v02.01.25 Geliştirme Notları
Enfâl Sûresi
184
Cuz 10
62﴿ Ama eğer onlar sana hîle yapmak isterlerse, şüphesiz ki sana (bütün işlerinde) kâfî gelecek (ve yeterli olacak Zât) ancak Allâh’tır. (O hâlde onların tuzaklarını önemseme. Zîrâ) ancak O, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; Kendi yardımıyla ve müminler(in desteği) ile seni güçlendirmiştir.
63﴿ Yine böylece O (Allâh-u Te‘âlâ Evs ve Hazrec kabîlelerinin yüz yirmi senelik kan dâvâsından sonra) onların kalpleri arasında ülfet (muhabbet ve tam bir kaynaşma) yaratmıştır. Sen (onların içinde bulunan kin, nefret ve intikam hırsını gidermek için) yer(yüzün)de bulunan her şeyi topluca harcayacak olsaydın, onların kalplerinin arasında bir ülfet (sevgi ve buluşma) sağlayamazdın velâkin (bütün kalplerin yegâne Mâliki olan) Allâh (üstün kuvvetiyle) onların arasında tam bir ülfet meydana getirmiştir. Şüphesiz ki O (Rabbin sana tuzak kuranları kahredecek güce sâhip bir) Azîz’dir, (sana tâbi olanlara son derece yardım ederek, her konuda olduğu gibi bu hususta da hikmetini icrâ edecek bir) Hakîm’dir.
64﴿ Ey o (değerli) Nebî! Sana (bütün işlerinde) kâfî gelecek (ve yeterli olacak Zât) ancak Allâh’tır, bir de sana hakkıyla tâbi olmuş o müminlerdir /(Ey Peygamber!) Sana da, müminlerden sana hakkıyla tâbi olmuş kimselere de kâfî gelecek (Zât) ancak Allâh’tır/.
65﴿ Ey o (değerli) Nebî! Müminleri (kâfirlerle) savaşa teşvik et. İçinizden kendileri (savaş zorluklarına) sabredici (olan) yirmi kişi bulunursa, onlar (kâfirlerden) iki yüz (kişiy)e gâlip gelirler. Sizden (sabırlı) yüz (kişi) bulunursa, onlar da o kâfir olmuş kimselerden bin (kişiy)i yenerler. Çünkü gerçekten onlar (Allâh’tan yardım beklemedikleri için) öyle (basîretsiz) bir toplumdur ki (Allâh-u Te‘âlâ’nın vaad ettiği müjdelere îmân etmedikleri için savaşı kazanmaları netîcesinde dünyâ ve âhirette neler kazanacaklarını) anlamazlar. (Nitekim onlar sevap beklentisi içerisinde şuurlu bir şekilde savaşmadıklarından en ufak bir tehlike ânında cesâretlerini kaybederek kaçıp dağılırlar. Ama ey müminler! Siz Allâh-u Te‘âlâ’nın cihâd edenler hakkındaki övgülerini ve müjdelerini bildiğiniz için ölümü göze alarak er meydanında sebât edersiniz ve kendinizden on kat fazla olan düşmana gâlip gelirsiniz.)
66﴿ (Ey müminler!) Allâh sizde gerçekten (sayı ve sağlık bakımından) bir zayıflık bulunduğunu bilmiş ve şu anda(n îtibâren bir kişinin, on kişiye mukāvemet yükümlülüğünü kaldırarak) siz(in bu yükünüz)den hafifletme yapmıştır. Artık içinizden sabırlı (ve dayanıklı) yüz kişi bulunursa, (kâfirlerden) iki yüz (kişiy)e gâlip gelirler. Ayrıca aranızdan (sabırlı) bin (kişi) bulunursa, Allâh’ın izni (ve yardımı) ile (müşriklerden) iki bin (kişiy)e gâlip gelirler. Zâten Allâh(ın yardım ve desteği) o sabredenlerle berâberdir.
67﴿ (İslâm’ı azîz kılmak üzere müşrikleri çokça öldürüp) yer(yüzün)de ağırlık sağlayıncaya kadar /iyice güçlenmedikçe/ hiçbir peygamber için (kâfirleri harpte öldürmeyip) kendisine âit esirler (hâlinde) bulun(durması ve İslâm’ın güçlenmesi için alacağı fidye mukābili salmak üzere onları hayatta bırak)ması (doğru ve düzgün bir şey) olamaz. Siz dünyânın geçici menfaatini istemektesiniz (bu yüzden Bedir Muhârebesi’nde yakalanan esirleri öldürmeyip, fidye karşılığı salıvermesi husûsunda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e istişâre vermektesiniz). Allâh ise âhiret (sevâbına nâiliyetinizi ve sizin elinizle dînini yüceltip, düşmanlarını kahretmey)i murâd etmektedir (ve onun için kâfirleri çokça öldürmenizi emretmektedir). Zâten Allâh (Kendi dostlarını düşmanlarına karşı gâlip etme gücüne sâhip bir) Azîz’dir, (her işinde olduğu gibi, dostlarına yaptığı bu sitemlerde de yegâne hikmet ve isâbet sâhibi bir) Hakîm’dir. Beyzâvî ve Nesefî gibi müfessirlerin beyânı vechile; Bedir günü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e aralarında amcası Abbâs ve Alî (Radıyallâhu Anhümâ)nın kardeşi Akîl’in de bulunduğu yetmiş esir getirilince onlar hakkında Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) ile istişârede bulundu. O onlarla aralarında bulunan akrabâlık hukûkunu gözeterek, kendilerinden fidye alınıp sağ bırakılmalarını, hem bu sûretle tevbe etme ihtimâlleri de bulunduğunu söyledi. Ömer (Radıyallâhu Anh) ise onların müşriklerin önderleri olduklarını ve Müslümanları sürgüne zorladıklarını söyleyerek boyunlarının vurulmasını önerdi. Hattâ “Alî, kardeşi Akîl’i, Hamza da kendi kardeşi Abbâs’ı öldürsün, ben de akrabamdan birini öldüreyim” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ı İbrâhîm (Aleyhisselâm)a, Ömer (Radıyallâhu Anh)ı da Nûh (Aleyhisselâm)a benzettikten sonra: “İsterseniz onları öldürürsünüz, dilerseniz de fidye alıp salarsınız, fakat içinizden onlar kadar şehit verirsiniz” buyurunca, onlar fidye alıp şehit olmayı tercih ettiler, bu nedenle Bedir’de salınan esirlere mukābil Uhud’da yetmiş kişi şehit oldu. Fakat Allâh-u Te‘âlâ onların bu tatbîkātına rızâ göstermeyerek bu âyet-i kerîmeleri inzâl edince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) ile berâber ağlamaya başladı. O sırada yanlarına gelen Ömer (Radıyallâhu Anh): “Yâ Rasûlellâh! Neden ağladığını bana söyle, ağlayacak bir şey varsa ben de ağlayayım, değilse ben de ağlar gibi yapayım” deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Fidye alan arkadaşlarının durumuna ağlıyorum” buyurdu ve kendisine yakın bir ağacı göstererek: “Onların azâbı bana şu ağaçtan daha yakın bir yerde gösterildi, eğer gökten bir azap inecek olsaydı Ömer ile Sa‘d ibnü Mu‘âz dışında kurtulan olmayacaktı” buyurdu. İşte bu ve bir sonraki âyet-i kerîmelerin nüzûlü üzerine sahâbe-i kirâm aldıkları fidyelerden el çektiler. Daha sonra 69. âyet-i kerîme nâzil olunca ancak o zaman ganîmetlerden istifâde edebildiler. (Müslim, rakam:1763; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:3632, et-Tirmizî rakam:1714; el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 10/187-188)
68﴿ Şâyet Allâh (tarafın)dan (size azap etmeyeceğine dâir Levh-i Mahfûz’da tespit edilen hükmü ifâde eden) bir yazı geçmiş bulunmasaydı, aldığınız (fidye ve benzeri) şeyler hakkında çok büyük bir azap elbette size dokunurdu. Müfessirler Levh-i Mahfûz’da geçen yazının ne olduğu hakkında: “İctihâdında hatâ edene Allâh-u Te‘âlâ’nın azap etmeyeceği”, “Ne yapsalar da Bedir ehlinin peşînen afv edildiği”, “Bir şey açıkça yasaklanmadan önce yapanlara cezâ verilmeyeceği” ve “Aldıkları fidyelerin sonradan kendilerine helâl edileceği” şeklinde görüşler açıklamışlardır.
69﴿ Artık (fidyeler dâhil tüm) ganîmet aldığınız şeylerden helâl ve (içinize sinecek şekilde gönlünüz) hoş olarak yiyin ve (bilmediğiniz konularda) Allâh (adına karar açıklamak)dan hakkıyla sakının. Şüphesiz ki Allâh (evvelce yaptıklarınızı çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (ganîmetleri size helâl edecek derecede merhamet sâhibi olan bir) Rahîm’dir.
سُورَةُ الْاَنْفَالِ
الجزء ١٠
١٨٤
وَاِنْ يُر۪يدُٓوا اَنْ يَخْدَعُوكَ فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ هُوَ الَّذ۪ٓي اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَبِالْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿٦٢
وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْۜ لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْۜ اِنَّهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٦٣
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿٦٤
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِتَالِۜ اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ ﴿٦٥
اَلْـٰٔنَ خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْكُمْ وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفًاۜ فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ اَلْفٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ ﴿٦٦
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٦٧
لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿٦٨
فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿٦٩
Enfâl Sûresi
184
Cuz 10
وَاِنْ يُر۪يدُٓوا اَنْ يَخْدَعُوكَ فَاِنَّ حَسْبَكَ اللّٰهُۜ هُوَ الَّذ۪ٓي اَيَّدَكَ بِنَصْرِه۪ وَبِالْمُؤْمِن۪ينَۙ ﴿٦٢
62﴿ Ama eğer onlar sana hîle yapmak isterlerse, şüphesiz ki sana (bütün işlerinde) kâfî gelecek (ve yeterli olacak Zât) ancak Allâh’tır. (O hâlde onların tuzaklarını önemseme. Zîrâ) ancak O, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; Kendi yardımıyla ve müminler(in desteği) ile seni güçlendirmiştir.
وَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْۜ لَوْ اَنْفَقْتَ مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا مَٓا اَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ اَلَّفَ بَيْنَهُمْۜ اِنَّهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٦٣
63﴿ Yine böylece O (Allâh-u Te‘âlâ Evs ve Hazrec kabîlelerinin yüz yirmi senelik kan dâvâsından sonra) onların kalpleri arasında ülfet (muhabbet ve tam bir kaynaşma) yaratmıştır. Sen (onların içinde bulunan kin, nefret ve intikam hırsını gidermek için) yer(yüzün)de bulunan her şeyi topluca harcayacak olsaydın, onların kalplerinin arasında bir ülfet (sevgi ve buluşma) sağlayamazdın velâkin (bütün kalplerin yegâne Mâliki olan) Allâh (üstün kuvvetiyle) onların arasında tam bir ülfet meydana getirmiştir. Şüphesiz ki O (Rabbin sana tuzak kuranları kahredecek güce sâhip bir) Azîz’dir, (sana tâbi olanlara son derece yardım ederek, her konuda olduğu gibi bu hususta da hikmetini icrâ edecek bir) Hakîm’dir.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَسْبُكَ اللّٰهُ وَمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ۟ ﴿٦٤
64﴿ Ey o (değerli) Nebî! Sana (bütün işlerinde) kâfî gelecek (ve yeterli olacak Zât) ancak Allâh’tır, bir de sana hakkıyla tâbi olmuş o müminlerdir /(Ey Peygamber!) Sana da, müminlerden sana hakkıyla tâbi olmuş kimselere de kâfî gelecek (Zât) ancak Allâh’tır/.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ حَرِّضِ الْمُؤْمِن۪ينَ عَلَى الْقِتَالِۜ اِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ عِشْرُونَ صَابِرُونَ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفًا مِنَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاَنَّهُمْ قَوْمٌ لَا يَفْقَهُونَ ﴿٦٥
65﴿ Ey o (değerli) Nebî! Müminleri (kâfirlerle) savaşa teşvik et. İçinizden kendileri (savaş zorluklarına) sabredici (olan) yirmi kişi bulunursa, onlar (kâfirlerden) iki yüz (kişiy)e gâlip gelirler. Sizden (sabırlı) yüz (kişi) bulunursa, onlar da o kâfir olmuş kimselerden bin (kişiy)i yenerler. Çünkü gerçekten onlar (Allâh’tan yardım beklemedikleri için) öyle (basîretsiz) bir toplumdur ki (Allâh-u Te‘âlâ’nın vaad ettiği müjdelere îmân etmedikleri için savaşı kazanmaları netîcesinde dünyâ ve âhirette neler kazanacaklarını) anlamazlar. (Nitekim onlar sevap beklentisi içerisinde şuurlu bir şekilde savaşmadıklarından en ufak bir tehlike ânında cesâretlerini kaybederek kaçıp dağılırlar. Ama ey müminler! Siz Allâh-u Te‘âlâ’nın cihâd edenler hakkındaki övgülerini ve müjdelerini bildiğiniz için ölümü göze alarak er meydanında sebât edersiniz ve kendinizden on kat fazla olan düşmana gâlip gelirsiniz.)
اَلْـٰٔنَ خَفَّفَ اللّٰهُ عَنْكُمْ وَعَلِمَ اَنَّ ف۪يكُمْ ضَعْفًاۜ فَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ مِائَةٌ صَابِرَةٌ يَغْلِبُوا مِائَتَيْنِۚ وَاِنْ يَكُنْ مِنْكُمْ اَلْفٌ يَغْلِبُٓوا اَلْفَيْنِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ مَعَ الصَّابِر۪ينَ ﴿٦٦
66﴿ (Ey müminler!) Allâh sizde gerçekten (sayı ve sağlık bakımından) bir zayıflık bulunduğunu bilmiş ve şu anda(n îtibâren bir kişinin, on kişiye mukāvemet yükümlülüğünü kaldırarak) siz(in bu yükünüz)den hafifletme yapmıştır. Artık içinizden sabırlı (ve dayanıklı) yüz kişi bulunursa, (kâfirlerden) iki yüz (kişiy)e gâlip gelirler. Ayrıca aranızdan (sabırlı) bin (kişi) bulunursa, Allâh’ın izni (ve yardımı) ile (müşriklerden) iki bin (kişiy)e gâlip gelirler. Zâten Allâh(ın yardım ve desteği) o sabredenlerle berâberdir.
مَا كَانَ لِنَبِيٍّ اَنْ يَكُونَ لَهُٓ اَسْرٰى حَتّٰى يُثْخِنَ فِي الْاَرْضِۜ تُر۪يدُونَ عَرَضَ الدُّنْيَاۗ وَاللّٰهُ يُر۪يدُ الْاٰخِرَةَۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٦٧
67﴿ (İslâm’ı azîz kılmak üzere müşrikleri çokça öldürüp) yer(yüzün)de ağırlık sağlayıncaya kadar /iyice güçlenmedikçe/ hiçbir peygamber için (kâfirleri harpte öldürmeyip) kendisine âit esirler (hâlinde) bulun(durması ve İslâm’ın güçlenmesi için alacağı fidye mukābili salmak üzere onları hayatta bırak)ması (doğru ve düzgün bir şey) olamaz. Siz dünyânın geçici menfaatini istemektesiniz (bu yüzden Bedir Muhârebesi’nde yakalanan esirleri öldürmeyip, fidye karşılığı salıvermesi husûsunda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e istişâre vermektesiniz). Allâh ise âhiret (sevâbına nâiliyetinizi ve sizin elinizle dînini yüceltip, düşmanlarını kahretmey)i murâd etmektedir (ve onun için kâfirleri çokça öldürmenizi emretmektedir). Zâten Allâh (Kendi dostlarını düşmanlarına karşı gâlip etme gücüne sâhip bir) Azîz’dir, (her işinde olduğu gibi, dostlarına yaptığı bu sitemlerde de yegâne hikmet ve isâbet sâhibi bir) Hakîm’dir. Beyzâvî ve Nesefî gibi müfessirlerin beyânı vechile; Bedir günü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e aralarında amcası Abbâs ve Alî (Radıyallâhu Anhümâ)nın kardeşi Akîl’in de bulunduğu yetmiş esir getirilince onlar hakkında Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) ile istişârede bulundu. O onlarla aralarında bulunan akrabâlık hukûkunu gözeterek, kendilerinden fidye alınıp sağ bırakılmalarını, hem bu sûretle tevbe etme ihtimâlleri de bulunduğunu söyledi. Ömer (Radıyallâhu Anh) ise onların müşriklerin önderleri olduklarını ve Müslümanları sürgüne zorladıklarını söyleyerek boyunlarının vurulmasını önerdi. Hattâ “Alî, kardeşi Akîl’i, Hamza da kendi kardeşi Abbâs’ı öldürsün, ben de akrabamdan birini öldüreyim” dedi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ı İbrâhîm (Aleyhisselâm)a, Ömer (Radıyallâhu Anh)ı da Nûh (Aleyhisselâm)a benzettikten sonra: “İsterseniz onları öldürürsünüz, dilerseniz de fidye alıp salarsınız, fakat içinizden onlar kadar şehit verirsiniz” buyurunca, onlar fidye alıp şehit olmayı tercih ettiler, bu nedenle Bedir’de salınan esirlere mukābil Uhud’da yetmiş kişi şehit oldu. Fakat Allâh-u Te‘âlâ onların bu tatbîkātına rızâ göstermeyerek bu âyet-i kerîmeleri inzâl edince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) ile berâber ağlamaya başladı. O sırada yanlarına gelen Ömer (Radıyallâhu Anh): “Yâ Rasûlellâh! Neden ağladığını bana söyle, ağlayacak bir şey varsa ben de ağlayayım, değilse ben de ağlar gibi yapayım” deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Fidye alan arkadaşlarının durumuna ağlıyorum” buyurdu ve kendisine yakın bir ağacı göstererek: “Onların azâbı bana şu ağaçtan daha yakın bir yerde gösterildi, eğer gökten bir azap inecek olsaydı Ömer ile Sa‘d ibnü Mu‘âz dışında kurtulan olmayacaktı” buyurdu. İşte bu ve bir sonraki âyet-i kerîmelerin nüzûlü üzerine sahâbe-i kirâm aldıkları fidyelerden el çektiler. Daha sonra 69. âyet-i kerîme nâzil olunca ancak o zaman ganîmetlerden istifâde edebildiler. (Müslim, rakam:1763; Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:3632, et-Tirmizî rakam:1714; el-Beyzâvî, en-Nesefî, el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 10/187-188)
لَوْلَا كِتَابٌ مِنَ اللّٰهِ سَبَقَ لَمَسَّكُمْ ف۪يمَٓا اَخَذْتُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ ﴿٦٨
68﴿ Şâyet Allâh (tarafın)dan (size azap etmeyeceğine dâir Levh-i Mahfûz’da tespit edilen hükmü ifâde eden) bir yazı geçmiş bulunmasaydı, aldığınız (fidye ve benzeri) şeyler hakkında çok büyük bir azap elbette size dokunurdu. Müfessirler Levh-i Mahfûz’da geçen yazının ne olduğu hakkında: “İctihâdında hatâ edene Allâh-u Te‘âlâ’nın azap etmeyeceği”, “Ne yapsalar da Bedir ehlinin peşînen afv edildiği”, “Bir şey açıkça yasaklanmadan önce yapanlara cezâ verilmeyeceği” ve “Aldıkları fidyelerin sonradan kendilerine helâl edileceği” şeklinde görüşler açıklamışlardır.
فَكُلُوا مِمَّا غَنِمْتُمْ حَلَالًا طَيِّبًاۘ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ۟ ﴿٦٩
69﴿ Artık (fidyeler dâhil tüm) ganîmet aldığınız şeylerden helâl ve (içinize sinecek şekilde gönlünüz) hoş olarak yiyin ve (bilmediğiniz konularda) Allâh (adına karar açıklamak)dan hakkıyla sakının. Şüphesiz ki Allâh (evvelce yaptıklarınızı çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (ganîmetleri size helâl edecek derecede merhamet sâhibi olan bir) Rahîm’dir.