v02.01.25 Geliştirme Notları
Enfâl Sûresi
180
Cuz 9
34﴿ (Habîbim! Sen ve ashâbın onların içinden tamâmen ayrıldıktan sonra) onlar(ın azâba uğratılmasın)a da ne (mâni) olmuş ki; Allâh kendilerine azap etmesin?! Hâlbuki onlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i ve müminleri) Mescid-i Haram’dan engellemektedirler, üstelik onlar (müşrik oldukları için) onun (yönetimini üstlenmeyi hak etmiş) velî (ve mütevellî)-leri de değildirler. Onun velîleri (ve Kâ‘be’yi koruyup gözetmekle mükellef olan mütevellîleri) ise /O (Allâh-u Sübhânehû)nun dostları ise/ ancak o (şirkten ve haramlardan sakınan) takvâ sâhibi kimselerdir. Lâkin onların çoğu da (bu hakîkati) bilmezler. (Bir kısmı bilir ama onlar da bile bile inat ederler.)
35﴿ O (müşrik ola)nların o Beyt(-i Şerîf)in yanındaki duâları /namazları/ ise, bir ıslık çalma ve (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in okuduğu âyetler duyulmasın diye) bir el çırpmadan başka bir şey değildir. İşte bu nedenle (o kâfirlere Bedir’de olduğu gibi, cehennemde de:)(Bunca hakîkati) sürekli inkâr etmekte olmanız sebebiyle artık tadın bu azâbı” (buyrulacaktır). İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiği üzere; Kureyş müşrikleri Beytullâh’ı çıplak vaziyette tavâf ederlerken parmaklarıyla ıslık çalarlar ve alkış tutarlardı. Bâzen de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namaz kılarken onun kırâatini karıştırmak için özellikle ona doğru yönelerek bu hareketleri yaparlardı. İşte bu âyet-i kerîmede onların bu davranışları kınanmaktadır. (el-Beyzâvî, en-Nesefî)
36﴿ Şüphesiz ki; kâfir olmuş o kimseler (insanları) Allâh’ın yolundan engellesinler diye (Bedir ve Uhud gibi harp günlerinde Müslümanlarla savaşacak olan arkadaşlarına ziyâfet çekerek pek çok) mallarını harcıyorlar. Yakında onları (daha fazla) harcayacaklar ama sonra onlar(ın bu tüketimleri dünyâda bir şeye yaramayacağı gibi, üstelik âhirette azaplarına sebep olacağından dolayı o mallar) kendilerine büyük bir pişmanlık (vesîlesi) olacaktır. (O müşrikler arada bir gâlip olsalar bile) sonra mağlup edileceklerdir. Zâten o(nlar içerisinden) kâfir (olarak helâk) olmuş kişiler (âhirette de) ancak cehenneme sevk olunacaklardır. Allâh-u Te‘âlâ kâfirlerin boşu boşuna yaptıkları bedenî ibâdetlerinin peşi sıra, âhirette hiçbir yarar göremeyecekleri mâlî ibâdetlerini bu âyet-i kerîmede konu etmiştir. Bu âyet-i kerîme Bedir günü müşrik ordusuna yemek yediren on iki kişi hakkında nâzil olmuştur ki, aralarında Ebû Cehil, Nadr ibnü Hâris ve Übeyy ibnü Halef gibi tanınmış kâfirler mevcuttur. Bunlardan her biri her gün on deve keserek orduya yedirirlerdi. İçlerinden sâdece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in amcası Abbâs ile Hakîm ibnü Hizâm (Radıyallâhu Anhümâ) Müslüman olmuştur. Rivâye göre; Ebû Süfyân Uhud günü Araplardan topladığı kalabalık dışında iki bin kişiyi kirâlayarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı savaşa çıkardı ve onlara kırk okka altın harcama yaptı. İşte Allâh-u Te‘âlâ kâfirlerin İslâm’ı engelleme uğrunda yaptıkları bu gibi harcamaların netîcede kendilerine pişmanlık olarak döneceğini beyân sadedinde bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu. Tabî ki Ebû Süfyân (Radıyallâhu Anh) da Mekke fethi günü İslâm ile şereflenmiş ve bağışlanmıştır. Nitekim bir sonraki âyet-i kerîme buna işâret etmektedir. (el-Beyzâvî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Hâzin, el-Âlûsî)
37﴿ (Kâfirler ancak cehenneme sevk olunacaklardır) tâ ki (böylece) Allâh, pis (olan kâfirler)i temiz (müminler)den ayırsın da, pisin bir kısmını diğer bir kısım üzerine koysun sonra onu topluca üst üste yığsın, netîcede onu(n tamâmını ve kâfirlerin tümünü) cehennemin içine at(ıp bırak)sın. İşte sana! Ancak onlar, (canlarını da, mallarını da kaybettiklerinden tam mânâsıyla) hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.
38﴿ (Habîbim!) O (Ebû Süfyân ve arkadaşları gibi) kâfir olmuş kimselere de ki: “Eğer onlar (İslâm’a girer ve sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş olan (kötü) şeyler kendileri için muhakkak ki bağışlanacaktır. Ama (düşmanlığa) tekrar dönerlerse (Allâh-u Te‘âlâ’nın geçmiş peygamberlerle savaşa kalkan) önceki (kâfir)lerin (hakkında işlettiği azap) sünneti (ve değişmeyen cezâlandırma kuralı) kesinlikle (gözlerinin önünde gelip) geçmiştir.” (Nitekim Bedir’de de arkadaşlarının başına geleni görmüşlerdir. Hâlâ îmâna gelmezlerse buna benzer bir belâyı pek yakında beklesinler.)
39﴿ Böylece siz (müşriklerde) en ufak bir (kâfirlik) fitne(si ve îmânsızlık eseri ortada) bulunmayıncaya kadar ve din (tâat, ibâdet ve teslîmiyet) tümüyle Allâh’a âit ol(up bâtıl dinlerin izleri kendilerinden kaybol)uncaya dek onlarla savaşın. Artık eğer (kâfirlikten) vazgeç(ip İslâm’a gir)erlerse, işte şüphesiz ki Allâh onların (iyilik nâmına) yapmakta olduğu şeyleri (hakkıyla görüp, mükâfâtını verecek olan bir) Basîr’dir.
40﴿ Ama onlar (kâfirliği bırakmayıp îmândan) yüz çevirecek olurlarsa, (ey müminler) siz bilin ki; gerçekten de Allâh sizin (yardımcınız, koruyucunuz ve) Mevlânız’dır. (O hâlde ancak O’na güvenin, bunların düşmanlığını hiç önemsemeyin.) O (dâima mümin kulları için) ne güzel Mevlâ olmuştur (ki, sâhiplendiği bir kulu aslâ zâyi etmez) ve O (dilediklerine sürekli yardım eden) ne güzel (bir) Nasîr olmuştur (ki, yardım ettiği kimseler aslâ yenik düşmez)!
سُورَةُ الْاَنْفَالِ
الجزء ٩
١٨٠
وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٤
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٥
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ ﴿٣٦
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعًا فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿٣٧
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٣٨
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿٣٩
وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ ﴿٤٠
Enfâl Sûresi
180
Cuz 9
وَمَا لَهُمْ اَلَّا يُعَذِّبَهُمُ اللّٰهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُٓوا اَوْلِيَٓاءَهُۜ اِنْ اَوْلِيَٓاؤُ۬هُٓ اِلَّا الْمُتَّقُونَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٤
34﴿ (Habîbim! Sen ve ashâbın onların içinden tamâmen ayrıldıktan sonra) onlar(ın azâba uğratılmasın)a da ne (mâni) olmuş ki; Allâh kendilerine azap etmesin?! Hâlbuki onlar (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i ve müminleri) Mescid-i Haram’dan engellemektedirler, üstelik onlar (müşrik oldukları için) onun (yönetimini üstlenmeyi hak etmiş) velî (ve mütevellî)-leri de değildirler. Onun velîleri (ve Kâ‘be’yi koruyup gözetmekle mükellef olan mütevellîleri) ise /O (Allâh-u Sübhânehû)nun dostları ise/ ancak o (şirkten ve haramlardan sakınan) takvâ sâhibi kimselerdir. Lâkin onların çoğu da (bu hakîkati) bilmezler. (Bir kısmı bilir ama onlar da bile bile inat ederler.)
وَمَا كَانَ صَلَاتُهُمْ عِنْدَ الْبَيْتِ اِلَّا مُكَٓاءً وَتَصْدِيَةًۜ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٥
35﴿ O (müşrik ola)nların o Beyt(-i Şerîf)in yanındaki duâları /namazları/ ise, bir ıslık çalma ve (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in okuduğu âyetler duyulmasın diye) bir el çırpmadan başka bir şey değildir. İşte bu nedenle (o kâfirlere Bedir’de olduğu gibi, cehennemde de:)(Bunca hakîkati) sürekli inkâr etmekte olmanız sebebiyle artık tadın bu azâbı” (buyrulacaktır). İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiği üzere; Kureyş müşrikleri Beytullâh’ı çıplak vaziyette tavâf ederlerken parmaklarıyla ıslık çalarlar ve alkış tutarlardı. Bâzen de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) namaz kılarken onun kırâatini karıştırmak için özellikle ona doğru yönelerek bu hareketleri yaparlardı. İşte bu âyet-i kerîmede onların bu davranışları kınanmaktadır. (el-Beyzâvî, en-Nesefî)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَۙ ﴿٣٦
36﴿ Şüphesiz ki; kâfir olmuş o kimseler (insanları) Allâh’ın yolundan engellesinler diye (Bedir ve Uhud gibi harp günlerinde Müslümanlarla savaşacak olan arkadaşlarına ziyâfet çekerek pek çok) mallarını harcıyorlar. Yakında onları (daha fazla) harcayacaklar ama sonra onlar(ın bu tüketimleri dünyâda bir şeye yaramayacağı gibi, üstelik âhirette azaplarına sebep olacağından dolayı o mallar) kendilerine büyük bir pişmanlık (vesîlesi) olacaktır. (O müşrikler arada bir gâlip olsalar bile) sonra mağlup edileceklerdir. Zâten o(nlar içerisinden) kâfir (olarak helâk) olmuş kişiler (âhirette de) ancak cehenneme sevk olunacaklardır. Allâh-u Te‘âlâ kâfirlerin boşu boşuna yaptıkları bedenî ibâdetlerinin peşi sıra, âhirette hiçbir yarar göremeyecekleri mâlî ibâdetlerini bu âyet-i kerîmede konu etmiştir. Bu âyet-i kerîme Bedir günü müşrik ordusuna yemek yediren on iki kişi hakkında nâzil olmuştur ki, aralarında Ebû Cehil, Nadr ibnü Hâris ve Übeyy ibnü Halef gibi tanınmış kâfirler mevcuttur. Bunlardan her biri her gün on deve keserek orduya yedirirlerdi. İçlerinden sâdece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in amcası Abbâs ile Hakîm ibnü Hizâm (Radıyallâhu Anhümâ) Müslüman olmuştur. Rivâye göre; Ebû Süfyân Uhud günü Araplardan topladığı kalabalık dışında iki bin kişiyi kirâlayarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e karşı savaşa çıkardı ve onlara kırk okka altın harcama yaptı. İşte Allâh-u Te‘âlâ kâfirlerin İslâm’ı engelleme uğrunda yaptıkları bu gibi harcamaların netîcede kendilerine pişmanlık olarak döneceğini beyân sadedinde bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu. Tabî ki Ebû Süfyân (Radıyallâhu Anh) da Mekke fethi günü İslâm ile şereflenmiş ve bağışlanmıştır. Nitekim bir sonraki âyet-i kerîme buna işâret etmektedir. (el-Beyzâvî, Ebu’s-Su‘ûd, el-Hâzin, el-Âlûsî)
لِيَم۪يزَ اللّٰهُ الْخَب۪يثَ مِنَ الطَّيِّبِ وَيَجْعَلَ الْخَب۪يثَ بَعْضَهُ عَلٰى بَعْضٍ فَيَرْكُمَهُ جَم۪يعًا فَيَجْعَلَهُ ف۪ي جَهَنَّمَۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿٣٧
37﴿ (Kâfirler ancak cehenneme sevk olunacaklardır) tâ ki (böylece) Allâh, pis (olan kâfirler)i temiz (müminler)den ayırsın da, pisin bir kısmını diğer bir kısım üzerine koysun sonra onu topluca üst üste yığsın, netîcede onu(n tamâmını ve kâfirlerin tümünü) cehennemin içine at(ıp bırak)sın. İşte sana! Ancak onlar, (canlarını da, mallarını da kaybettiklerinden tam mânâsıyla) hüsrâna uğrayanların ta kendileridir.
قُلْ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ يَنْتَهُوا يُغْفَرْ لَهُمْ مَا قَدْ سَلَفَۚ وَاِنْ يَعُودُوا فَقَدْ مَضَتْ سُنَّتُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٣٨
38﴿ (Habîbim!) O (Ebû Süfyân ve arkadaşları gibi) kâfir olmuş kimselere de ki: “Eğer onlar (İslâm’a girer ve sana düşmanlıktan) vazgeçerlerse, geçmiş olan (kötü) şeyler kendileri için muhakkak ki bağışlanacaktır. Ama (düşmanlığa) tekrar dönerlerse (Allâh-u Te‘âlâ’nın geçmiş peygamberlerle savaşa kalkan) önceki (kâfir)lerin (hakkında işlettiği azap) sünneti (ve değişmeyen cezâlandırma kuralı) kesinlikle (gözlerinin önünde gelip) geçmiştir.” (Nitekim Bedir’de de arkadaşlarının başına geleni görmüşlerdir. Hâlâ îmâna gelmezlerse buna benzer bir belâyı pek yakında beklesinler.)
وَقَاتِلُوهُمْ حَتّٰى لَا تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدّ۪ينُ كُلُّهُ لِلّٰهِۚ فَاِنِ انْتَهَوْا فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿٣٩
39﴿ Böylece siz (müşriklerde) en ufak bir (kâfirlik) fitne(si ve îmânsızlık eseri ortada) bulunmayıncaya kadar ve din (tâat, ibâdet ve teslîmiyet) tümüyle Allâh’a âit ol(up bâtıl dinlerin izleri kendilerinden kaybol)uncaya dek onlarla savaşın. Artık eğer (kâfirlikten) vazgeç(ip İslâm’a gir)erlerse, işte şüphesiz ki Allâh onların (iyilik nâmına) yapmakta olduğu şeyleri (hakkıyla görüp, mükâfâtını verecek olan bir) Basîr’dir.
وَاِنْ تَوَلَّوْا فَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَوْلٰيكُمْۜ نِعْمَ الْمَوْلٰى وَنِعْمَ النَّص۪يرُ ﴿٤٠
40﴿ Ama onlar (kâfirliği bırakmayıp îmândan) yüz çevirecek olurlarsa, (ey müminler) siz bilin ki; gerçekten de Allâh sizin (yardımcınız, koruyucunuz ve) Mevlânız’dır. (O hâlde ancak O’na güvenin, bunların düşmanlığını hiç önemsemeyin.) O (dâima mümin kulları için) ne güzel Mevlâ olmuştur (ki, sâhiplendiği bir kulu aslâ zâyi etmez) ve O (dilediklerine sürekli yardım eden) ne güzel (bir) Nasîr olmuştur (ki, yardım ettiği kimseler aslâ yenik düşmez)!