v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
18
Cuz 1
120﴿ (Habîbim!) Sen onların dînine tamâmen uyuncaya kadar, Yahûdîler aslâ senden râzı olmayacak, Hristiyanlar da (râzı) olmayacak. Sen (onlara hitâben:) “Allâh’ın hidâyeti (ve dosdoğru yolu olan İslâm var ya), şüphesiz ki ancak o (iki cihan saâdetine ulaştıracak istikāmeti gösteren) hidâyetin ta kendisidir. (Sizin dâvet ettiğiniz sapık yolların ise hidâyetle hiçbir alâkası yoktur)” de. Andolsun ki; eğer (İslâm’ın doğruluğuna dâir) sana gelmiş olan (bunca) ilimden sonra yine de onların (bâtıl görüşlerine ve) kötü arzularına uyacak olursan, Allâh’tan (başına gelecek belâlara karşı) senin için bir dost da yoktur, yardımcı da yoktur.
121﴿ O kimseler ki; kendilerine o (Tevrât ve İncîl) kitap(ların)ı vermişizdir; (onlar da ona gerçek mânâda inanmışlardır işte) onlar onu hak ettiği tilâvet (şekl)iyle art arda okumaktadırlar (onlar kitaplarının lafzını değiştirmezler, mânâsını düşünürler ve gereğiyle amel ederler). (Habîbim!) İşte sana! Onlar o (kendilerine verilen kitapları)na (gerçekten) îmân etmektedirler (bu yüzden kitaplarında konu edilen âhir zaman peygamberine îmân etmekte de hiç zorluk çekmemiştirler). Ama her kim (kitabı değiştirerek ya da hükümlerini reddederek) onu inkâr ederse, işte sana! Ancak onlar (îmânı inkâr ile, hidâyeti de sapıklık ile değiştirdikleri için kendilerini maddî ve mânevî zarara düşürerek) hüsrâna uğramış kimselerdir.
122﴿ Ey İsrâîl (isimli Ya‘kûb nebînin) oğulları! (Gafleti bırakın da) üzerinize in‘âm etmiş bulunduğum o(nca) nîmetimi hatırlayın; bir de (şu iyiliğimi unutmayın ki) Ben sizi(n atalarınızı) o (kendi zamanlarında yaşayan) âlemler üzerine gerçekten üstün kılmıştım. (Artık İslâm’ı kabûl edin de bu şerefi zâyi etmeyin.)
123﴿ Yine siz iyice sakının o büyük gün(ün azâbının şiddetin)den ki; (o günde mümin-kâfir) hiçbir kişi hiçbir kimseden (azâbı kaldırmak için) herhangi bir şey ödeyemeyecektir, (mümin-kâfir) hiçbir kimseden (azaptan kurtulmak için teklif edeceği) hiçbir fidye de kabûl olunmayacaktır, hiçbir (aracılık ve) şefâat de o (kâfir ola)na fayda vermeyecektir ve o (azâba müstehak ola)nlar (hiçbir kimse tarafından) yardım da olunmayacaklardır.
124﴿ (Hatırlayın) bir zamânı da ki; Rabbi birtakım (emirleri ifâde eden) kelimelerle İbrâhîm’i imtihan (yapanın muâmelesine tâbi) etmişti de o bunları tam olarak yerine getirmişti. (Bunun üzerine) O (Rabbi): “Şüphesiz ki Ben seni insanlar için (dînî konularda kendisine uyulan) bir imam yapıcıyım” buyurmuştu. O (İbrâhîm (Aleyhisselâm)): “Zürriyetimden de (imamlar yapar mısın?)” demişti. O da: “Benim (dinde önder yapma sözüm ve bu husustaki) ahdim o (en büyük zulüm olan şirk suçunu işlemiş) zâlimlere ulaşmaz” buyurmuştu. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; bu kelimelerle emredilen vazîfeler; bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, ağza su vermek, buruna su vermek, tırnakları kısaltmak, parmak eklemlerindeki kirleri yıkamak, koltuk altını yolmak, eteği tıraş etmek ve suyla tahâretlenmekten ibârettir. (en-Nesefî, el-Hâzin, el-Âlûsî)
125﴿ Bir zamânı da (yâd edin) ki; Biz o Beyt’i (Harâm olan Kâ‘be-i Muazzama’yı) insanlar için bir toplanma yeri ve (kendisine sığınanlar için güvenlik sağlayan) bir emniyet (mahalli) yapmıştık ve: “İbrâhîm’in makāmından bir namazgâh edinin” (diye size emretmiştik). İbrâhîm’e ve İsmâ‘îl’e de: “Tavâf yapanlar, (Mekke’de ibâdet için mücâvir bulunarak) îtikâf yapanlar ve kendileri (namaz kılarken) rükû edip secde yapan kimseler (Benim evime geldiklerinde onu tertemiz bulsunlar) için ikiniz de Benim Beytimi titizlikle temizleyin” diye emretmiştik.
126﴿ (Hatırlayın) bir vakti de ki; İbrâhîm: “Ey Rabbim! İşte bu (Mekke nâmındaki Ümmü’l-ku)rayı güvenli bir şehir yap, bir de ehlini(n tümü için duâ edemesem de); onlardan Allâh’a ve o (dünyâ günlerinin) son(unda gelip ebedî devâm edecek olan mahşer) gün(ün)e îmân etmiş olanları mahsullerden rızıklandır” demişti. (Buna karşılık) O (Rabbi): “(Rızkım sâdece mümine mahsus değildir) kim kâfir olduysa; onu da (yaşadığı sürece) pek az (bir zaman rızkımdan) faydalandıracağım, sonra kendisini o (cehennem) ateşin(in) azâbına (girmeye) mecbur bırakacağım. O(nlar için kaçınılmaz olarak) varılacak yer (olan cehennem) ne de kötü oldu” buyurmuştu.
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ١
١٨
وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿١٢٠
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿١٢١
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ ﴿١٢٢
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿١٢٣
وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًاۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ ﴿١٢٤
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًاۜ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ﴿١٢٥
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَدًا اٰمِنًا وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلًا ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿١٢٦
Bakara Sûresi
18
Cuz 1
وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَا النَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْۜ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰىۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ الَّذ۪ي جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿١٢٠
120﴿ (Habîbim!) Sen onların dînine tamâmen uyuncaya kadar, Yahûdîler aslâ senden râzı olmayacak, Hristiyanlar da (râzı) olmayacak. Sen (onlara hitâben:) “Allâh’ın hidâyeti (ve dosdoğru yolu olan İslâm var ya), şüphesiz ki ancak o (iki cihan saâdetine ulaştıracak istikāmeti gösteren) hidâyetin ta kendisidir. (Sizin dâvet ettiğiniz sapık yolların ise hidâyetle hiçbir alâkası yoktur)” de. Andolsun ki; eğer (İslâm’ın doğruluğuna dâir) sana gelmiş olan (bunca) ilimden sonra yine de onların (bâtıl görüşlerine ve) kötü arzularına uyacak olursan, Allâh’tan (başına gelecek belâlara karşı) senin için bir dost da yoktur, yardımcı da yoktur.
اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَتْلُونَهُ حَقَّ تِلَاوَتِه۪ۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿١٢١
121﴿ O kimseler ki; kendilerine o (Tevrât ve İncîl) kitap(ların)ı vermişizdir; (onlar da ona gerçek mânâda inanmışlardır işte) onlar onu hak ettiği tilâvet (şekl)iyle art arda okumaktadırlar (onlar kitaplarının lafzını değiştirmezler, mânâsını düşünürler ve gereğiyle amel ederler). (Habîbim!) İşte sana! Onlar o (kendilerine verilen kitapları)na (gerçekten) îmân etmektedirler (bu yüzden kitaplarında konu edilen âhir zaman peygamberine îmân etmekte de hiç zorluk çekmemiştirler). Ama her kim (kitabı değiştirerek ya da hükümlerini reddederek) onu inkâr ederse, işte sana! Ancak onlar (îmânı inkâr ile, hidâyeti de sapıklık ile değiştirdikleri için kendilerini maddî ve mânevî zarara düşürerek) hüsrâna uğramış kimselerdir.
يَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ اذْكُرُوا نِعْمَتِيَ الَّت۪ٓي اَنْعَمْتُ عَلَيْكُمْ وَاَنّ۪ي فَضَّلْتُكُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَ ﴿١٢٢
122﴿ Ey İsrâîl (isimli Ya‘kûb nebînin) oğulları! (Gafleti bırakın da) üzerinize in‘âm etmiş bulunduğum o(nca) nîmetimi hatırlayın; bir de (şu iyiliğimi unutmayın ki) Ben sizi(n atalarınızı) o (kendi zamanlarında yaşayan) âlemler üzerine gerçekten üstün kılmıştım. (Artık İslâm’ı kabûl edin de bu şerefi zâyi etmeyin.)
وَاتَّقُوا يَوْمًا لَا تَجْز۪ي نَفْسٌ عَنْ نَفْسٍ شَيْـًٔا وَلَا يُقْبَلُ مِنْهَا عَدْلٌ وَلَا تَنْفَعُهَا شَفَاعَةٌ وَلَا هُمْ يُنْصَرُونَ ﴿١٢٣
123﴿ Yine siz iyice sakının o büyük gün(ün azâbının şiddetin)den ki; (o günde mümin-kâfir) hiçbir kişi hiçbir kimseden (azâbı kaldırmak için) herhangi bir şey ödeyemeyecektir, (mümin-kâfir) hiçbir kimseden (azaptan kurtulmak için teklif edeceği) hiçbir fidye de kabûl olunmayacaktır, hiçbir (aracılık ve) şefâat de o (kâfir ola)na fayda vermeyecektir ve o (azâba müstehak ola)nlar (hiçbir kimse tarafından) yardım da olunmayacaklardır.
وَاِذِ ابْتَلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ رَبُّهُ بِكَلِمَاتٍ فَاَتَمَّهُنَّۜ قَالَ اِنّ۪ي جَاعِلُكَ لِلنَّاسِ اِمَامًاۜ قَالَ وَمِنْ ذُرِّيَّت۪يۜ قَالَ لَا يَنَالُ عَهْدِي الظَّالِم۪ينَ ﴿١٢٤
124﴿ (Hatırlayın) bir zamânı da ki; Rabbi birtakım (emirleri ifâde eden) kelimelerle İbrâhîm’i imtihan (yapanın muâmelesine tâbi) etmişti de o bunları tam olarak yerine getirmişti. (Bunun üzerine) O (Rabbi): “Şüphesiz ki Ben seni insanlar için (dînî konularda kendisine uyulan) bir imam yapıcıyım” buyurmuştu. O (İbrâhîm (Aleyhisselâm)): “Zürriyetimden de (imamlar yapar mısın?)” demişti. O da: “Benim (dinde önder yapma sözüm ve bu husustaki) ahdim o (en büyük zulüm olan şirk suçunu işlemiş) zâlimlere ulaşmaz” buyurmuştu. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; bu kelimelerle emredilen vazîfeler; bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, ağza su vermek, buruna su vermek, tırnakları kısaltmak, parmak eklemlerindeki kirleri yıkamak, koltuk altını yolmak, eteği tıraş etmek ve suyla tahâretlenmekten ibârettir. (en-Nesefî, el-Hâzin, el-Âlûsî)
وَاِذْ جَعَلْنَا الْبَيْتَ مَثَابَةً لِلنَّاسِ وَاَمْنًاۜ وَاتَّخِذُوا مِنْ مَقَامِ اِبْرٰه۪يمَ مُصَلًّىۜ وَعَهِدْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ اَنْ طَهِّرَا بَيْتِيَ لِلطَّٓائِف۪ينَ وَالْعَاكِف۪ينَ وَالرُّكَّعِ السُّجُودِ ﴿١٢٥
125﴿ Bir zamânı da (yâd edin) ki; Biz o Beyt’i (Harâm olan Kâ‘be-i Muazzama’yı) insanlar için bir toplanma yeri ve (kendisine sığınanlar için güvenlik sağlayan) bir emniyet (mahalli) yapmıştık ve: “İbrâhîm’in makāmından bir namazgâh edinin” (diye size emretmiştik). İbrâhîm’e ve İsmâ‘îl’e de: “Tavâf yapanlar, (Mekke’de ibâdet için mücâvir bulunarak) îtikâf yapanlar ve kendileri (namaz kılarken) rükû edip secde yapan kimseler (Benim evime geldiklerinde onu tertemiz bulsunlar) için ikiniz de Benim Beytimi titizlikle temizleyin” diye emretmiştik.
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اجْعَلْ هٰذَا بَلَدًا اٰمِنًا وَارْزُقْ اَهْلَهُ مِنَ الثَّمَرَاتِ مَنْ اٰمَنَ مِنْهُمْ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ قَالَ وَمَنْ كَفَرَ فَاُمَتِّعُهُ قَل۪يلًا ثُمَّ اَضْطَرُّهُٓ اِلٰى عَذَابِ النَّارِۜ وَبِئْسَ الْمَص۪يرُ ﴿١٢٦
126﴿ (Hatırlayın) bir vakti de ki; İbrâhîm: “Ey Rabbim! İşte bu (Mekke nâmındaki Ümmü’l-ku)rayı güvenli bir şehir yap, bir de ehlini(n tümü için duâ edemesem de); onlardan Allâh’a ve o (dünyâ günlerinin) son(unda gelip ebedî devâm edecek olan mahşer) gün(ün)e îmân etmiş olanları mahsullerden rızıklandır” demişti. (Buna karşılık) O (Rabbi): “(Rızkım sâdece mümine mahsus değildir) kim kâfir olduysa; onu da (yaşadığı sürece) pek az (bir zaman rızkımdan) faydalandıracağım, sonra kendisini o (cehennem) ateşin(in) azâbına (girmeye) mecbur bırakacağım. O(nlar için kaçınılmaz olarak) varılacak yer (olan cehennem) ne de kötü oldu” buyurmuştu.