v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
188
Cuz 10
14﴿ O (kâfir ola)nlarla savaşın ki; Allâh sizin ellerinizle onlara (ölümü revâ görerek) azap etsin ve kendilerini (esir ettirerek) alçak etsin, onlara karşı da size yardım etsin ve (onlardan çektikleri eziyetler yüzünden) müminler topluluğunun kalplerin(de oluşan intikam alma hissinin verdiği derd)e şifâ ver(ip onları sevindir)sin.
15﴿ Bir de (siz kâfirle savaşın ki bu vesîleyle Allâh-u Te‘âlâ) o (inana)nların kalplerinin (kâfirlere karşı olan intikam duygusunun) öfkesini gidersin. Yine de Allâh dilediği kimselere tevbe (ve îmân) nasip edecektir. Zâten Allâh (olmuş ve olacak her şeyi hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (her yaptığını yerli yerinde hikmet üzere yapan bir) Hakîm’dir.
16﴿ (Ey müminler!) Yoksa siz, henüz Allâh içinizden cihâd etmiş olanları ve Allâh’tan başka, Rasûlünden ve müminlerden de başka bir sırdaş edinmemiş olan o (sâdık) kişileri (sahtekârlardan) ayırmamışken (ve bâzı imtihanlarla size de bunu göstermemişken cihâd emrinden vâreste) bırakılacağınızı mı sandınız (da, kâfirlerle savaşa isteksiz oldunuz)?! Hâlbuki Allâh sizin yapmakta olduğunuz şeyleri (ve neleri ne niyetle yaptığınızı çok iyi bilen bir) Habîr’dir. (Dolayısıyla Rabbiniz, bilmediği şeyleri öğrenmek için sizi imtihan etmekte değildir, lâkin kimin ne gizli niyetlerinin olduğunu herkese göstermek için böyle yapmaktadır.) İmâm-ı Semerkandî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; bu âyet-i kerîmede geçen “İlim” fiili; “Temyîz (seçme ve ayırma)” mânâsına gelmektedir. (es-Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm, 2/45; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/322)
17﴿ (Açıkça kâfir olduklarını îtirâf etmeseler de, telbiyelerinde dahî putların ortaklığını telaffuz ederek) kendi nefisleri aleyhine kâfirlikle şâhit kimselerken, müşrikler için Allâh’ın mescitlerini îmâr etmeleri (ve onarıp bakım yapmaları, inançlarıyla bağdaşan ve kendilerine yakışan bir şey) olmamıştır. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, kendilerinin (kâfirken yaptıkları misâfir ağırlama, hacılara su verme ve darda kalana yetişme gibi iyi) amelleri boşa gitmiştir. Üstelik (şirk suçunun büyüklüğünden dolayı) o (cehennem) ateş(inin) içinde sâdece onlar ebedî kalacak kimselerdir.
18﴿ Allâh’ın mescitlerini ancak, Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmiş olan, o (farz) namazları da dosdoğru kılmış ve zekâtı vermiş olan, üstelik (kulların memnûniyetiyle Allâh’ın rızâsı karşılaştığında) Allâh’tan başkasın(ın kızmasın)dan hiç korkmamış olan kimseler îmâr eder (ve bakımını üstlenerek maddî anlamda, ibâdetle ihyâ ederek de mânevî anlamda onları mâmur eder). (Habîbim!) İşte sana! O (mescitleri her yönüyle mâmur ve bakımlı kılan Müslüma)nların hidâyete erenlerden (ve cennete girenlerden) olmaları kuvvetle umulmuştur. (Onların bile durumu korku ile ümit arasında kalmışken, ya müşriklerin câmilere yaptığı bâzı maddî bakımlardan faydalanmaları nasıl beklenebilir?!)
19﴿ (Ey müşrikler!) Yoksa siz, hacılara su vermeyi ve Mescid-i Harâm’ı(n bakımını üstlenerek onu) îmâr etmeyi, Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmiş olan ve Allâh’ın (dîninin yücelmesi) yolunda (olanca gücünü sarf ederek) cihâd etmiş bulunan kimse(nin îmânı ve sâlih amelleri) gibi (faydalı bir şey) mi saydınız?! Bunlar Allâh katında eşit olamazlar. Zâten Allâh (en büyük zulüm olan şirke bulaşmış) o zâlimler toplumunu (doğru yoldan haberdâr etse, kendileri o yola girmeyi istemedikleri sürece onları) hidâyet etmez. Nu‘mân ibnü Beşîr (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Bir kere ben Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in minberinin yanında oturuyorken bir adam: ‘Ben İslâm’a girdikten sonra Mescid-i Harâm’ın bakımı dışında ne amel edersem edeyim önemsemem’ dedi. Bir diğeri: ‘Allâh yolunda cihâd etmek sizin söylediğiniz şeylerden daha fazîletlidir’ dedi. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh) onları susturmak için: ‘Bu cumâ gününde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in minberinin yanında seslerinizi yükseltmeyin velâkin sen cumâyı kıldığın zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûruna girersin, ihtilâf ettiğiniz konuda ondan fetvâ sorarsın’ deyince Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek, Allâh’a ve âhirete îmândan sonra Allâh yolunda cihattan daha fazîletli bir amel bulunmadığını, hacıları sulamanın ve Mescid-i Harâm’ın bakımıyla meşgul olmanın ise îmân ve cihâda denk olamayacağını beyân etti. Bu âyet-i kerîmenin, Abbâs ibnü Abdilmüttalib’in Bedir’de esir düştüğü gün Alî (Radıyallâhu Anh)a söylediği sözlere cevap mâhiyetinde indiği de rivâyetler arasındadır. Nitekim Alî (Radıyallâhu Anh) onu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile savaşması ve sıla-i rahmi kesmesi husûsunda kınayınca o: ‘Bizim kötülüklerimizi anıyorsun da iyiliklerimizi neden anlatmıyorsun?!’ dedi. O da: ‘Sizin iyiliğiniz de mi var?!’ deyince Abbâs: ‘Biz Mescid-i Harâm’ı mâmur ediyoruz, hacıları suvarıyoruz ve darda kalmışa yardım ediyoruz’ dedi. Abbâs bunlarla iftihâr edince Alî (Radıyallâhu Anh) da İslâm ve cihatla övündü. Bunun üzerine Alî (Radıyallâhu Anh)ı tasdîk mâhiyetinde bu âyet-i celîle nâzil olarak; Mescid-i Harâm’ın bakımı ve hacılara su verilmesi gibi amellerin, şirkle birlikte yapılması durumunda kendilerine aslâ fayda vermeyeceğini, dolayısıyla onların hayır nâmına yaptıklarının bir fazîleti olmayıp aslında îmân ve iyi niyetle birlikte yapılan cihâdın fazîletli olduğunu beyân etti.” (el-Hâzin, en-Nesefî)
20﴿ O kimseler ki (inanılması gereken meselelere) îmân etmiştirler ve (dinlerini korumak için vatanlarından) hicret etmiştirler ayrıca hem mallarıyla, hem de canlarıyla Allâh yolunda cihâd etmiştirler; (işte onlar bu vasıfları kendilerinde toplamayan kişilere göre) Allâh nezdinde derece bakımından daha büyüktür. Ve işte sana! (Müşrikler değil) ancak onlar (Allâh nezdindeki güzel mükâfatları elde ederek) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
١٨٨
قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْد۪يكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَۙ ﴿١٤
وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْۜ وَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿١٥
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلَا رَسُولِه۪ وَلَا الْمُؤْمِن۪ينَ وَل۪يجَةًۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟ ﴿١٦
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ ﴿١٧
اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ فَعَسٰٓى اُو۬لٰٓئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ ﴿١٨
اَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَٓاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَجَاهَدَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۢ ﴿١٩
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۙ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ ﴿٢٠
Tevbe Sûresi
188
Cuz 10
قَاتِلُوهُمْ يُعَذِّبْهُمُ اللّٰهُ بِاَيْد۪يكُمْ وَيُخْزِهِمْ وَيَنْصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُؤْمِن۪ينَۙ ﴿١٤
14﴿ O (kâfir ola)nlarla savaşın ki; Allâh sizin ellerinizle onlara (ölümü revâ görerek) azap etsin ve kendilerini (esir ettirerek) alçak etsin, onlara karşı da size yardım etsin ve (onlardan çektikleri eziyetler yüzünden) müminler topluluğunun kalplerin(de oluşan intikam alma hissinin verdiği derd)e şifâ ver(ip onları sevindir)sin.
وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْۜ وَيَتُوبُ اللّٰهُ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿١٥
15﴿ Bir de (siz kâfirle savaşın ki bu vesîleyle Allâh-u Te‘âlâ) o (inana)nların kalplerinin (kâfirlere karşı olan intikam duygusunun) öfkesini gidersin. Yine de Allâh dilediği kimselere tevbe (ve îmân) nasip edecektir. Zâten Allâh (olmuş ve olacak her şeyi hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (her yaptığını yerli yerinde hikmet üzere yapan bir) Hakîm’dir.
اَمْ حَسِبْتُمْ اَنْ تُتْرَكُوا وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ جَاهَدُوا مِنْكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلَا رَسُولِه۪ وَلَا الْمُؤْمِن۪ينَ وَل۪يجَةًۜ وَاللّٰهُ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ۟ ﴿١٦
16﴿ (Ey müminler!) Yoksa siz, henüz Allâh içinizden cihâd etmiş olanları ve Allâh’tan başka, Rasûlünden ve müminlerden de başka bir sırdaş edinmemiş olan o (sâdık) kişileri (sahtekârlardan) ayırmamışken (ve bâzı imtihanlarla size de bunu göstermemişken cihâd emrinden vâreste) bırakılacağınızı mı sandınız (da, kâfirlerle savaşa isteksiz oldunuz)?! Hâlbuki Allâh sizin yapmakta olduğunuz şeyleri (ve neleri ne niyetle yaptığınızı çok iyi bilen bir) Habîr’dir. (Dolayısıyla Rabbiniz, bilmediği şeyleri öğrenmek için sizi imtihan etmekte değildir, lâkin kimin ne gizli niyetlerinin olduğunu herkese göstermek için böyle yapmaktadır.) İmâm-ı Semerkandî (Rahimehullâh)ın beyânı vechile; bu âyet-i kerîmede geçen “İlim” fiili; “Temyîz (seçme ve ayırma)” mânâsına gelmektedir. (es-Semerkandî, Bahru’l-‘ulûm, 2/45; el-Beğavî, Me‘âlimü’t-Tenzîl, 2/322)
مَا كَانَ لِلْمُشْرِك۪ينَ اَنْ يَعْمُرُوا مَسَاجِدَ اللّٰهِ شَاهِد۪ينَ عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ بِالْكُفْرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ حَبِطَتْ اَعْمَالُهُمْۚ وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ ﴿١٧
17﴿ (Açıkça kâfir olduklarını îtirâf etmeseler de, telbiyelerinde dahî putların ortaklığını telaffuz ederek) kendi nefisleri aleyhine kâfirlikle şâhit kimselerken, müşrikler için Allâh’ın mescitlerini îmâr etmeleri (ve onarıp bakım yapmaları, inançlarıyla bağdaşan ve kendilerine yakışan bir şey) olmamıştır. (Habîbim!) İşte sana! Onlar ki, kendilerinin (kâfirken yaptıkları misâfir ağırlama, hacılara su verme ve darda kalana yetişme gibi iyi) amelleri boşa gitmiştir. Üstelik (şirk suçunun büyüklüğünden dolayı) o (cehennem) ateş(inin) içinde sâdece onlar ebedî kalacak kimselerdir.
اِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَ وَلَمْ يَخْشَ اِلَّا اللّٰهَ فَعَسٰٓى اُو۬لٰٓئِكَ اَنْ يَكُونُوا مِنَ الْمُهْتَد۪ينَ ﴿١٨
18﴿ Allâh’ın mescitlerini ancak, Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmiş olan, o (farz) namazları da dosdoğru kılmış ve zekâtı vermiş olan, üstelik (kulların memnûniyetiyle Allâh’ın rızâsı karşılaştığında) Allâh’tan başkasın(ın kızmasın)dan hiç korkmamış olan kimseler îmâr eder (ve bakımını üstlenerek maddî anlamda, ibâdetle ihyâ ederek de mânevî anlamda onları mâmur eder). (Habîbim!) İşte sana! O (mescitleri her yönüyle mâmur ve bakımlı kılan Müslüma)nların hidâyete erenlerden (ve cennete girenlerden) olmaları kuvvetle umulmuştur. (Onların bile durumu korku ile ümit arasında kalmışken, ya müşriklerin câmilere yaptığı bâzı maddî bakımlardan faydalanmaları nasıl beklenebilir?!)
اَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَٓاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَجَاهَدَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ لَا يَسْتَوُ۫نَ عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَۢ ﴿١٩
19﴿ (Ey müşrikler!) Yoksa siz, hacılara su vermeyi ve Mescid-i Harâm’ı(n bakımını üstlenerek onu) îmâr etmeyi, Allâh’a ve o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmiş olan ve Allâh’ın (dîninin yücelmesi) yolunda (olanca gücünü sarf ederek) cihâd etmiş bulunan kimse(nin îmânı ve sâlih amelleri) gibi (faydalı bir şey) mi saydınız?! Bunlar Allâh katında eşit olamazlar. Zâten Allâh (en büyük zulüm olan şirke bulaşmış) o zâlimler toplumunu (doğru yoldan haberdâr etse, kendileri o yola girmeyi istemedikleri sürece onları) hidâyet etmez. Nu‘mân ibnü Beşîr (Radıyallâhu Anh) şöyle anlatmıştır: “Bir kere ben Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in minberinin yanında oturuyorken bir adam: ‘Ben İslâm’a girdikten sonra Mescid-i Harâm’ın bakımı dışında ne amel edersem edeyim önemsemem’ dedi. Bir diğeri: ‘Allâh yolunda cihâd etmek sizin söylediğiniz şeylerden daha fazîletlidir’ dedi. Bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh) onları susturmak için: ‘Bu cumâ gününde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in minberinin yanında seslerinizi yükseltmeyin velâkin sen cumâyı kıldığın zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in huzûruna girersin, ihtilâf ettiğiniz konuda ondan fetvâ sorarsın’ deyince Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek, Allâh’a ve âhirete îmândan sonra Allâh yolunda cihattan daha fazîletli bir amel bulunmadığını, hacıları sulamanın ve Mescid-i Harâm’ın bakımıyla meşgul olmanın ise îmân ve cihâda denk olamayacağını beyân etti. Bu âyet-i kerîmenin, Abbâs ibnü Abdilmüttalib’in Bedir’de esir düştüğü gün Alî (Radıyallâhu Anh)a söylediği sözlere cevap mâhiyetinde indiği de rivâyetler arasındadır. Nitekim Alî (Radıyallâhu Anh) onu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile savaşması ve sıla-i rahmi kesmesi husûsunda kınayınca o: ‘Bizim kötülüklerimizi anıyorsun da iyiliklerimizi neden anlatmıyorsun?!’ dedi. O da: ‘Sizin iyiliğiniz de mi var?!’ deyince Abbâs: ‘Biz Mescid-i Harâm’ı mâmur ediyoruz, hacıları suvarıyoruz ve darda kalmışa yardım ediyoruz’ dedi. Abbâs bunlarla iftihâr edince Alî (Radıyallâhu Anh) da İslâm ve cihatla övündü. Bunun üzerine Alî (Radıyallâhu Anh)ı tasdîk mâhiyetinde bu âyet-i celîle nâzil olarak; Mescid-i Harâm’ın bakımı ve hacılara su verilmesi gibi amellerin, şirkle birlikte yapılması durumunda kendilerine aslâ fayda vermeyeceğini, dolayısıyla onların hayır nâmına yaptıklarının bir fazîleti olmayıp aslında îmân ve iyi niyetle birlikte yapılan cihâdın fazîletli olduğunu beyân etti.” (el-Hâzin, en-Nesefî)
اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْۙ اَعْظَمُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْفَٓائِزُونَ ﴿٢٠
20﴿ O kimseler ki (inanılması gereken meselelere) îmân etmiştirler ve (dinlerini korumak için vatanlarından) hicret etmiştirler ayrıca hem mallarıyla, hem de canlarıyla Allâh yolunda cihâd etmiştirler; (işte onlar bu vasıfları kendilerinde toplamayan kişilere göre) Allâh nezdinde derece bakımından daha büyüktür. Ve işte sana! (Müşrikler değil) ancak onlar (Allâh nezdindeki güzel mükâfatları elde ederek) kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.