v02.01.25 Geliştirme Notları
Enfâl Sûresi
182
Cuz 10
46﴿ Yine siz (cihâda çıkmak ve düşmana karşı sebât etmek gibi tüm emirlerinde) Allâh’a ve Rasûlüne itâat edin. (Bedir’e çıkış hakkında yaptığınız gibi görüş ayrılığına düşerek başka konularda da) çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız ve (kuvvetinizi temin etmek üzere arkanızdan esen) rüzgârınız (kaybolup) gider. Bir de (kâfirlerle muhârebede bozguna uğramamak için) sabırlı olun. Şüphesiz ki Allâh(ın yardım ve desteği) sabırlı olanlarla berâberdir.
47﴿ (Ey Müslümanlar! Nîmetlerinin çokluğundan dolayı şükrü unutan) o (şımarık ve riyâkâr) kimseler gibi olmayın ki, onlar iftihâr ve insanlara gösteriş için yurtlarından (kervanı kurtarma gâyesiyle) çıkmıştılar ve Allâh’ın yolun(a uymak)dan (insanları) alıkoymaktaydılar. (Bilakis siz onlar gibi şımarık olmayıp takvâ ve ihlâs ehlinden olmaya çalışarak Allâh korkusuyla hareket ederek şımarıklıktan ve riyâkârlıktan uzak durun.) Ama Allâh onların yapmakta oldukları şeyleri (ilmiyle çepeçevre) kuşatıcıdır (ve hak ettikleri cezâyı da kendilerine verecektir).
48﴿ (Habîbim! Anlat) o zamânı da ki; şeytan onlara (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e düşmanlık husûsunda) yaptıklarını çokça hoş göstermiş ve (Sürâka ibnü Mâlik’in sûretinde kendilerine görünerek): “Bugün insanlardan size gâlip gelecek hiçbir kimse yoktur, gerçekten ben de sizin için büyük bir yardımcıyım” demişti. Fakat o iki topluluk birbirini görünce o (şeytan) ökçeleri üzerinde geri dönmüş ve: “Muhakkak ki ben sizden tamâmen uzak biriyim. Gerçekten de ben sizin göremediğniz şeyleri görmekteyim. Şüphesiz ki ben (Allâh’ın, dostlarına verdiği yardım sözünü tutacağını yakînen bildiğim için) Allâh’tan korkmaktayım. Zâten Allâh, azâbı çok şiddetli olandır” demişti. Müfessirlerin cumhûruna göre; Kureyş müşrikleri Bedir’e çıkmaya karar verdiklerinde Kinâneoğullarıyla aralarındaki husûmeti hatırlayarak geri kalacak oldular. Çünkü onlardan bir adamı öldürdükleri için aralarında kan dâvâsı sürmekteydi. Bu yüzden topluca Bedir’e çıktıklarında arkalarından bir saldırıya uğramaktan endişe ettiler. Onların Bedir’e çıkmasını çok isteyen İblîs, Kinâneoğullarının eşrâfından olan Sürâka ibnü Mâlik’in kılığına girerek onların yanına gelip: “Bugün size kimse gâlip gelemez. Kinâne’den beklediğiniz hiçbir sıkıntıyla karşılaşmamanız için ben size yardımcıyım” deyince hemen yola çıktılar. İnsanlar harp safına dizilince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir avuç toprak alıp müşriklerin suratlarına serpti. O sırada İblîs, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in önünde yürüyen Cibrîl (Aleyhisselâm)ın kendisine doğru yöneldiğini görünce elini yanında bulunan Hâris ibnü Hişâm’ın elinden çekip kaçmaya başladı. Hâris: “Daha savaş başlamadan bu kaçış da ne?” diyerek onu tutmaya çalıştıysa da o: “Ben sizin göremediklerinizi görüyorum” deyip göğsüne vurarak ondan kurtuldu. Bunun üzerine müşrikler bozguna uğradılar. Mekke’ye döndüklerinde Sürâka’nın kendilerini bozguna uğrattığı lafını konuşmaya başladılar. Bunu duyan Sürâka yanlarına gelerek: “Siz benim hakkımda şöyle şöyle konuşuyormuşsunuz, vallâhi ben sizin Bedir’e çıktığınızın farkında bile değilim. Bozguna uğradığınızı daha yeni duydum” dedi. Onlar ona: “Sen şu gün bize gelmemiş miydin?” diye ısrarla sordularsa da o böyle bir şeyden haberi bile olmadığına yemîn etti. Böylece müşrikler bu meseleyi bir çözüme kavuşturamadılar. Netîcede içlerinden bir kısmı Müslüman olunca, şeytanın Sürâka kılığında onlara gelip kendilerini bozguna uğrattığını anladılar. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 11/221-228; İbnü Ebî Hâtim, rakam:1716, 5/1715; el-Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 3/78-79; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/144-1148)
49﴿ (Sizin Bedir’de üç yüz küsur kişilik bir kuvvetle, bin kişilik bir orduya karşı çıktığınızı gördüklerinde) münâfıklar ve kalplerinde (şek ve şüpheden ibâret) bir tür hastalık bulunan kimseler: “İşte bunları dinleri aldatmış (da, ona güvenip kendilerini böyle bir tehlikeye atmışlar)” dediği zaman (işte tam o anda Allâh’ın şiddetli azâbı kendilerine isâbet etmişti)! Hâlbuki her kim Allâh’a tevekkül ederse (ve sâdece O’na güvenip tüm işlerini O’na havâle ederse), şüphesiz ki Allâh (Kendisine güvenenleri, ne kadar az ve güçsüz olsalar da, kuvvetli çoğunluklara gâlip edecek kuvvete sâhip bir) Azîz’dir, (hikmet-i bâliğasıyla, akıl ve idrâkin anlamakta güçlük çekeceği muâmeleler yapan ve dostuyla düşmanını bir tutmayan yegâne hikmet sâhibi bir) Hakîm’dir.
50﴿ (Habîbim!) Bir de görseydin o zamânı ki; melekler, (Bedir’de katledilen müşriklere yaptıkları gibi) o kâfir olmuş (ama Müslümanlarla savaşırken ölmemiş diğer) kimselerin (de) yüzlerine ve arkalarına (sırtlarına ve makatlarına demirden kamçılarla) sürekli vurmakta oldukları hâlde canlarını alacak ve: “Tadın o yakıcı azâbı” (diyecekler).
51﴿ (Sonra melekler onlardan her birine: “Ey kâfir!) İşte sana! Bu (karşılaştığın can yakıcı azap), ellerinizin takdim etmiş olduğu (kâfirlik ve günahlar gibi cezâyı mûcip) şeyler sebebiyledir. Bir de gerçekten Allâh kullara (haksız yere azap ederek) aslâ zerre kadar bile zulmedici olmamıştır. (Dolayısıyla bunu sen hak ettin” demek sûretiyle azarlayarak canlarını alacaklar.)
52﴿ (Bu kâfirlerin gidişâtı) Firavun hânedânının ve onlardan önceki o (kâfir) kişilerin âdeti gibidir. Onlar Allâh’ın âyetlerini inkâr etmiştiler de, Allâh onları günahları sebebiyle hemen yakalayıvermişti. Şüphesiz ki Allâh (düşmanlarından intikam almakta pek kuvvetli bir) Kaviyy’dir, (inkârcılara karşı) azâbı çok şiddetli olan (bir Zât)dır.
سُورَةُ الْاَنْفَالِ
الجزء ١٠
١٨٢
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ ﴿٤٦
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَرًا وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ ﴿٤٧
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟ ﴿٤٨
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٤٩
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ ﴿٥٠
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ ﴿٥١
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٥٢
Enfâl Sûresi
182
Cuz 10
وَاَط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ وَلَا تَنَازَعُوا فَتَفْشَلُوا وَتَذْهَبَ ر۪يحُكُمْ وَاصْبِرُواۜ اِنَّ اللّٰهَ مَعَ الصَّابِر۪ينَۚ ﴿٤٦
46﴿ Yine siz (cihâda çıkmak ve düşmana karşı sebât etmek gibi tüm emirlerinde) Allâh’a ve Rasûlüne itâat edin. (Bedir’e çıkış hakkında yaptığınız gibi görüş ayrılığına düşerek başka konularda da) çekişmeyin, sonra korkuya kapılırsınız ve (kuvvetinizi temin etmek üzere arkanızdan esen) rüzgârınız (kaybolup) gider. Bir de (kâfirlerle muhârebede bozguna uğramamak için) sabırlı olun. Şüphesiz ki Allâh(ın yardım ve desteği) sabırlı olanlarla berâberdir.
وَلَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ خَرَجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ بَطَرًا وَرِئَٓاءَ النَّاسِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ بِمَا يَعْمَلُونَ مُح۪يطٌ ﴿٤٧
47﴿ (Ey Müslümanlar! Nîmetlerinin çokluğundan dolayı şükrü unutan) o (şımarık ve riyâkâr) kimseler gibi olmayın ki, onlar iftihâr ve insanlara gösteriş için yurtlarından (kervanı kurtarma gâyesiyle) çıkmıştılar ve Allâh’ın yolun(a uymak)dan (insanları) alıkoymaktaydılar. (Bilakis siz onlar gibi şımarık olmayıp takvâ ve ihlâs ehlinden olmaya çalışarak Allâh korkusuyla hareket ederek şımarıklıktan ve riyâkârlıktan uzak durun.) Ama Allâh onların yapmakta oldukları şeyleri (ilmiyle çepeçevre) kuşatıcıdır (ve hak ettikleri cezâyı da kendilerine verecektir).
وَاِذْ زَيَّنَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ اَعْمَالَهُمْ وَقَالَ لَا غَالِبَ لَكُمُ الْيَوْمَ مِنَ النَّاسِ وَاِنّ۪ي جَارٌ لَكُمْۚ فَلَمَّا تَرَٓاءَتِ الْفِئَتَانِ نَكَصَ عَلٰى عَقِبَيْهِ وَقَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكُمْ اِنّ۪ٓي اَرٰى مَا لَا تَرَوْنَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَۜ وَاللّٰهُ شَد۪يدُ الْعِقَابِ۟ ﴿٤٨
48﴿ (Habîbim! Anlat) o zamânı da ki; şeytan onlara (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e düşmanlık husûsunda) yaptıklarını çokça hoş göstermiş ve (Sürâka ibnü Mâlik’in sûretinde kendilerine görünerek): “Bugün insanlardan size gâlip gelecek hiçbir kimse yoktur, gerçekten ben de sizin için büyük bir yardımcıyım” demişti. Fakat o iki topluluk birbirini görünce o (şeytan) ökçeleri üzerinde geri dönmüş ve: “Muhakkak ki ben sizden tamâmen uzak biriyim. Gerçekten de ben sizin göremediğniz şeyleri görmekteyim. Şüphesiz ki ben (Allâh’ın, dostlarına verdiği yardım sözünü tutacağını yakînen bildiğim için) Allâh’tan korkmaktayım. Zâten Allâh, azâbı çok şiddetli olandır” demişti. Müfessirlerin cumhûruna göre; Kureyş müşrikleri Bedir’e çıkmaya karar verdiklerinde Kinâneoğullarıyla aralarındaki husûmeti hatırlayarak geri kalacak oldular. Çünkü onlardan bir adamı öldürdükleri için aralarında kan dâvâsı sürmekteydi. Bu yüzden topluca Bedir’e çıktıklarında arkalarından bir saldırıya uğramaktan endişe ettiler. Onların Bedir’e çıkmasını çok isteyen İblîs, Kinâneoğullarının eşrâfından olan Sürâka ibnü Mâlik’in kılığına girerek onların yanına gelip: “Bugün size kimse gâlip gelemez. Kinâne’den beklediğiniz hiçbir sıkıntıyla karşılaşmamanız için ben size yardımcıyım” deyince hemen yola çıktılar. İnsanlar harp safına dizilince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bir avuç toprak alıp müşriklerin suratlarına serpti. O sırada İblîs, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in önünde yürüyen Cibrîl (Aleyhisselâm)ın kendisine doğru yöneldiğini görünce elini yanında bulunan Hâris ibnü Hişâm’ın elinden çekip kaçmaya başladı. Hâris: “Daha savaş başlamadan bu kaçış da ne?” diyerek onu tutmaya çalıştıysa da o: “Ben sizin göremediklerinizi görüyorum” deyip göğsüne vurarak ondan kurtuldu. Bunun üzerine müşrikler bozguna uğradılar. Mekke’ye döndüklerinde Sürâka’nın kendilerini bozguna uğrattığı lafını konuşmaya başladılar. Bunu duyan Sürâka yanlarına gelerek: “Siz benim hakkımda şöyle şöyle konuşuyormuşsunuz, vallâhi ben sizin Bedir’e çıktığınızın farkında bile değilim. Bozguna uğradığınızı daha yeni duydum” dedi. Onlar ona: “Sen şu gün bize gelmemiş miydin?” diye ısrarla sordularsa da o böyle bir şeyden haberi bile olmadığına yemîn etti. Böylece müşrikler bu meseleyi bir çözüme kavuşturamadılar. Netîcede içlerinden bir kısmı Müslüman olunca, şeytanın Sürâka kılığında onlara gelip kendilerini bozguna uğrattığını anladılar. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 11/221-228; İbnü Ebî Hâtim, rakam:1716, 5/1715; el-Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve, 3/78-79; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 7/144-1148)
اِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ غَرَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ د۪ينُهُمْۜ وَمَنْ يَتَوَكَّلْ عَلَى اللّٰهِ فَاِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٤٩
49﴿ (Sizin Bedir’de üç yüz küsur kişilik bir kuvvetle, bin kişilik bir orduya karşı çıktığınızı gördüklerinde) münâfıklar ve kalplerinde (şek ve şüpheden ibâret) bir tür hastalık bulunan kimseler: “İşte bunları dinleri aldatmış (da, ona güvenip kendilerini böyle bir tehlikeye atmışlar)” dediği zaman (işte tam o anda Allâh’ın şiddetli azâbı kendilerine isâbet etmişti)! Hâlbuki her kim Allâh’a tevekkül ederse (ve sâdece O’na güvenip tüm işlerini O’na havâle ederse), şüphesiz ki Allâh (Kendisine güvenenleri, ne kadar az ve güçsüz olsalar da, kuvvetli çoğunluklara gâlip edecek kuvvete sâhip bir) Azîz’dir, (hikmet-i bâliğasıyla, akıl ve idrâkin anlamakta güçlük çekeceği muâmeleler yapan ve dostuyla düşmanını bir tutmayan yegâne hikmet sâhibi bir) Hakîm’dir.
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ يَتَوَفَّى الَّذ۪ينَ كَفَرُواۙ الْمَلٰٓئِكَةُ يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْۚ وَذُوقُوا عَذَابَ الْحَر۪يقِ ﴿٥٠
50﴿ (Habîbim!) Bir de görseydin o zamânı ki; melekler, (Bedir’de katledilen müşriklere yaptıkları gibi) o kâfir olmuş (ama Müslümanlarla savaşırken ölmemiş diğer) kimselerin (de) yüzlerine ve arkalarına (sırtlarına ve makatlarına demirden kamçılarla) sürekli vurmakta oldukları hâlde canlarını alacak ve: “Tadın o yakıcı azâbı” (diyecekler).
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۙ ﴿٥١
51﴿ (Sonra melekler onlardan her birine: “Ey kâfir!) İşte sana! Bu (karşılaştığın can yakıcı azap), ellerinizin takdim etmiş olduğu (kâfirlik ve günahlar gibi cezâyı mûcip) şeyler sebebiyledir. Bir de gerçekten Allâh kullara (haksız yere azap ederek) aslâ zerre kadar bile zulmedici olmamıştır. (Dolayısıyla bunu sen hak ettin” demek sûretiyle azarlayarak canlarını alacaklar.)
كَدَأْبِ اٰلِ فِرْعَوْنَۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ فَاَخَذَهُمُ اللّٰهُ بِذُنُوبِهِمْۜ اِنَّ اللّٰهَ قَوِيٌّ شَد۪يدُ الْعِقَابِ ﴿٥٢
52﴿ (Bu kâfirlerin gidişâtı) Firavun hânedânının ve onlardan önceki o (kâfir) kişilerin âdeti gibidir. Onlar Allâh’ın âyetlerini inkâr etmiştiler de, Allâh onları günahları sebebiyle hemen yakalayıvermişti. Şüphesiz ki Allâh (düşmanlarından intikam almakta pek kuvvetli bir) Kaviyy’dir, (inkârcılara karşı) azâbı çok şiddetli olan (bir Zât)dır.