v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
191
Cuz 10
32﴿ Onlar Allâh’ın (peygamber gönderip kitap indirerek parlattığı) nûrunu ağızları(ndan çıkan şirk ve inkâr dolu birtakım sözler) ile söndürmek istiyorlar. Ama o kâfirler hoş görmese de Allâh (tevhîdi yüceltip İslâm’ı azîz kılarak) nûrunu tamamlamaktan başka hiçbir şeye rızâ göstermez.
33﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; Rasûlünü hidâyet (rehberi olan Kur’ân) ve hak dîn (olan İslâm) ile (bütün kullarına) elçi göndermiştir ve netîcede O (Rabbi) onu, o (bâtıl) dinlerin tamâmına karşı üstün kılacaktır, velev ki müşrikler hoş görmesin! Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ Rasûlü vâsıtasıyla İslâm dînini gönderip tüm dinleri yürürlükten kaldırarak bu sözünü yerine getirmiştir. Îsâ (Aleyhisselâm)ın ineceği âhir zamanda da ondan başka bir din bırakmayacaktır. (el-Kirmânî; et-Teysîr; el-Medârik)
34﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! Gerçekten hahamlardan ve râhiplerden birçoğu (öyle kimselerdir ki); insanların mallarını gerçekten (rüşvet karşılığı fetvâ değiştirmek gibi) bâtıl (ve ğayr-i meşrû yollar) ile yerler ve (böylece kendilerine uyan câhilleri) Allâh’ın yolundan engellerler. Ayrıca o kimseler ki, altını ve gümüşü biriktirip saklıyorlar da onları Allâh’ın yolunda (zekât vererek) harcamıyorlar; işte sen onları çok acı verici pek büyük bir azapla müjdele! Âyet-i kerîmede zemmedilen “Malları yığma ve Allâh yolunda harcamama” vasfı, zekâtı verilmeyen mallar hakkındadır. Yoksa mutlak mânâda malı mülkü cem edip muhâfaza etme anlamında değildir. Nitekim hadîs-i şerîfte: “Zekâtı verilen herhangi bir mal yerin altında gömülü olsa da (bu âyette zemmedilen) kenz (ve gömü kabîlinden) değildir ama zekâtı verilmeyen bir mal açıkta da olsa kenzdir” buyrulmuştur. (el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, ez-Zekât:2, rakam:7233, 4/140) Abdurrahmân ibnü Avf ve Talha (Radıyallâhu Anhümâ) gibi sahâbe-i kirâmdan bâzı zatlar mal biriktirirler ve ticâret yaparlardı, kimse de onları bu hususta tenkit etmezdi. Zâten en fazîletlisi mal yığmaktan uzak durmak ise de mal biriktirmek de mübah olduğundan, bir kınanmayı hakettirmez. (en-Nesefî) Nitekim bu âyet-i kerîme nâzil olduğunda Müslümanlara çok ağır gelmiş, bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh): “Ben sizden bu sıkıntıyı açayım” demiş, sonra durumu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e arz edince o: “Allâh-u Te‘âlâ zekâtı ancak kalan mallarınızı temizlemek için farz kıldı (dolayısıyla zekâtı verilen mal artık temizlendiği için yanınızda kalmasında sakınca yoktur)” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, ez-Zekât:32, rakam:1664, 1/522)
35﴿ (Allâh yolunda harcanmayan) on(ca gümüş ve altın)-ların üstlerinin cehennem ateşinin içerisinde iyice kızdırılacağı o günü (hatırlayın) ki; o (zekât vermeyen) kimselerin (fakir gördüklerinde bozulan suratlarının) alınları, (muhtaçların ısrarlı istemesine karşı dönen) yanları ve (aşırı talep karşısında çevirdikleri) sırtları onlarla dağlanacak da (sonra kendilerine denilecektir ki): “İşte bu (azap), kendi nefisleriniz için biriktirip saklamış olduğunuz şey(ler sebebiyle)dir. Haydi, (dünyâda) biriktirip saklamış olduğunuz şeyleri(n başınıza açtığı acıklı azâbı şimdi) tadın (bakalım)!”
36﴿ Şüphesiz Allâh nezdinde ayların sayısı, Allâh’ın gökleri ve yeri yarat(maya başla)dığı gündeki (kesin karar bildiren) yazısında /Allâh’ın (her şeyi yazdığı en büyük) kitabı (olan Levh-i Mahfûz’u)nda/ ay olarak (hiçbir fazlalık bulunmaksızın tamı tamına) on ikidir ki, (hürmet edilmesi gerektiği için kendilerinde işlenen günahların katlandığı o) haram olan dört de onlardandır. (Ey mümin!) İşte sana! Bu (hükmü kabûl ederek seneyi on iki ay sayıp, içlerinden dördünün haramlığına ve hürmetine riâyet etmeniz, İbrâhîm ve İsmâ‘îl (Aleyhimesselâm)dan kalma) dosdoğru dînin ta kendisidir / İşte sana! Ancak bu, (değişme ihtimâli bulunmayan) dâimî bir karardır/ İşte sana! (Ayların haramlığını geciktirme konusunda müşriklerin yaptığı uygulama yanlış bir hesap olup) sâdece bu (şekilde dört ayın haramlığını kendi vakitlerinde gözetmek), (Müslümanların oruç, hac ve bayram gibi, dinleriyle alâkalı konularda riâyet etmeleri gereken) dosdoğru bir hesaptır/. Artık (hiçbir ayda, özellikle de) bunlar (gibi hürmetli ve yasaklı kılınan haram aylar)da (günah işlemek ve ibâdetleri terk etmek sûretiyle canınızı cehenneme atarak) nefislerinize zulmetmeyin. Bir de nasıl onlar sizinle hep birlikte savaşıyorlarsa, siz de (korkaklığa kapılıp kaçmadan ve birbirinizden yardım elini çekmeden) hep birlikte olduğunuz hâlde o müşriklerle savaşın ve bilin ki gerçekten Allâh(ın yardımı, emirleri tutup haramlardan sakınan) o takvâ sâhibi kimselerle berâberdir. Şu bilinsin ki; İslâm’ın, ayın burçlardaki seyrine mebnî kıldığı kamerî sene on iki ay olup bunlar; muharrem, safer, rebî‘ulevvel, rebî‘ulâhir, cemâdiyelûlâ, cemâdiyelâhira, receb, şa‘bân, ramazân, şevvâl, zülka‘de ve zülhiccedir ki, Müslümanlar oruçlarında, hac vakitlerinde, bayramlarında ve diğer işlerinde bu aylara îtibâr etmektedirler. Bu ayların günleri üç yüz elli beştir. Şemsî sene ise güneşin felekte tam bir devrini tamamlamasından ibâret olup, üç yüz altmış beş gün, altı saattir. Demek ki, ay senesi güneş yılından on gün eksik kalmaktadır. Bu yüzden hac ve oruç bâzen kışa bâzen de yaza denk gelmektedir. Câhiliyet devrinde ise Araplar haram ayın hürmetini birbirine tehir ederlerdi, böylece hacları bâzen doğru vaktine (zülhıcceye) rastlar, bâzen de muharrem ve safer gibi aylara düşerdi. İşte bu âyet-i kerîmeyle Allâh-u Te‘âlâ Müslümanların îtibâr etmesi gereken ayların sayısının, ayın burçlarındaki seyrine dayalı olan on iki ay olduğunu bildirmiştir. Âyet-i kerîmede bahsi geçen dört haram ayın üçü; hicrî senenin on birinci, on ikinci ve birinci ayları olan; zülka‘de, zülhicce ve muharrem-i şerîftir ki bunlar peş peşedir. Tek olan diğeri ise cemâziyelâhir ile şa‘bân-ı şerîf arasında bulunan receb-i şerîftir. (el-Buhârî, Bed’ü’l-halk:2, rakam:3025, 3/1168) Bu ayların haramlığı, kendilerinde savaşın haram olmasıyla alâkalıdır. Ama Katâde, Atâ, Zührî ve Süfyân (Rahimehumüllâh) gibi tâbiînden birçok ulemânın kavline göre, bu âyet-i kerîmede zikredilen: “Müşriklerle topluca savaşın” cümle-i celîlesi bu harâmiyeti nesh etmiştir ki cumhûrun görüşü de budur, lâkin bu ayların haramlığı, kendilerinde yapılan ibâdetlerin daha fazîletli oluşu ve kendilerinde günahlardan sakınmanın önemi husûsunda bâkî kalmıştır. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Huneyn Muhârebesi ve Tâif muhâsarası şevvâl ayında başlamış ve haram aylardan biri olan zülka‘denin bir kısmında sürmüştür ki bu da bu aylarda savaşın harâmiyet hükmünün neshedildiğine delâlet etmektedir. (el-Beyzâvî, el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/118-119; el-Âlûsî, 10/314-315)
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
١٩١
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ﴿٣٢
هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۙ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ ﴿٣٣
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ ﴿٣٤
يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۜ هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ ﴿٣٥
اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّٰهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَٓا اَرْبَعَةٌ حُرُمٌۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ فَلَا تَظْلِمُوا ف۪يهِنَّ اَنْفُسَكُمْ وَقَاتِلُوا الْمُشْرِك۪ينَ كَٓافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَٓافَّةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿٣٦
Tevbe Sûresi
191
Cuz 10
يُر۪يدُونَ اَنْ يُطْفِؤُ۫ا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَيَأْبَى اللّٰهُ اِلَّٓا اَنْ يُتِمَّ نُورَهُ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ ﴿٣٢
32﴿ Onlar Allâh’ın (peygamber gönderip kitap indirerek parlattığı) nûrunu ağızları(ndan çıkan şirk ve inkâr dolu birtakım sözler) ile söndürmek istiyorlar. Ama o kâfirler hoş görmese de Allâh (tevhîdi yüceltip İslâm’ı azîz kılarak) nûrunu tamamlamaktan başka hiçbir şeye rızâ göstermez.
هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۙ وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ ﴿٣٣
33﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; Rasûlünü hidâyet (rehberi olan Kur’ân) ve hak dîn (olan İslâm) ile (bütün kullarına) elçi göndermiştir ve netîcede O (Rabbi) onu, o (bâtıl) dinlerin tamâmına karşı üstün kılacaktır, velev ki müşrikler hoş görmesin! Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ Rasûlü vâsıtasıyla İslâm dînini gönderip tüm dinleri yürürlükten kaldırarak bu sözünü yerine getirmiştir. Îsâ (Aleyhisselâm)ın ineceği âhir zamanda da ondan başka bir din bırakmayacaktır. (el-Kirmânî; et-Teysîr; el-Medârik)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ كَث۪يرًا مِنَ الْاَحْبَارِ وَالرُّهْبَانِ لَيَأْكُلُونَ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلَا يُنْفِقُونَهَا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۙ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍۙ ﴿٣٤
34﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! Gerçekten hahamlardan ve râhiplerden birçoğu (öyle kimselerdir ki); insanların mallarını gerçekten (rüşvet karşılığı fetvâ değiştirmek gibi) bâtıl (ve ğayr-i meşrû yollar) ile yerler ve (böylece kendilerine uyan câhilleri) Allâh’ın yolundan engellerler. Ayrıca o kimseler ki, altını ve gümüşü biriktirip saklıyorlar da onları Allâh’ın yolunda (zekât vererek) harcamıyorlar; işte sen onları çok acı verici pek büyük bir azapla müjdele! Âyet-i kerîmede zemmedilen “Malları yığma ve Allâh yolunda harcamama” vasfı, zekâtı verilmeyen mallar hakkındadır. Yoksa mutlak mânâda malı mülkü cem edip muhâfaza etme anlamında değildir. Nitekim hadîs-i şerîfte: “Zekâtı verilen herhangi bir mal yerin altında gömülü olsa da (bu âyette zemmedilen) kenz (ve gömü kabîlinden) değildir ama zekâtı verilmeyen bir mal açıkta da olsa kenzdir” buyrulmuştur. (el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, ez-Zekât:2, rakam:7233, 4/140) Abdurrahmân ibnü Avf ve Talha (Radıyallâhu Anhümâ) gibi sahâbe-i kirâmdan bâzı zatlar mal biriktirirler ve ticâret yaparlardı, kimse de onları bu hususta tenkit etmezdi. Zâten en fazîletlisi mal yığmaktan uzak durmak ise de mal biriktirmek de mübah olduğundan, bir kınanmayı hakettirmez. (en-Nesefî) Nitekim bu âyet-i kerîme nâzil olduğunda Müslümanlara çok ağır gelmiş, bunun üzerine Ömer (Radıyallâhu Anh): “Ben sizden bu sıkıntıyı açayım” demiş, sonra durumu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e arz edince o: “Allâh-u Te‘âlâ zekâtı ancak kalan mallarınızı temizlemek için farz kıldı (dolayısıyla zekâtı verilen mal artık temizlendiği için yanınızda kalmasında sakınca yoktur)” buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, ez-Zekât:32, rakam:1664, 1/522)
يَوْمَ يُحْمٰى عَلَيْهَا ف۪ي نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوٰى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْۜ هٰذَا مَا كَنَزْتُمْ لِاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ ﴿٣٥
35﴿ (Allâh yolunda harcanmayan) on(ca gümüş ve altın)-ların üstlerinin cehennem ateşinin içerisinde iyice kızdırılacağı o günü (hatırlayın) ki; o (zekât vermeyen) kimselerin (fakir gördüklerinde bozulan suratlarının) alınları, (muhtaçların ısrarlı istemesine karşı dönen) yanları ve (aşırı talep karşısında çevirdikleri) sırtları onlarla dağlanacak da (sonra kendilerine denilecektir ki): “İşte bu (azap), kendi nefisleriniz için biriktirip saklamış olduğunuz şey(ler sebebiyle)dir. Haydi, (dünyâda) biriktirip saklamış olduğunuz şeyleri(n başınıza açtığı acıklı azâbı şimdi) tadın (bakalım)!”
اِنَّ عِدَّةَ الشُّهُورِ عِنْدَ اللّٰهِ اثْنَا عَشَرَ شَهْرًا ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ يَوْمَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ مِنْهَٓا اَرْبَعَةٌ حُرُمٌۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ فَلَا تَظْلِمُوا ف۪يهِنَّ اَنْفُسَكُمْ وَقَاتِلُوا الْمُشْرِك۪ينَ كَٓافَّةً كَمَا يُقَاتِلُونَكُمْ كَٓافَّةًۜ وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ مَعَ الْمُتَّق۪ينَ ﴿٣٦
36﴿ Şüphesiz Allâh nezdinde ayların sayısı, Allâh’ın gökleri ve yeri yarat(maya başla)dığı gündeki (kesin karar bildiren) yazısında /Allâh’ın (her şeyi yazdığı en büyük) kitabı (olan Levh-i Mahfûz’u)nda/ ay olarak (hiçbir fazlalık bulunmaksızın tamı tamına) on ikidir ki, (hürmet edilmesi gerektiği için kendilerinde işlenen günahların katlandığı o) haram olan dört de onlardandır. (Ey mümin!) İşte sana! Bu (hükmü kabûl ederek seneyi on iki ay sayıp, içlerinden dördünün haramlığına ve hürmetine riâyet etmeniz, İbrâhîm ve İsmâ‘îl (Aleyhimesselâm)dan kalma) dosdoğru dînin ta kendisidir / İşte sana! Ancak bu, (değişme ihtimâli bulunmayan) dâimî bir karardır/ İşte sana! (Ayların haramlığını geciktirme konusunda müşriklerin yaptığı uygulama yanlış bir hesap olup) sâdece bu (şekilde dört ayın haramlığını kendi vakitlerinde gözetmek), (Müslümanların oruç, hac ve bayram gibi, dinleriyle alâkalı konularda riâyet etmeleri gereken) dosdoğru bir hesaptır/. Artık (hiçbir ayda, özellikle de) bunlar (gibi hürmetli ve yasaklı kılınan haram aylar)da (günah işlemek ve ibâdetleri terk etmek sûretiyle canınızı cehenneme atarak) nefislerinize zulmetmeyin. Bir de nasıl onlar sizinle hep birlikte savaşıyorlarsa, siz de (korkaklığa kapılıp kaçmadan ve birbirinizden yardım elini çekmeden) hep birlikte olduğunuz hâlde o müşriklerle savaşın ve bilin ki gerçekten Allâh(ın yardımı, emirleri tutup haramlardan sakınan) o takvâ sâhibi kimselerle berâberdir. Şu bilinsin ki; İslâm’ın, ayın burçlardaki seyrine mebnî kıldığı kamerî sene on iki ay olup bunlar; muharrem, safer, rebî‘ulevvel, rebî‘ulâhir, cemâdiyelûlâ, cemâdiyelâhira, receb, şa‘bân, ramazân, şevvâl, zülka‘de ve zülhiccedir ki, Müslümanlar oruçlarında, hac vakitlerinde, bayramlarında ve diğer işlerinde bu aylara îtibâr etmektedirler. Bu ayların günleri üç yüz elli beştir. Şemsî sene ise güneşin felekte tam bir devrini tamamlamasından ibâret olup, üç yüz altmış beş gün, altı saattir. Demek ki, ay senesi güneş yılından on gün eksik kalmaktadır. Bu yüzden hac ve oruç bâzen kışa bâzen de yaza denk gelmektedir. Câhiliyet devrinde ise Araplar haram ayın hürmetini birbirine tehir ederlerdi, böylece hacları bâzen doğru vaktine (zülhıcceye) rastlar, bâzen de muharrem ve safer gibi aylara düşerdi. İşte bu âyet-i kerîmeyle Allâh-u Te‘âlâ Müslümanların îtibâr etmesi gereken ayların sayısının, ayın burçlarındaki seyrine dayalı olan on iki ay olduğunu bildirmiştir. Âyet-i kerîmede bahsi geçen dört haram ayın üçü; hicrî senenin on birinci, on ikinci ve birinci ayları olan; zülka‘de, zülhicce ve muharrem-i şerîftir ki bunlar peş peşedir. Tek olan diğeri ise cemâziyelâhir ile şa‘bân-ı şerîf arasında bulunan receb-i şerîftir. (el-Buhârî, Bed’ü’l-halk:2, rakam:3025, 3/1168) Bu ayların haramlığı, kendilerinde savaşın haram olmasıyla alâkalıdır. Ama Katâde, Atâ, Zührî ve Süfyân (Rahimehumüllâh) gibi tâbiînden birçok ulemânın kavline göre, bu âyet-i kerîmede zikredilen: “Müşriklerle topluca savaşın” cümle-i celîlesi bu harâmiyeti nesh etmiştir ki cumhûrun görüşü de budur, lâkin bu ayların haramlığı, kendilerinde yapılan ibâdetlerin daha fazîletli oluşu ve kendilerinde günahlardan sakınmanın önemi husûsunda bâkî kalmıştır. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in Huneyn Muhârebesi ve Tâif muhâsarası şevvâl ayında başlamış ve haram aylardan biri olan zülka‘denin bir kısmında sürmüştür ki bu da bu aylarda savaşın harâmiyet hükmünün neshedildiğine delâlet etmektedir. (el-Beyzâvî, el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/118-119; el-Âlûsî, 10/314-315)