Hüsnâ ise yalnızca Allâh’a âittir. Öyleyse O’nu onlarla adlandırın /O’na onlarla yalvarın/. (Bu isimleri bırakıp, şerîatta belirtilmemiş birtakım adlar uydurarak) O’nun isimleri husûsunda doğru (yol)dan sapmakta olan kimseleri(n yaptığı yanlışı) ise bırakın. Muhakkak ki onlar sürekli yapmakta oldukları (ilhâd ve zındıklık gibi kötü) şeyler (nedeniy)le cezâlandırılacaklardır.
181﴿ (Cehennem için yaratılan birçok sapık fırka mevcut ise de) Bizim yarattıklarımız içerisinden öyle değerli bir topluluk da vardır ki onlar hak (olan nasîhatler) ile (insanları) hidâyet etmektedirler ve (hiçbir kararlarında zulme sapmayıp) sâdece onunla (hüküm vererek) âdil davranmaktadırlar.
182﴿ Ama o kimseler ki Bizim âyetlerimizi yalanlamışlardır; muhakkak Biz (kendileri hakkında ne kastettiğimizi) bilmedikleri (bir) yönden onları azar azar helâke yaklaştıracağız. (Böylece ilk başta nîmetlerimizi bolca yollayacağız. Onlar da bunun, kendilerinin hak etmiş olduğu bir lütuf eseri olduğunu sanarak azgınlıklarını sürdürecekler, sonunda ise onları gâfil bir hâlde ansızın yakalayacağız.)
183﴿ Böylece Ben onlara (uzun ömürler ve bol rızıklar nasip ederek) mühlet vereceğim. Benim (nîmet şeklinde gösterip, sonunda azâba dönüştürerek uyguladığım) yakalama (usûlü)m (ise) gerçekten (onlara) pek şiddetli (ve zor gelecek)dir.
184﴿ O (müşrik ola)nlar (Safâ tepesine çıkarak: “Ben size gönderilen açık bir uyarıcıyım” diye sabaha kadar nidâlarda bulunan Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i inkâr ederlerken) hiç de düşünmediler mi ki (yakînen tanıdıkları) arkadaşlarında en ufak bir delilik (eseri) yoktur. O ancak, (Allâh tarafından gönderilen ve îkazları kimseye gizli kalmayacak şekilde) apaçık olan büyük bir uyarıcıdır.
185﴿ O (kâfir ola)nlar göklerin ve yer(ler)in büyük mülkü(nün ve saltanatının ortaya koyduğu kudret delilleri) hakkında, ayrıca Allâh’ın yaratmış olduğu herhangi bir şey(in her bir zerresinde mevcut olan âyetler) husûsunda ve ola ki ecelleri hakîkaten iyice yaklaşmıştır (ve bu yüzden bir an evvel kendilerini kurtaracak hak yolu bulmaları gerekmektedir) diye hiç de düşünmediler mi (ki hâlâ o kıymetli Rasûl’e tâbi olamadılar)?! Artık onlar bun(ca âyeti beyân eden Kur’ân gibi bir fesâhat ve belâğat mûcizesine inanmadık)dan sonra hangi (türden) bir habere îmân edecekler?! (Yoksa bundan daha doğru bir haber mi bulacaklar?!)
186﴿ Allâh (ezelî ilminde, bir kimsenin sapıklığı tercih edeceğini bilerek ve yarattıktan sonra da irâdesini o yönde kullandığını görerek) kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir hidâyet edici yoktur. Üstelik O (Allâh-u Te‘âlâ), o (inadına îmândan uzaklaşa)nları azgınlıkları içerisinde bocalar oldukları hâlde bırakmaktadır.
187﴿ (Habîbim!) Sana o (kıyâmet) ân(ın)dan soruyorlar ki: “Onun gerçekleşmesi ne zaman olacaktır?” De ki: “Onun (ne zaman kopacağının) bilgisi ancak Rabbimin nezdindedir (ki, ne mukarreb bir meleğe, ne de gönderdiği bir rasûle onun tam vaktini bildirmemiştir). Vakti (geldiği)nde (ise) onu O’ndan başkası açığa çıkaramaz. (İns-ü cin ve melekler kıyâmetin dehşetinden korktukları için) o(nun haberi), gökler ve yer(de bulunanlar) üzerine ağır gelmiştir. O size ancak (hiç beklemediğiniz bir gaflet ânında) birdenbire karşılaşılarak gelecektir.” (Habîbim!) Sanki sen araştırıp da ondan haberdâr olmuş birisin gibi (onu) sana soruyorlar. De ki: “Onun (ne zaman kopacağının net) bilgisi ancak Allâh nezdindedir. Velâkin insanların çoğu (bu ilmin Allâh-u Te‘âlâ’ya mahsus olduğunu) bilmezler (de onun için bunu sana sorup dururlar).”
سُورَةُ الْاَعْرَافِ
الجزء ٩
١٧٣
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ ﴿١٧٩
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٨٠
وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟ ﴿١٨١
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ ﴿١٨٢
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ ﴿١٨٣
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿١٨٤
اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ ﴿١٨٥
مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١٨٦
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٨٧
A`râf Sûresi
173
Cuz 9
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ ﴿١٧٩
179﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz (ezelî ilmimizle), cinlerden ve insanlardan birçoğunu(n kâfirlik tarafını seçeceğini bildiğimizden dolayı onları) elbette cehennem için yarattık. O kişilere âit (işe yaramaz) birtakım kalpler vardır, (ama) onlar(ı hakkı anlama uğrunda kullanmadıkları için onlar) ile (gerçekleri) anlamazlar. O kimselere has birtakım gözler de vardır, (fakat) onlarla (Allâh’ın yarattıklarına ibret nazarıyla bakmadıkları için âlemde bulunan âyetleri) görmezler. Onlara mahsus birtakım kulaklar da vardır, (lâkin) onlarla (her şeyi duyarlar ama âyet ve vaazları) işit(erek amel et)mezler. İşte sana! Onlar (anlayış kıtlığı, ibret nazarıyla bakmama ve düşünerek dinlememe yönlerinden) hayvanlar gibidir. Hattâ (hayvanlar fayda ve zararı bilip, menfaatlerini celp etme ve tehlikelerden sakınma husûsunda var güçlerini kullanırken) onlar (sonsuz faydaları bırakıp, ebedî azaplara kendilerini mâruz kılarak işi tersine çevirdikleri için hayvanlardan) daha ziyâde (doğru yoldan) sapıtıcıdır(lar). İşte sana! Ancak onlar (kendi kârlarını bilmeyen) gâfil kimselerin tâ kendileridir. Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede ins-ü cinden birçoğunu cehennem için yarattığını bildirmiştir. Aslında onları sâdece Kendisine kulluk etmeleri ve bu sâyede rahmetine mazhar olmaları için yaratmıştır. Nitekim Zâriyât Sûresi’nin 56. âyet-i kerîmesi ile Hûd Sûresi’nin 119. âyet-i kerîmesinde bu hakîkati bildirmiştir. Lâkin ekseriyetin işledikleri kâfirlik ve günahların âkıbeti cehennem olacağı için netîce îtibârıyla onların yaratılmaları cehennem için olmuş demektir. Ama îmân edip amel-i sâlih işleyenlerin âkıbeti cennet olacağından onları cennet için halketmiştir. Fakat onların bir azınlık olacağı bu âyet-i celîleden anlaşılmaktadır.
وَلِلّٰهِ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى فَادْعُوهُ بِهَاۖ وَذَرُوا الَّذ۪ينَ يُلْحِدُونَ ف۪ٓي اَسْمَٓائِه۪ۜ سَيُجْزَوْنَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٨٠
180﴿ (En güzel ve en şerefli mânâlara delâlet eden en güzel isimlerden ibâret olan) Esmâ-i Hüsnâ ise yalnızca Allâh’a âittir. Öyleyse O’nu onlarla adlandırın /O’na onlarla yalvarın/. (Bu isimleri bırakıp, şerîatta belirtilmemiş birtakım adlar uydurarak) O’nun isimleri husûsunda doğru (yol)dan sapmakta olan kimseleri(n yaptığı yanlışı) ise bırakın. Muhakkak ki onlar sürekli yapmakta oldukları (ilhâd ve zındıklık gibi kötü) şeyler (nedeniy)le cezâlandırılacaklardır.
وَمِمَّنْ خَلَقْنَٓا اُمَّةٌ يَهْدُونَ بِالْحَقِّ وَبِه۪ يَعْدِلُونَ۟ ﴿١٨١
181﴿ (Cehennem için yaratılan birçok sapık fırka mevcut ise de) Bizim yarattıklarımız içerisinden öyle değerli bir topluluk da vardır ki onlar hak (olan nasîhatler) ile (insanları) hidâyet etmektedirler ve (hiçbir kararlarında zulme sapmayıp) sâdece onunla (hüküm vererek) âdil davranmaktadırlar.
وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا سَنَسْتَدْرِجُهُمْ مِنْ حَيْثُ لَا يَعْلَمُونَۚ ﴿١٨٢
182﴿ Ama o kimseler ki Bizim âyetlerimizi yalanlamışlardır; muhakkak Biz (kendileri hakkında ne kastettiğimizi) bilmedikleri (bir) yönden onları azar azar helâke yaklaştıracağız. (Böylece ilk başta nîmetlerimizi bolca yollayacağız. Onlar da bunun, kendilerinin hak etmiş olduğu bir lütuf eseri olduğunu sanarak azgınlıklarını sürdürecekler, sonunda ise onları gâfil bir hâlde ansızın yakalayacağız.)
وَاُمْل۪ي لَهُمْۜ اِنَّ كَيْد۪ي مَت۪ينٌ ﴿١٨٣
183﴿ Böylece Ben onlara (uzun ömürler ve bol rızıklar nasip ederek) mühlet vereceğim. Benim (nîmet şeklinde gösterip, sonunda azâba dönüştürerek uyguladığım) yakalama (usûlü)m (ise) gerçekten (onlara) pek şiddetli (ve zor gelecek)dir.
اَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا مَا بِصَاحِبِهِمْ مِنْ جِنَّةٍۜ اِنْ هُوَ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿١٨٤
184﴿ O (müşrik ola)nlar (Safâ tepesine çıkarak: “Ben size gönderilen açık bir uyarıcıyım” diye sabaha kadar nidâlarda bulunan Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i inkâr ederlerken) hiç de düşünmediler mi ki (yakînen tanıdıkları) arkadaşlarında en ufak bir delilik (eseri) yoktur. O ancak, (Allâh tarafından gönderilen ve îkazları kimseye gizli kalmayacak şekilde) apaçık olan büyük bir uyarıcıdır.
اَوَلَمْ يَنْظُرُوا ف۪ي مَلَكُوتِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا خَلَقَ اللّٰهُ مِنْ شَيْءٍۙ وَاَنْ عَسٰٓى اَنْ يَكُونَ قَدِ اقْتَرَبَ اَجَلُهُمْۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَهُ يُؤْمِنُونَ ﴿١٨٥
185﴿ O (kâfir ola)nlar göklerin ve yer(ler)in büyük mülkü(nün ve saltanatının ortaya koyduğu kudret delilleri) hakkında, ayrıca Allâh’ın yaratmış olduğu herhangi bir şey(in her bir zerresinde mevcut olan âyetler) husûsunda ve ola ki ecelleri hakîkaten iyice yaklaşmıştır (ve bu yüzden bir an evvel kendilerini kurtaracak hak yolu bulmaları gerekmektedir) diye hiç de düşünmediler mi (ki hâlâ o kıymetli Rasûl’e tâbi olamadılar)?! Artık onlar bun(ca âyeti beyân eden Kur’ân gibi bir fesâhat ve belâğat mûcizesine inanmadık)dan sonra hangi (türden) bir habere îmân edecekler?! (Yoksa bundan daha doğru bir haber mi bulacaklar?!)
مَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَلَا هَادِيَ لَهُۜ وَيَذَرُهُمْ ف۪ي طُغْيَانِهِمْ يَعْمَهُونَ ﴿١٨٦
186﴿ Allâh (ezelî ilminde, bir kimsenin sapıklığı tercih edeceğini bilerek ve yarattıktan sonra da irâdesini o yönde kullandığını görerek) kimi saptırırsa, artık onun için hiçbir hidâyet edici yoktur. Üstelik O (Allâh-u Te‘âlâ), o (inadına îmândan uzaklaşa)nları azgınlıkları içerisinde bocalar oldukları hâlde bırakmaktadır.
يَسْـَٔلُونَكَ عَنِ السَّاعَةِ اَيَّانَ مُرْسٰيهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ رَبّ۪يۚ لَا يُجَلّ۪يهَا لِوَقْتِهَٓا اِلَّا هُوَۜ ثَقُلَتْ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ لَا تَأْت۪يكُمْ اِلَّا بَغْتَةًۜ يَسْـَٔلُونَكَ كَاَنَّكَ حَفِيٌّ عَنْهَاۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٨٧
187﴿ (Habîbim!) Sana o (kıyâmet) ân(ın)dan soruyorlar ki: “Onun gerçekleşmesi ne zaman olacaktır?” De ki: “Onun (ne zaman kopacağının) bilgisi ancak Rabbimin nezdindedir (ki, ne mukarreb bir meleğe, ne de gönderdiği bir rasûle onun tam vaktini bildirmemiştir). Vakti (geldiği)nde (ise) onu O’ndan başkası açığa çıkaramaz. (İns-ü cin ve melekler kıyâmetin dehşetinden korktukları için) o(nun haberi), gökler ve yer(de bulunanlar) üzerine ağır gelmiştir. O size ancak (hiç beklemediğiniz bir gaflet ânında) birdenbire karşılaşılarak gelecektir.” (Habîbim!) Sanki sen araştırıp da ondan haberdâr olmuş birisin gibi (onu) sana soruyorlar. De ki: “Onun (ne zaman kopacağının net) bilgisi ancak Allâh nezdindedir. Velâkin insanların çoğu (bu ilmin Allâh-u Te‘âlâ’ya mahsus olduğunu) bilmezler (de onun için bunu sana sorup dururlar).”