HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُالتَّوْبَةِ  ١٩١ 
الجزء ١٠

يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ﴿ ٣٢ ﴾ هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۙ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ ﴿ ٣٣ ﴾ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ ﴿ ٣٤ ﴾ يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۜ هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ ﴿ ٣٥ ﴾ اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّٰهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَٓا اَرْبَعَةٌ حُرُمٌۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ فَلَا تَظْلِمُوا ف۪يهِنَّ اَنْفُسَكُمْ وَقَاتِلُوا الْمُشْرِك۪ينَ كَٓافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَٓافَّةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿ ٣٦ ﴾

سُورَةُالتَّوْبَةِ  ١٩١ 
الجزء ١٠
Tevbe Sûresi  191 
Cüz  10

32  Onlar Allâh’ın (peygamber gönderip kitap indirerek parlattığı) nurunu ağızları(ndan çıkan şirk ve inkâr dolu birtakım sözler) ile söndürmek istiyorlar. Allâh ise (tevhidi yüceltip İslâm’ı aziz kılarak) nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez! Velev ki o kâfirler hoş görmesin!

33  O’dur ancak O Zât ki; Rasûlünü hidâyet (reh beri Kur’ân) ve hak din (olan İslâm) ile göndermiştir, tâ ki O onu dinlerin tamamına karşı üstün kılsın! Velev ki o müşrikler hoşlanmasın! (Nitekim İslâm’ı gönderip onunla tüm dinleri yürürlükten kaldırmakla bu vaadi yerine getirmiştir. Zaten Îsâ (Aleyhisselâm)ın ine ceği âhir zamanda ondan başka bir din bırakmayacaktır.)

34  Ey iman etmiş olan kimseler! Gerçekten hahamlardan ve rahiplerden birçoğu insanların mallarını elbette (rüşvet karşılığı fetva değiştirmek gibi) bâtıl (yollar) ile yemektedirlerve (kendilerine uyan câhilleri) Allâh’ın yolundan engellemektedirler. O kimseler ki, altını ve gümüşü biriktirirler de onları Allâh yolunda (zekât vererek) harcamazlar; işte sen onları çok acı verici pek büyük bir azapla müjdele!
Âyet-i kerîmede zemmedilen “Malları yığma ve Allâh yolunda harcamama” vasfı, zekâtı verilmeyen mallar hakkındadır. Yoksa mutlak manada malı mülkü cem edip muhâfaza etme anlamında değildir. Nitekim hadîs-i şerîfte: “Zekâtı verilen herhangi bir mal yerin altında gömülü olsa da kenz değildir. Zekâtı verilmeyen herhangi bir mal ise açıkta da olsa kenzdir!” (Beyhakî, es-Sünenü’lkübrâ, Zekât: 2, No: 7233, 4/140) buyrulmuştur. Abdurrahman ibni Avf ve Talha (Radıyallâhu anhümâ) gibi sahâbe-i kirâmdan bazı zâtlar mal biriktirirler ve ticaret yaparlardı, kimse de onları bu hususta tenkit etmezdi. Zira mal yığmaktan uzak durmak en fazîletli olanı tercih etmek ise de, mal biriktirmek de mübah olduğundan, bir kınanmayı hakettirmez. (Nesefî) Nitekim bu âyet-i kerîme nâzil olduğunda Müslümanlara çok ağır gelmiş, bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu anh): “Ben sizden bu sıkıntıyı açayım!” demiş, sonra durumu Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`e arz edince o: “Allâh-u Te`âlâ zekâtı ancak kalan mallarınızı temizlemek için farz kıldı!” buyurmuştur.(Ebû Dâvûd, Zekât: 32, No: 1664, 1/522)

35  (Allâh yolunda harcanmayan malların) üzerlerinin cehennem ateşinde iyice kızdırılacağı ve onlarla (zekât vermeyenlerin, fakir gördüklerinde bozulan suratlarının) alınları, (muhtaçların ısrarlı istemesine karşı dönen) yanları ve (aşırı talep karşısında çevirdikleri) sırtları dağlanacağı gün (onlara denilecektir ki): “İşte bu, kendi nefisleriniz için saklamış olduklarınızdır! Haydi, yığmakta bulunmuş olduklarınızı(n başınıza açtığı acıklı azâbı) tadın (bakalım)!”

36  Şüphesiz Allâh katında ayla rın sayısı, Allâh’ın gökleri ve yeri yarat(maya başla) dığı gündeki (kesin karar bildiren) yazısında/ Allâh’ın (değişmez) kitabı (olan Levh-i Mahfuz’u)nda/ ay olarak (hiçbir fazlalık bulunmaksızın tamı tamına) onikidir ki, haram olan dört de onlardandır. İşte bu (şekilde senenin oniki ay olup, içlerinden dördünün haram kılınmasına dair hüküm), (İbrâhîm ve İsmâ`îl (Aleyhimesselâm)dan kalma) dosdoğru dinin ta kendisidir/ancak bu , (değişme ihtimali bulunmayan) dâimî bir karardır/ (ayların haramlığını geciktirmeyle alâkalı olarak müşriklerin yaptığı uygulama yanlış bir hesap olup ,) sadece bu, (Müslümanların oruç, hac ve bayram gibi, dinleriyle alâkalı konularda gözetmeleri gereken) dosdoğru bir hesaptır/. Artık (hiçbir ayda, özellikle de ) bunlar (gibi hürmetli ve yasaklı kılınan haram aylar)da (günah işlemek ve ibadetleri terk etmek suretiyle canınızı cehenneme atarak)nefislerinize zulmetmeyin. Nasıl onlar sizinle topluca savaşıyorlarsa, siz de (korkaklığa kapılıp kaçmadan ve birbirinizden yardım elini çekmeden) topyekûn bir halde o müşriklerle savaşın ve bilin ki gerçekten Allâh(ın yardımı, emirleri tutup haramlardan sakınan) o takvâ sahibi kullarla beraberdir.
İslâm’ın, ayın burçlardaki seyrine mebnî kıldığı kamerî sene oniki ay olup bunlar; muharrem, safer, rebîulevvel, rebîulâhir, cemâdiyelûlâ, cemâdiyelâhira, recep, şaban, ramazan, şevvâl, zilkâde ve zilhiccedir ki, Müslümanlar oruçlarında, hac vakitlerinde, bayramlarında ve diğer işlerinde bu aylara itibar etmektedirler. Bu ayların günleri üç yüz ellibeştir. Şemsî sene ise; güneşin felekte tam bir devri tamamlamasından ibâret olup, üç yüz altmış beş gün altı saattir. Demek ki, ay senesi güneş yılından on gün eksik kalmaktadır. Bu yüzden hac ve oruç bazen kışa bazen de yaza denk gelmektedir. Câhiliyet devrinde Araplar haram ayın hürmetini birbirine tehir ederlerdi, böylece hacları bazen vaktine rastlar, bazen de muharrem ve safer gibi aylara düşerdi. İşte bu âyet-i kerîmeyle Allâh-u Te`âlâ Müslümanların itibar etmesi gereken ayların sayısının, ayın burçlarındaki seyrine dayalı olan on iki ay olduğunu bildirmiştir. Âyet-i kerîmede bahsi geçen dört haram ayın üçü; Hicrî senenin on birinci, on ikinci ve birinci ayları olan; zilkâde, zilhicce ve muharrem-i şeriftir ki bunlar peş peşedir. Tek olan diğeri ise cemâziyelâhir ile şabân-ı şerif arasında bulunan receb-i şerîftir. (Buhârî, Bed’ül-halk: 2, No: 3025, 3/1168) Bu ayların haramlığı, kendilerinde savaşın haram olmasıyla alâkalıdır. Ama Katâde, Atâ, Zührî ve Süfyân (Rahimehumüllâh) gibi birçok ulemânın görüşüne göre, bu âyet-i kerîmede zikredilen: “Müşriklerle topluca savaşın!” cümle-i celîlesi bu haramiyeti neshetmiş, ancak bu ayların haramlığı, ibadetlerin fazîleti ve günahlardan sakınmanın önemi hususunda bâkî kalmıştır. Nitekim Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`in Huneyn muhârebesi ve Tâif muhâsarası şevvalde başlamış ve haram aylardan biri olan zilkâdenin bir kısmında sürmüştür. (Beyzâvî, Hâzin)

Tevbe Sûresi  191 
Cüz  10
cihanyamaneren