v02.01.25 Geliştirme Notları
Tevbe Sûresi
192
Cuz 10
37﴿ (Müşrikler tarafından uydurulan ve “Haram bir ayın yasaklığını başka bir aya erteleme” anlamına gelen) nesî, ancak kâfirlikte bir ziyâdelik (ve artış kaydetme sebebi)dir ki, o kâfir olmuş kimseler (eski sapıklıklarına ilâveten bir de) onunla (hareket ederek daha iyi) saptırılır(lar). Onlar (haram olan dört aydan herhangi birinin haramlığını haram olmayan başka bir aya kaydırarak) onu bir sene helâl sayarlar, (değiştirmekte bir menfaatleri söz konusu olmadığı başka) bir sene ise (Allâh indindeki haramlığını koruyarak) onu haram sayarlar; (tâ) ki Allâh’ın (kendilerinde savaşı) haram etmiş olduğu şeylerin (o dört haram ayın sâdece) sayısına uyum sağlasınlar ama (böylece) Allâh’ın haram kılmış olduğu şeyleri(n özel mevsimlerini) helâl sayabilsinler (diye böyle yaparlar). (İşte böylece) onların kötü amelleri (can çekici bir hâle getirilerek) kendileri için iyice süslü gösterilmiştir. Zâten Allâh o kâfirler toplumunu (doğru yoldan haberdâr etse de, kendileri o yola girmeyi istemedikleri sürece onları) hidâyet etmez.
38﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! Size ne şey oldu ki, size: “Allâh’ın yolunda (cihâd için Tebûk seferine) çıkın” denildiği zaman, yer(yüzünün geçici güzelliklerin)e meyledip (cihâda çıkma işini) ağırdan aldınız. Yoksa siz âhiret (ve onun sonsuz nîmetleri) yerine, o en yakın (ve peşin dünyâ) hayât(ın)a mı râzı oldunuz?! Ama o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın lezzetleriyle) metâ(lan)ı(p yararlanmak) âhiret yanında ancak pek az (ve îtibarsız) bir şeydir.
39﴿ Eğer (emrolunduğunda ve gerektiğinde kâfirlerle savaşa) çıkmazsanız, O (Allâh-u Te‘âlâ) size çok acı verici olan büyük bir azaplandırma ile azap eder ve (sizi helâk etmesinin ardından) sizden başka bir kavmi yerin(iz)e getirir. Ama siz (cihâda çıkmamakla zarar türlerinden) en ufak bir şeyle dahî O’na zarar veremezsiniz. Zâten Allâh (sizi helâk edip yerinize başkalarını getirme ve siz olmasanız da dînine yardım etme konuları dâhil) her bir şey üzerine (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
40﴿ Siz o (Peygamber-i Zîşâ)na yardım etmezseniz (bu ona hiçbir zarar vermez), zâten gerçekten Allâh ona (her zaman ve mekânda ve her türlü zor şartlar altında) yardım etmiştir. Bir vakit ki; o kâfir olmuş kimseler onu (Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) ile berâber) iki kişinin biriyken (Mekke’den) çıkarmıştı; bir zaman ki, o ikisi o (Sevr Dağı’ndaki) mağaradaydılar; vaktâ ki, o (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)), (kendisini koruma telâşına düşen) arkadaşına: “Üzülme! Muhakkak Allâh(ın koruma ve yardımı) bizimle berâberdir” diyordu da, nihâyet Allâh onun üzerine (kendisiyle huzur ve sükûnetinin artacağı rahmet ve) sekînetini indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz çok güçlü birtakım (melek) ordular(ıy)la da onu desteklemiş ve böylece o kâfir olmuş kimselerin kelimesini (ve dâvâsını) en alçak yapmıştı. Allâh’ın kelimesi (olan Kelime-i Tevhîd ve İslâm dâvâsı) ise, (her zaman) en üstün olanın ta kendisi ancak odur. Allâh (hiç mağlup edilemeyen bir) Azîz’dir, (dostlarını azîz ve müşrikleri zelîl kılma gibi tüm karar ve uygulamalarında tam isâbet sâhibi olan bir) Hakîm’dir. Beyzâvî ve Nesefî gibi birçok müfessirin naklettikleri vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke’den Medîne’ye hicreti sırasında, Mekke’ye bir saatlik mesâfede bulunan Sevr Dağı’nın tepesindeki bir mağarada Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) ile üç gün gizlendiler. Bu îtibarla Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mağaradaki arkadaşı olma şerefine nâil olmaktan öte, sahâbî oluşu da Kur’ân’ın nassıyla sâbit olmuştur. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: “Sen benim mağarada arkadaşımdın, Havz’ın başında da arkadaşımsın” (et-Tirmizî, el-Menâkıb:16, rakam:3670, 5/613) buyurarak kendisini övmüştür. Bu yüzden diğer sahâbîlerin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile birlikteliğini inkâr eden kişi kâfir olmayıp, Ehl-i Sünnet dışına çıkmış bir mübtedi‘ olur, ama Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın sahâbîliğini inkâr eden ise kâfir olur.- O sırada müşrikler mağaranın etrâfına gelip aramaya başlayınca Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh): “Bugün yakalanacak olursak Allâh’ın dîni gitti” diye düşünüp çok korkarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Yâ Rasûlellâh! Onlardan birisi ayaklarına bakacak olsa bizi oracıkta görecek” deyince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “İki kişi hakkındaki düşüncen (ve telâşın) nedir ki, onların üçüncüsü Allâh’tır?” buyurdu ve bu sözüyle Allâh-u Te‘âlâ’nın yardım, koruma ve destek bakımından kendileriyle birlikte olduğunu açıklamış oldu. Onlar mağaraya girer girmez Allâh-u Te‘âlâ iki güvercin gönderdi de, onlar mağaranın aşağı tarafında yumurtladılar, bir de örümcek yolladı ki, o da hemen mağaranın ağzını kurduğu ağ ile örttü, o sırada Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Yâ Rabbi! Onların gözlerini kör et” diye bedduâ edince onlar uzun süre aramalarına rağmen hiçbir şey bulamayarak geri döndüler. İşte bu kıssada Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in tevekkülünün ne kadar büyük olduğu görüldüğü gibi, Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın da birçok fazîleti açığa çıkmıştır. Bu yüzden Ömer ibnü’l-Hattâb (Radıyallâhu Anh) Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)dan bahsederken: “İsterdim ki, benim amellerimin tamâmı onun bir günlük ve bir gecelik ameli kadar olsaydı” buyurmuş ve şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile mağaraya yürüdükleri gece o, içeride zarar verici bir şey varsa Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e dokunmasın diye mağaraya önce kendisi girdi ve içeriyi iyice süpürdükten sonra kenarda bulduğu bir deliği elbisesiyle tıkadı, bir şey bulamayınca kalan iki deliği de ayaklarıyla kapattı, sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i içeriye çağırdı. Böylece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) mağaraya girip başını onun koynuna yaslayarak uykuya daldı. O anda delikte bulunan bir yılan onu ayağından soktuysa da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) uyanmasın diye hiç kıpırdamadan durdu ve gayr-i ihtiyârî akıttığı gözyaşları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yüzüne düşünce: ‘Ey Ebû Bekr! Ne oldu sana?’ diye sordu. O: ‘Anam babam sana fedâ olsun, ısırıldım’ deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) mübârek tükürüğüyle ağrıyan yeri sıvazladı ve o anda hissettiği tüm acılar kayboldu. Fakat vefât edeceği gün o zehir Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın şehit olmasına sebep oldu. İşte ben o gecesini kastediyorum. İmrendiğim günü ise, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefât edince, bâzı Arap kabîlelerinin zekâtı reddederek irtidâd etmeleri üzerine tek başına da olsa onlarla harp etme karârı aldığı gündür.” (el-Hâzin, el-Beyzâvî, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/123-124)
سُورَةُ التَّوْبَةِ
الجزء ١٠
١٩٢
اِنَّمَا النَّس۪ٓيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُحِلُّونَهُ عَامًا وَيُحَرِّمُونَهُ عَامًا لِيُوَاطِؤُ۫ا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللّٰهُۜ زُيِّنَ لَهُمْ سُٓوءُ اَعْمَالِهِمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ۟ ﴿٣٧
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا ق۪يلَ لَكُمُ انْفِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِۜ اَرَض۪يتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَل۪يلٌ ﴿٣٨
اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْـًٔاۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٣٩
اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٤٠
Tevbe Sûresi
192
Cuz 10
اِنَّمَا النَّس۪ٓيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ يُضَلُّ بِهِ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا يُحِلُّونَهُ عَامًا وَيُحَرِّمُونَهُ عَامًا لِيُوَاطِؤُ۫ا عِدَّةَ مَا حَرَّمَ اللّٰهُ فَيُحِلُّوا مَا حَرَّمَ اللّٰهُۜ زُيِّنَ لَهُمْ سُٓوءُ اَعْمَالِهِمْۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ۟ ﴿٣٧
37﴿ (Müşrikler tarafından uydurulan ve “Haram bir ayın yasaklığını başka bir aya erteleme” anlamına gelen) nesî, ancak kâfirlikte bir ziyâdelik (ve artış kaydetme sebebi)dir ki, o kâfir olmuş kimseler (eski sapıklıklarına ilâveten bir de) onunla (hareket ederek daha iyi) saptırılır(lar). Onlar (haram olan dört aydan herhangi birinin haramlığını haram olmayan başka bir aya kaydırarak) onu bir sene helâl sayarlar, (değiştirmekte bir menfaatleri söz konusu olmadığı başka) bir sene ise (Allâh indindeki haramlığını koruyarak) onu haram sayarlar; (tâ) ki Allâh’ın (kendilerinde savaşı) haram etmiş olduğu şeylerin (o dört haram ayın sâdece) sayısına uyum sağlasınlar ama (böylece) Allâh’ın haram kılmış olduğu şeyleri(n özel mevsimlerini) helâl sayabilsinler (diye böyle yaparlar). (İşte böylece) onların kötü amelleri (can çekici bir hâle getirilerek) kendileri için iyice süslü gösterilmiştir. Zâten Allâh o kâfirler toplumunu (doğru yoldan haberdâr etse de, kendileri o yola girmeyi istemedikleri sürece onları) hidâyet etmez.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا ق۪يلَ لَكُمُ انْفِرُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِۜ اَرَض۪يتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِۚ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَل۪يلٌ ﴿٣٨
38﴿ Ey îmân etmiş olan o kimseler! Size ne şey oldu ki, size: “Allâh’ın yolunda (cihâd için Tebûk seferine) çıkın” denildiği zaman, yer(yüzünün geçici güzelliklerin)e meyledip (cihâda çıkma işini) ağırdan aldınız. Yoksa siz âhiret (ve onun sonsuz nîmetleri) yerine, o en yakın (ve peşin dünyâ) hayât(ın)a mı râzı oldunuz?! Ama o en alçak (dünyâ) hayâtın(ın lezzetleriyle) metâ(lan)ı(p yararlanmak) âhiret yanında ancak pek az (ve îtibarsız) bir şeydir.
اِلَّا تَنْفِرُوا يُعَذِّبْكُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا وَيَسْتَبْدِلْ قَوْمًا غَيْرَكُمْ وَلَا تَضُرُّوهُ شَيْـًٔاۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٣٩
39﴿ Eğer (emrolunduğunda ve gerektiğinde kâfirlerle savaşa) çıkmazsanız, O (Allâh-u Te‘âlâ) size çok acı verici olan büyük bir azaplandırma ile azap eder ve (sizi helâk etmesinin ardından) sizden başka bir kavmi yerin(iz)e getirir. Ama siz (cihâda çıkmamakla zarar türlerinden) en ufak bir şeyle dahî O’na zarar veremezsiniz. Zâten Allâh (sizi helâk edip yerinize başkalarını getirme ve siz olmasanız da dînine yardım etme konuları dâhil) her bir şey üzerine (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
اِلَّا تَنْصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّٰهُ اِذْ اَخْرَجَهُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثَانِيَ اثْنَيْنِ اِذْ هُمَا فِي الْغَارِ اِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِه۪ لَا تَحْزَنْ اِنَّ اللّٰهَ مَعَنَاۚ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلَيْهِ وَاَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا السُّفْلٰىۜ وَكَلِمَةُ اللّٰهِ هِيَ الْعُلْيَاۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ ﴿٤٠
40﴿ Siz o (Peygamber-i Zîşâ)na yardım etmezseniz (bu ona hiçbir zarar vermez), zâten gerçekten Allâh ona (her zaman ve mekânda ve her türlü zor şartlar altında) yardım etmiştir. Bir vakit ki; o kâfir olmuş kimseler onu (Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) ile berâber) iki kişinin biriyken (Mekke’den) çıkarmıştı; bir zaman ki, o ikisi o (Sevr Dağı’ndaki) mağaradaydılar; vaktâ ki, o (Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)), (kendisini koruma telâşına düşen) arkadaşına: “Üzülme! Muhakkak Allâh(ın koruma ve yardımı) bizimle berâberdir” diyordu da, nihâyet Allâh onun üzerine (kendisiyle huzur ve sükûnetinin artacağı rahmet ve) sekînetini indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz çok güçlü birtakım (melek) ordular(ıy)la da onu desteklemiş ve böylece o kâfir olmuş kimselerin kelimesini (ve dâvâsını) en alçak yapmıştı. Allâh’ın kelimesi (olan Kelime-i Tevhîd ve İslâm dâvâsı) ise, (her zaman) en üstün olanın ta kendisi ancak odur. Allâh (hiç mağlup edilemeyen bir) Azîz’dir, (dostlarını azîz ve müşrikleri zelîl kılma gibi tüm karar ve uygulamalarında tam isâbet sâhibi olan bir) Hakîm’dir. Beyzâvî ve Nesefî gibi birçok müfessirin naklettikleri vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Mekke’den Medîne’ye hicreti sırasında, Mekke’ye bir saatlik mesâfede bulunan Sevr Dağı’nın tepesindeki bir mağarada Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) ile üç gün gizlendiler. Bu îtibarla Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in mağaradaki arkadaşı olma şerefine nâil olmaktan öte, sahâbî oluşu da Kur’ân’ın nassıyla sâbit olmuştur. Nitekim Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: “Sen benim mağarada arkadaşımdın, Havz’ın başında da arkadaşımsın” (et-Tirmizî, el-Menâkıb:16, rakam:3670, 5/613) buyurarak kendisini övmüştür. Bu yüzden diğer sahâbîlerin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile birlikteliğini inkâr eden kişi kâfir olmayıp, Ehl-i Sünnet dışına çıkmış bir mübtedi‘ olur, ama Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın sahâbîliğini inkâr eden ise kâfir olur.- O sırada müşrikler mağaranın etrâfına gelip aramaya başlayınca Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh): “Bugün yakalanacak olursak Allâh’ın dîni gitti” diye düşünüp çok korkarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e: “Yâ Rasûlellâh! Onlardan birisi ayaklarına bakacak olsa bizi oracıkta görecek” deyince, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “İki kişi hakkındaki düşüncen (ve telâşın) nedir ki, onların üçüncüsü Allâh’tır?” buyurdu ve bu sözüyle Allâh-u Te‘âlâ’nın yardım, koruma ve destek bakımından kendileriyle birlikte olduğunu açıklamış oldu. Onlar mağaraya girer girmez Allâh-u Te‘âlâ iki güvercin gönderdi de, onlar mağaranın aşağı tarafında yumurtladılar, bir de örümcek yolladı ki, o da hemen mağaranın ağzını kurduğu ağ ile örttü, o sırada Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem): “Yâ Rabbi! Onların gözlerini kör et” diye bedduâ edince onlar uzun süre aramalarına rağmen hiçbir şey bulamayarak geri döndüler. İşte bu kıssada Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in tevekkülünün ne kadar büyük olduğu görüldüğü gibi, Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın da birçok fazîleti açığa çıkmıştır. Bu yüzden Ömer ibnü’l-Hattâb (Radıyallâhu Anh) Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)dan bahsederken: “İsterdim ki, benim amellerimin tamâmı onun bir günlük ve bir gecelik ameli kadar olsaydı” buyurmuş ve şöyle anlatmıştır: “Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile mağaraya yürüdükleri gece o, içeride zarar verici bir şey varsa Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e dokunmasın diye mağaraya önce kendisi girdi ve içeriyi iyice süpürdükten sonra kenarda bulduğu bir deliği elbisesiyle tıkadı, bir şey bulamayınca kalan iki deliği de ayaklarıyla kapattı, sonra Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)i içeriye çağırdı. Böylece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) mağaraya girip başını onun koynuna yaslayarak uykuya daldı. O anda delikte bulunan bir yılan onu ayağından soktuysa da Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) uyanmasın diye hiç kıpırdamadan durdu ve gayr-i ihtiyârî akıttığı gözyaşları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in yüzüne düşünce: ‘Ey Ebû Bekr! Ne oldu sana?’ diye sordu. O: ‘Anam babam sana fedâ olsun, ısırıldım’ deyince Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) mübârek tükürüğüyle ağrıyan yeri sıvazladı ve o anda hissettiği tüm acılar kayboldu. Fakat vefât edeceği gün o zehir Ebû Bekr-i Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın şehit olmasına sebep oldu. İşte ben o gecesini kastediyorum. İmrendiğim günü ise, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vefât edince, bâzı Arap kabîlelerinin zekâtı reddederek irtidâd etmeleri üzerine tek başına da olsa onlarla harp etme karârı aldığı gündür.” (el-Hâzin, el-Beyzâvî, en-Nesefî, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 3/123-124)