v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
190
Cuz 10
27﴿ (Habîbim!) İşte sana! Sonra Allâh bunun ardından dilediği (kâfir) kimselere tevbe (ve îmâna muvaffakıyet) nasip eder. Zâten Allâh (onların geçmişte yaptıklarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (Kendisine bir şey zorla yaptırılamayacağı hâlde, kullarına çok acıdığı için fazl-u keremiyle onlara mükâfatlar verecek olan bir) Rahîm’dir. Misver ibnü Mahreme (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Huneyn günü altı bin kişi esir edilmiş, sayısız deve ve koyun da ganîmet alınmıştı. Esirlerden bâzıları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek İslâm üzere bîat ettiler ve: “Yâ Rasûlellâh! Sen insanların en hayırlısısın ve en iyilikseverisin. Âilelerimiz ve çocuklarımız esir edildi, mallarımız da ellerimizden alındı. (Bize bir iyilikte bulunmaz mısın?!)” dediler. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz benim yanımda bulunanlar şu gördüklerinizdir. Gerçekten sözün en hayırlısı en doğru olanıdır, seçiminizi yapın; ya çocuklarınızı ve kadınlarınızı ya da mallarınızı alın” buyurunca, onlar: “Hiçbir şeyi soylarımıza denk tutamayız” dediler. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ayağa kalkarak sahâbeye hitâben: “İşte bu kişiler bize Müslüman olarak geldiler, biz de onları çocuklarıyla malları arasında muhayyer bıraktık, fakat onlar soylarına hiçbir şeyi denk tutmadılar. Artık kimin elinde bir esir varsa ve gönül hoşluğuyla onu geri verebiliyorsa kendisi bilir, değilse onu bize versin ve bu bizim üzerimizde bir borç olsun, nihâyet biz başka bir ganîmet aldığımızda yerine onu veririz” buyurdu. Bunu duyan sahâbe-i kirâm: “Gerçekten biz râzı olduk ve kabûl ettik” dediklerinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Bilemeyiz, belki de aranızda râzı gelmeyenler (ve bunu bize söyleyemeyenler) olabilir, öyleyse kendi hâllerinizden en iyi haberdâr olan reislerinize söyleyin de bunu bize bildirsinler” buyurdu. Sonra ileri gelenler onların gerçekten gönül hoşluğuyla râzı olduklarını Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bildirdiler. (el-Buhârî, el-Vekâle:7, rakam:2184, 2/810; Ebû Dâvûd, el-Cihâd:131, rakam:2693, 2/69)
28﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! Müşrikler ancak bir pisliktir; bu sebeple işte bu senelerinden sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar. Ama eğer (onların engellenmesinden dolayı ticâretleriniz bozularak) bir fakirlik (çekmek)ten korkarsanız, dilerse Allâh (görünen hiçbir sebep olmaksızın) Kendi fazlından (ve bol rızkından) yakında sizi zengin eder. Şüphesiz ki Allâh (sizin tüm hâllerinizi ve menfaatlerinizi hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (vermesi ve engellemesi dâhil tüm işlerinde üstün hikmet sâhibi bir) Hakîm’dir.
29﴿ Siz kendilerine kitap verilmiş olan o (kâfir) kimselerle savaşın ki; onlar Allâh’a îmân etmezler, o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e de (îmân edici) değil(dirler), Allâh’ın ve Rasûlünün haram ettiği şeyleri de yasak saymazlar ve hak (olan İslâm) dîni(ni) de din olarak kabûl etmezler. Tâ ki o (Yahûdî ve Hristiyan ola)nlar zelîl (ve hakir) kimseler hâlinde cizyeyi (bizzât) kendileri elden verinceye kadar (bu savaşı sürdürün)! Âyet-i celîlede geçen: “O kendilerine kitap verilmiş olan (Yahûdî ve Hristiyan)lar” ifâde-i celîlesinin başında geçen (مِنْ) harf-i cerri beyâniyyedir, teb‘îzıyye değildir. (el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl; en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/106; el-Âlûsî, 10/284) Ama birçok meâl sâhibinin bundan gaflet ederek, burada: “Ehl-i Kitap’tan îmân etmeyenler ...” şeklinde mânâ vermeleri çok yanlış ve sakıncalıdır. Nitekim günümüzde: “Yahûdî ve Hristiyanlardan da Allâh indinde îmânı makbul olanlar vardır ki, onlar bu hükümden hâriçtir” diyen bâzı ilâhiyatçılar bu türlü yanlış meâllere tutunmaktadırlar. Dolayısıyla bugün Ehl-i Kitap geçinenler, kendi dinlerinden uzaklaşarak İslâm’a girmedikçe bu âyet-i kerîmenin hükmüne dâhildirler.
30﴿ (Uzeyr (Aleyhisselâm) yüz sene ölü kalmasının ardından diriltilerek kaybolan Tevrât’ı) Yahûdîler(e yazdırdı. Sonra Tevrât’ı bulduklarında bunun, onun yazdırdığına harfi harfine uyduğunu görünce onlar): “Uzeyr Allâh’ın oğludur” dedi(ler). Hristiyanlar da (Îsâ (Aleyhisselâm)ın babasız yaratıldığını ve hârikulâde mûcizelerini görünce:) “Mesîh Allâh’ın oğludur” dedi(ler). (Ey mümin!) İşte sana! Bu (laflar), onların (hiçbir delîle dayanmaksızın sâdece) ağızlarıyla söyledikleridir. (Bu sözleriyle) onlar daha önce kâfir olmuş (atalarının ve meleklere: “Allâh’ın kızlarıdır” diyen) o (müşrik) kimselerin sözüne benze(yen sözler söyle)mektedirler. Allâh onları katletsin (ve kahretsin). Onlar nasıl da (bile bile haktan bâtıla) döndürülüyorlar?! Uzeyr (Aleyhisselâm)ın diriltilme ve Tevrât’ı yeniden yazdırma kıssası için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, Bakara Sûresi:259
31﴿ O (Yahûdî ve Hristiyan ola)nlar Allâh’ı bırakıp, hahamlarını(n) ve rahiplerini(n, Allâh’ın helâllerini haram, haramlarını ise helâl etmesine itâat ederek), bir de Meryem oğlu Mesîh’i (Allâh’ın oğlu bilerek) birer rab edindiler. Hâlbuki onlar ancak tek bir İlâh (olan Allâh)a kulluk etmeleriyle emrolunmuştular ki, (zâten) O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. (Yüce Zâtına ortak kabûl ederek) şirk koşmakta oldukları şeylerden O’nu tesbîh (etmek sûreti) ile (tenzîh ve takdîs edin)!
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
١٩٠
ثُمَّ يَتُوبُ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٢٧
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هٰذَاۚ وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْن۪يكُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ٓ اِنْ شَٓاءَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٨
قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَد۪ينُونَ د۪ينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حَتّٰى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ۟ ﴿٢٩
وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌۨ ابْنُ اللّٰهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَس۪يحُ ابْنُ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ قَوْلُهُمْ بِاَفْوَاهِهِمْۚ يُضَاهِؤُ۫نَ قَوْلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُۜ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ ﴿٣٠
اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهًا وَاحِدًاۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٣١
Tevbe Sûresi
190
Cuz 10
ثُمَّ يَتُوبُ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿٢٧
27﴿ (Habîbim!) İşte sana! Sonra Allâh bunun ardından dilediği (kâfir) kimselere tevbe (ve îmâna muvaffakıyet) nasip eder. Zâten Allâh (onların geçmişte yaptıklarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (Kendisine bir şey zorla yaptırılamayacağı hâlde, kullarına çok acıdığı için fazl-u keremiyle onlara mükâfatlar verecek olan bir) Rahîm’dir. Misver ibnü Mahreme (Radıyallâhu Anh)dan rivâyet edildiğine göre; Huneyn günü altı bin kişi esir edilmiş, sayısız deve ve koyun da ganîmet alınmıştı. Esirlerden bâzıları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelerek İslâm üzere bîat ettiler ve: “Yâ Rasûlellâh! Sen insanların en hayırlısısın ve en iyilikseverisin. Âilelerimiz ve çocuklarımız esir edildi, mallarımız da ellerimizden alındı. (Bize bir iyilikte bulunmaz mısın?!)” dediler. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz benim yanımda bulunanlar şu gördüklerinizdir. Gerçekten sözün en hayırlısı en doğru olanıdır, seçiminizi yapın; ya çocuklarınızı ve kadınlarınızı ya da mallarınızı alın” buyurunca, onlar: “Hiçbir şeyi soylarımıza denk tutamayız” dediler. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ayağa kalkarak sahâbeye hitâben: “İşte bu kişiler bize Müslüman olarak geldiler, biz de onları çocuklarıyla malları arasında muhayyer bıraktık, fakat onlar soylarına hiçbir şeyi denk tutmadılar. Artık kimin elinde bir esir varsa ve gönül hoşluğuyla onu geri verebiliyorsa kendisi bilir, değilse onu bize versin ve bu bizim üzerimizde bir borç olsun, nihâyet biz başka bir ganîmet aldığımızda yerine onu veririz” buyurdu. Bunu duyan sahâbe-i kirâm: “Gerçekten biz râzı olduk ve kabûl ettik” dediklerinde Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Bilemeyiz, belki de aranızda râzı gelmeyenler (ve bunu bize söyleyemeyenler) olabilir, öyleyse kendi hâllerinizden en iyi haberdâr olan reislerinize söyleyin de bunu bize bildirsinler” buyurdu. Sonra ileri gelenler onların gerçekten gönül hoşluğuyla râzı olduklarını Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bildirdiler. (el-Buhârî, el-Vekâle:7, rakam:2184, 2/810; Ebû Dâvûd, el-Cihâd:131, rakam:2693, 2/69)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّمَا الْمُشْرِكُونَ نَجَسٌ فَلَا يَقْرَبُوا الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ بَعْدَ عَامِهِمْ هٰذَاۚ وَاِنْ خِفْتُمْ عَيْلَةً فَسَوْفَ يُغْن۪يكُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ٓ اِنْ شَٓاءَۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ حَك۪يمٌ ﴿٢٨
28﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! Müşrikler ancak bir pisliktir; bu sebeple işte bu senelerinden sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar. Ama eğer (onların engellenmesinden dolayı ticâretleriniz bozularak) bir fakirlik (çekmek)ten korkarsanız, dilerse Allâh (görünen hiçbir sebep olmaksızın) Kendi fazlından (ve bol rızkından) yakında sizi zengin eder. Şüphesiz ki Allâh (sizin tüm hâllerinizi ve menfaatlerinizi hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (vermesi ve engellemesi dâhil tüm işlerinde üstün hikmet sâhibi bir) Hakîm’dir.
قَاتِلُوا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَلَا بِالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَلَا يُحَرِّمُونَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ وَرَسُولُهُ وَلَا يَد۪ينُونَ د۪ينَ الْحَقِّ مِنَ الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ حَتّٰى يُعْطُوا الْجِزْيَةَ عَنْ يَدٍ وَهُمْ صَاغِرُونَ۟ ﴿٢٩
29﴿ Siz kendilerine kitap verilmiş olan o (kâfir) kimselerle savaşın ki; onlar Allâh’a îmân etmezler, o (dünyâ günlerinden) son(ra gelecek mahşer) gün(ün)e de (îmân edici) değil(dirler), Allâh’ın ve Rasûlünün haram ettiği şeyleri de yasak saymazlar ve hak (olan İslâm) dîni(ni) de din olarak kabûl etmezler. Tâ ki o (Yahûdî ve Hristiyan ola)nlar zelîl (ve hakir) kimseler hâlinde cizyeyi (bizzât) kendileri elden verinceye kadar (bu savaşı sürdürün)! Âyet-i celîlede geçen: “O kendilerine kitap verilmiş olan (Yahûdî ve Hristiyan)lar” ifâde-i celîlesinin başında geçen (مِنْ) harf-i cerri beyâniyyedir, teb‘îzıyye değildir. (el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl; en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/106; el-Âlûsî, 10/284) Ama birçok meâl sâhibinin bundan gaflet ederek, burada: “Ehl-i Kitap’tan îmân etmeyenler ...” şeklinde mânâ vermeleri çok yanlış ve sakıncalıdır. Nitekim günümüzde: “Yahûdî ve Hristiyanlardan da Allâh indinde îmânı makbul olanlar vardır ki, onlar bu hükümden hâriçtir” diyen bâzı ilâhiyatçılar bu türlü yanlış meâllere tutunmaktadırlar. Dolayısıyla bugün Ehl-i Kitap geçinenler, kendi dinlerinden uzaklaşarak İslâm’a girmedikçe bu âyet-i kerîmenin hükmüne dâhildirler.
وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌۨ ابْنُ اللّٰهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَس۪يحُ ابْنُ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ قَوْلُهُمْ بِاَفْوَاهِهِمْۚ يُضَاهِؤُ۫نَ قَوْلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُۜ قَاتَلَهُمُ اللّٰهُۘ اَنّٰى يُؤْفَكُونَ ﴿٣٠
30﴿ (Uzeyr (Aleyhisselâm) yüz sene ölü kalmasının ardından diriltilerek kaybolan Tevrât’ı) Yahûdîler(e yazdırdı. Sonra Tevrât’ı bulduklarında bunun, onun yazdırdığına harfi harfine uyduğunu görünce onlar): “Uzeyr Allâh’ın oğludur” dedi(ler). Hristiyanlar da (Îsâ (Aleyhisselâm)ın babasız yaratıldığını ve hârikulâde mûcizelerini görünce:) “Mesîh Allâh’ın oğludur” dedi(ler). (Ey mümin!) İşte sana! Bu (laflar), onların (hiçbir delîle dayanmaksızın sâdece) ağızlarıyla söyledikleridir. (Bu sözleriyle) onlar daha önce kâfir olmuş (atalarının ve meleklere: “Allâh’ın kızlarıdır” diyen) o (müşrik) kimselerin sözüne benze(yen sözler söyle)mektedirler. Allâh onları katletsin (ve kahretsin). Onlar nasıl da (bile bile haktan bâtıla) döndürülüyorlar?! Uzeyr (Aleyhisselâm)ın diriltilme ve Tevrât’ı yeniden yazdırma kıssası için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, Bakara Sûresi:259
اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهًا وَاحِدًاۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٣١
31﴿ O (Yahûdî ve Hristiyan ola)nlar Allâh’ı bırakıp, hahamlarını(n) ve rahiplerini(n, Allâh’ın helâllerini haram, haramlarını ise helâl etmesine itâat ederek), bir de Meryem oğlu Mesîh’i (Allâh’ın oğlu bilerek) birer rab edindiler. Hâlbuki onlar ancak tek bir İlâh (olan Allâh)a kulluk etmeleriyle emrolunmuştular ki, (zâten) O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. (Yüce Zâtına ortak kabûl ederek) şirk koşmakta oldukları şeylerden O’nu tesbîh (etmek sûreti) ile (tenzîh ve takdîs edin)!